09 MART, PAZARTESİ, 2015

Bu Oyunda Kendimi Hırsız Gibi Hissediyorum

Talimhane Tiyatrosu’nun yeni oyunlarından Yazar, seyircisi içinde, seyircisiyle birlikte oluşan, oyun içinde değişik bir oyun. 75 dakikanın sonunda oyundan çıkarken kendimi gerçekten garip hissettim… Belki de biraz dayak yemiş gibiydim. Hatta hiç çekinmeden “Hay Allah keyfimiz yerindeydi, gerçekten gerek var mıydı bu oyunu izlemeye?” bile dedim. Ama belirtmeliyim ki, özellikle şiddeti ele alış tarzı bakımından Yazar’ı izlemenin şimdi tam zamanı!

Bu Oyunda Kendimi Hırsız Gibi Hissediyorum


Babamın Cesetleri’yle 17. Afife Tiyatro Ödülleri’nde Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu Ödülü’nü alan Öner Erkan, şimdi Yazar’daki rolüyle dikkat çekiyor. Erkan’la bir araya gelip bu oyunun üzerinden şiddeti ve bu farklı tiyatro deneyimini konuştuk. 

Oyunun tanıtımında “Rahatsızlık verici unsurlar içerebilir” ibaresi yer alıyor. Şimdiden uyaralım, bu röportaj da “spoiler” unsurları içerebilir.

Bu oyuna nasıl dahil oldun?

Mehmet Ergen’le uzun zamandır tanışıyoruz. Altı yedi yıl önce beraber bir şeyler yapalım demişti. Sonra Kaset diye bir oyun yaptık. Uma Thurman ve Ethan Hawke’ın The Tape diye bir filmi var; avangard sinema kapsamına girer. O aslında bir tiyatro oyunu. O zaman o oyunu Duru Tiyatro’da yapmıştık. Sonra Mehmet Ergen’le bu yıl yine “Ne yapsak?” diye konuştuk. Ardından aradı, böyle bir tekst var, “Bir bak bakalım” dedi. Okudum ve çok hoşuma gitti. 

Ne hissettin ilk okuduğunda?

Karmakarışık bir şey hissettim. Ben de sana “Oyunu nasıl buldun?” diye sorduğumda tam cevap veremiyorsun ya, öyle bir şey… Sağlam ve kuvvetli bir metin olduğunu düşündüm. Net bir şekilde açıklamadan, içimizdeki ve dolayısıyla toplumdaki şiddetin neden ve nasıl oluştuğuna dair ipuçları veren bir metindi. Bu benim çok hoşuma gitti. Bir de kör gözün parmağına şeklinde yapılmamış. Bu nedenle bir kere daha hoşuma gitti. 

Evet hiç mesaj verme kaygısı yok…

Öyle… Hiçbir şey birbirine bağlanmıyor. Mesela Gökçen’in (Gökçebağ) şöyle bir lafı var: “Yazarın görevi nedir? Bir olayı çözmek mi? Yoksa ortaya koymak mı?” Oyunda da gerçekten birçok şey ortaya koyuluyor. Oyunun içindeki oyunun tartıştığı şiddet durumunu temiz bir şekilde ortaya çıkarmasından dolayı sağlam bir metin olduğunu düşünüyorum. 

Şiddetin gösteri haline gelmesi vurgulanıyor gibi geldi bana… Hatta belki gazeteci olduğum için biraz da basın eleştirisi gibi düşündüm.   

Şiddeti izlemek istemekteki açgözlülüğümüz, bu konudaki iştahımız asıl önemli konu. Bence oyun bir yandan şunu da tartışıyor: Keşke bunların hiçbiri olmasa da sanat beslenecek bir şey bulamasa…. 

Öner Erkan ©Korhan Karaoysal

Ben Özgecan olayından hemen sonra bu oyunu izledim. Ve ister istemez bağlantı kurdum…

Biz de o gün bunu düşündük. Oyunun metninde değiştirilmeye açık yerler var, öyle bir şey söylüyoruz ki bir cümleyle o gün gündemde olan bir olay oyunumuzun içine giriyor. Ama biz bunu yapmayalım dedik. Çünkü zaten söylememiş olmamıza rağmen, sen bu koşutluğu yakalamışsın. Ondan bahsetmek, onun ekmeğini yemek gibi oluyor. Buna gerek yok.   

Sen aslında oyunun en eğlenceli karakterini canlandırıyorsun. Sen olmasan herhalde oyun gerçek bir karabasan gibi olur. 

Evet seyirciye bir nefes alma noktası sağlıyor. 

Seyircinin içinden, seyircilerin gözlerinin içine bakarak oynamak nasıl, daha zor mu?

