Bugüne kadar DANdadaDAN, 123, Tamburada, Big Beats Big Times, Marika, Bicycle Day, Great Republic of South gibi çeşitli gruplarda karşılaştığımız Berke Can Özcan, ilk solo albümü Mountains are Mountains ile dinleyicilerle buluştu. Özcan ile “içsel bir yolculuk, bir hesaplaşma, kendimle kalma hâli” olarak tanımladığı Mountains are Mountains, müzikal yolculuğu ve gelecek planları üzerine sohbet ettik.
Berke Can Özcan, 7 Ağustos’ta Berlinli Bohemian Drips etiketiyle çıkan olan ilk solo albümü Mountains are Mountains ile dinleyicisine meditatif bir yolculuk sunuyor. İlk davul setini henüz küçük bir çocukken evinin odasında, tencere, tava, saksı gibi eşyalarla kurarak müzik hayatına atılan Özcan, bugüne kadar yer aldığı grup isimlerinden sıyrılarak kendi sesini kendi adıyla sahipleniyor.
Sizi tanıyanlar biliyordur ancak tanımayanlar için hikâyenin en başından başlayalım isterim. Hayatınız müzikle nasıl kesişti? Bugüne varan yolculuğunuz nasıldı?
Küçükken dayımla dedemin kitaplarla ve plaklarla dolu odasında epey vakit geçirirdik. Müzik zevkimin gelişmeye başlamasını ona borçluyum. Bir yandan bu plak dolu odanın olduğu yazlık evin televizyonunda Wimbledon tenis turnuvası hep açık olurdu ve biz maçları izlerken havalara savurduğumuz raketlerimizi ters çevirip gitar çalıyormuş gibi havalara da girerdik. Sonraları ilgim gitardan davullara yöneldiğinde odamda ilk iptidai setimi tencere, tava, saksı gibi şeylerle kurmuş deneylere başlamıştım artık. Gerisi çorap söküğü gibi geldi diyebilirim. Üniversitede mühendislik bölümünü terk edip müzik okumamla birlikte aileme de mesajı doğru aktarmış olduğuma inanıyorum.
DANdadaDAN, 123, Tamburada, Big Beats Big Times, Marika, Bicycle Day, Great Republic of South gibi çeşitli gruplarda dinleyiciyle buluştunuz. Müzik yapmaya başladığınız günden bugüne kariyerinizde neler değişti? Yaptığınız müziği nasıl tanımlıyorsunuz?
Her şey değişti. Gruplar kurdum, dağıttım. Sonunda Mountains are Mountains ortaya çıktı ve onu kendi adımla sahiplendim, ilk kez bir grup isminin ardında olmama gerek yoktu. Bu müzik içsel bir yolculuk, bir hesaplaşma, kendimle kalma hâli. Meditatif, uzun yolda araba kullanmalık, oturup durmalık. Sessiz ve sakin bir söylemi var, bağırmıyor, yumuşacık, her tarafı ses günlükleriyle dolu, dünyanın kokusu var içinde.
Edindiğiniz bu tecrübeler solo çalışmalarınızı nasıl etkiledi? İlk albümünüz Mountains are Mountains’a hazırlık süreciniz nasıldı?
Albümü aslında kısa bir sürede kaydettim, ama kendimi hazırlamam üç sene kadar sürdü. Üç sene üst üste her mayıs ayında Kadıköy’deki Bina’nın çatı katında tek dinleyiciye özel performanslar yaptım. Günde 10 ayrı kişiye 10 ayrı performans yapıyor ve bunları ayrı ayrı kapaklarını tasarladığım kasetlere kaydediyor ve tek kopyası katılımcının olan albümler üretiyordum. Bu kasetlerden 67 tane yapmışım. Bu süreçte epey deneysellik yaşadım, türlü türlü ses araştırdım, etrafıma kurduğum set gittikçe büyüdü. Hangi ses hangi sesle uyum içinde, beni en çok neler tatmin ediyor, bunları keşfetmek için saatler, günler, haftalar harcadım. Öte yandan geziyor ve sesler kaydediyordum. Ege’deki antik kentlerde gezdim, sadece Türkiye’de değil, Tayland’da, Zanzibar’da, Japonya’da buldum kendimi. Sonra stüdyoma girdim ve kayıtlara başladım.
Albümün hazırlık sürecinde zorlandığınız şarkınız/şarkılarınız oldu mu? Olduysa bu zorluğu yaratan neydi?
Özellikle bir şarkıda zorlanmak gibi bir şey yaşamadım. Ama istediğim tür şarkıları yapabilmek adına önce başka şarkılar yapıp pişmem gerekti diyebilirim. Mountains are Mountains kayıtları dönemi aslında 34 şarkı yaptım ve albüme seçtiğim 10’lu bu 34’ün tamamen ikinci yarısındandı.
Bu ilk albümünüzde yola çıktığınız konseptler neler oldu? Albümünüzün ismi Mountains are Mountains bize ne anlatıyor?
Mountains are Mountains, Daisetz Suzuki’nin bir sözü. D. T. Suzuki, Zen ile ilgili öğretiyi Batı kültürüne tanıtmış olan bir düşünür. Bu sözün size ne anlattığını size bırakmak en iyisi olacaktır. Bir dağın zirvesinden diğerininkine sıçrayabilmek, gözlerinizi kapatıp yeterince uzun süre oturmakla mümkün olur muydu? Karşınızda duran koca bir dağ bir kum tanesi kadar eksilse hâlâ koca bir dağ mıdır?
Sizinle ilgili denk geldiğim 2005 tarihli bir sitede, Berklee Müzik Okulu’nun internet sitesinde de yer alan Sting’in “The first priests were probably musicians. The first prayers probably songs.*” alıntısına yer verdiğinizi gördüm. Bu söz bağlamında Mountains are Mountains albümünüzü dinlerken hissettiklerim karşılık buldu diyebilirim. Sizin için şarkılarınız bir ritüeli yansıtıyor mu?
Kesinlikle. Aslına bakarsanız onlara birer şarkı olarak bakmakta zorlanıyorum. Hepsini, bir bütün olarak kabul etmek hoşuma gidiyor. Bir kerede tamamını dinleyecek kadar vakit ayırmayı seviyorum bu albüme.
Mountains are Mountains albümünüzü bir bütün olarak değerlendirdiğimde ben bir öze dönüş hissediyorum. “Deneysel” diye adlandırılanın aslında en başta “asıl varolan” olduğu gerçeğiyle yüzleştiriyor bizi. Bu hissiyatımdan yola çıkarak şunu sormak istiyorum. Şarkılarınızı oluştururken belli bir duyguya göre mi hareket ediyorsunuz yoksa bu şarkıların her birinin özel hikâyeleri var mı? Müziğinizle dinleyiciye hissettirmek istediğiniz şey ne?
Şarkıları oluştururken yaptığım en önemli şey onları gerçekten dinlemek. Ancak o suretle nereye doğru yöneleceğimi bulabiliyorum. Aslında her sesin kendi müziği var, sesleri kurgularken bu temel bilgi çıkış noktam oluyor. Özel hikâyeler, anılar, hatıralar her daim her parçada var ama amacım onların dinleyiciye de kendi yolculuğunu yaşatması, ona benim değil kendisinin olan bir şeyin hissini geçirmem gerekiyor diye inanıyorum.
Tüm albüm bana göre bu masalsı havada devam ederken albümün son şarkısı “Sonar”ı, Bach’ın en çok bilinen eserlerinden “Toccata and Fugue” ile bitiriyorsunuz. Bu bir mutlu son mu? Albümü bu eser ile bitirmenizin sebebini öğrenebilir miyim?
Bu mutlu bir son mu değil mi tam emin değilim ama bana ayakları yere basan gerçek dünyaya geri dönüş hissini veriyor “Sonar”ın sonunda ansızın duyulan Bach. Arnavut kaldırımı yollarda fayton ve nal sesleri, sanki “Nerede kalmıştık?” dedirtiyor. Çocukluğumdan beri “fade out”ları çok sevdim.
Bence bu albümün masalsı bir havası da var. Bize bir hikâye anlatıyor ve uyanışa davet ediyor. Sizce Mountains are Mountains bir kitap olsaydı hangi kitap olurdu?
Hermann Hesse – Bozkırkurdu.
Dünya çapında değerlendirecek olursak yaptığınız müziğin geleceği hakkında neler düşünüyorsunuz?
Dünya zor zamanlardan geçiyor, adeta sınanıyoruz. Bu durum yakın bir gelecekte bitecek gibi de görünmüyor. Hâl böyleyken gelecekte benim yaptığım gibi müziklerin hayatlarımızda kapladığı yerin artması gerekecek. Müziği bir deneyim, bir içsel yolculuk olarak kullanmak, dünyevi ve gündelik zevklere hitap eden yüzeysel sesler duymak yerine tercih edilecek diye inanıyorum. Kulaklıklarınızdan içinize geçen şey dönüşecek ve gözlerinizden görünür, hissedilir olacak.
Karantina süreci etkisini azaltmış gibi görünse de hayatımız bitmeyecekmiş gibi görünen bir karantinada sıkışıp kaldı. Bir müzisyen olarak sizin için karantina süreci nasıl geçiyor? Bir kurtarıcınız var mı?
Karantina yaratmakla geçiyor. Kaydettiğim saatlerce uzunluktaki sesleri geri dinlemek, kesmek, yeni enstrümanlar yaratmak, setimi geliştirmek, yeni parçalar yapmak, bahçeyle ilgilenmek, yemek yapmak, kediler derken sonbahar kapımızda. Kurtarıcım tek bir şey değil, tüm bu saydıklarımı yapar ve yaşarken an ve an hissettiğim iç kıpırtıları ve bazı mis kokular.
Üzerinde durduğunuz başka çalışmalar veya projeler var mı? İleride sizinle ne tarz çalışmalarda karşılaşacağız?
Türkçeye Meksika Maden Günlükleri olarak çevrilen Fransız yazar Jean Dupont’un kitabı Yeniköy Kitapçısı tarafından basılmak üzere. Ben de kitaptan etkilenerek yaptığım müziklerden oluşan bir albüm üzerinde çalışıyorum. Çok yakında yayımlanacak. Öte yandan Çıplak Ayaklar Kumpanyası ile çalışmalar yapıyorum. Tiyatro Medresesi’nden yeni geldim, geçen sene de yaptığım gibi doğaçlama dans atölyesinde bir hafta boyunca müzik yaptım. Kumpanya ile Portekizli bir koreografın direktifleriyle benim de sahnede yer aldığım yeni bir iş üretiyoruz. Ve de en önemlisi Mountains are Mountains albümünü yakında çalmaya başlayacağım canlı seti kurgulamakla geçiyor vaktim. Müzelerde çalmaya başlayacağım, yeni solo setimi büyük mekânlarda duymak ve deneyimlemek zamanı geldi. Eksenimde sadece müzeler değil, sanat mekânları, galeriler ve sesi ihtişamlı bir takım başka yerler var.
* “İlk rahipler muhtemelen müzisyenlerdi. İlk dualar muhtemelen şarkılardı.”