Yeri geliyor zor oluyor. Çünkü kendimizde de olduğunu bildiğimiz o bazı duygular vardır. Çok basit bir örnekle, evine fare girdiğinde bundan rahatsız olursun. Oyunda da diyor ya, “Küçük korunaklı hayatlarımız var, bu hayatın içinde ayağını sehpanın kenarına çarparsın ve bir anda bir tokat yemiş gibi olursun”. O duygu hepimizin içinde var ve onunla kendi adına yüzleşebilmek biraz utanç verici. O nedenle bu oyunda kendimi biraz hırsızmış gibi hissettiğim zamanlar oluyor. Birinin evine girmişim ve evin içindekileri gözetliyormuşum gibi hissediyorum.    

Seyircilerin tepkilerini gözlemlediğin için mi böyle düşünüyorsun?

Onların yalnız kaldıkları, oyunun içine girip bir şeyle özdeşlik hissetmeye başladıkları anda ben giriyorum ve bir rahatlama hissi geliyor. Ama onların o rahatlatma hissi, tam tersi bir şekilde, evinde rahat oturan birinin penceresinden takırtı getirmek gibi hissettiriyor bana.

©Korhan Karaoysal

Oyuna ilk sen başlıyorsun ve izleyenler başlayıp başlamadığını anlamıyor. Bu süreçte garip tepkiler aldın mı?

Seyirci için biraz zor bir oyun. Çünkü 40 dakikaya yakın orada ne olduğunu anlamıyor. İkinci oyunda bir seyirci “Ne yapıyorsunuz siz burada! Ne yapmaya çalışıyorsunuz anlamıyorum” dedi. Olabildiğince nezaketle durumu toparlamaya çalıştık ama bunda her zaman başarılı olamayabiliriz. Mesela o seyirci kalkıp gitmişti.  

Genel olarak nasıl tepkiler alıyorsunuz?

Daha dört oyun oynadık. Güzel tepkiler aldık. Oyundan çıkarsın, seyirci tebrik eder. Ama seyirciyle oyundan sonra bu kadar çok tartışıyor olmamız, seyircinin bir şekilde oyuna ortak olduğunu gösteriyor. Şimdiye kadar gördüğüm, seyirci genellikle oyunun sonunda bize bir şeyler söyleme ihtiyacı hissediyor. Olumsuz olanlar da kabulümüz. Herkes oyunu istediği şekilde alabilir. Herkes bizim gibi anlamak zorunda değil. Zaten benim anladığım şekilde anlamadığı için olumsuz diyorum. Kaldı ki seyirci oyunu benim kadar anlamak zorunda değil. Oyunda da diyor, yazar yazar, oyuncuya teslim eder, oyuncu anlar özümseyeceğini özümser, seyirciye teslim eder. Herkes alacağını alır ve gider. Seyirci, benim hissettiğim şeyleri hissetmek zorunda değil. Ben de kadar hissettirebilirsem, o kadar iyi. Ama herkes her şeyi aynı düzlemde anlamıyor ve hissetmiyor, bu da bir gerçek.

Pek çok dizide, filmde oynadın ve oynamaya devam ediyorsun. Tiyatro yapmak senin için neden önemli?

Oyunun da biraz tartıştığı bu; biz bunu yapıyoruz da ne oluyor? İngiltere’de yazılmış olan bu oyunda, şiddetle ilgili en ufak bir şey görmüyoruz. Buna rağmen oyun, bir sürü şeyi rahatsız edici bir şekilde kafamıza kazıyor. Bende de olduğunu bildiğim o utanç, bende şu duyguyu yaratıyor: “Ben bunu yapıyorum tamam; kendimi tatmin ediyorum, seyirciye bir şeyler hissettiriyorum, güzel bir şey paylaşıyoruz ama İngiltere’de bile bu oyun oynandıktan sonra hiçbir şey değişmiyor. İnsanlar yine şemsiyelerini açıp sokakta yürüyorlar, sosyal sorumluluk projelerine katılıyorlar, yürüyüş yapıyorlar…”

Ama bu çok kötümser bir bakış açısı…

Oyunda umutlu bir tipi oynuyorum ama çok da umutlu değilim. Oyunda Öner olarak umutlu tarafımı oynuyorum. 

Seni genellikle komedide ya da komedi unsuru barındıran rollerde gördük. Umutsuz bir Öner Erkan garip geldi… Normalde neşeli biri değil misin?

Çok değil herhalde. Son zamanlarda, yaşım da ilerleyince böyle oldu sanırım. Bak, “35 oldum, yolu yarıladım” gibi cümleler kuruyorum artık (gülüyor). Etrafa kahkahalar saçan, çok süper neşeli biri değilim sanırım.  

Öner Erkan ©Korhan Karaoysal

Oyun az önce dediğin gibi bir taraftan çok rahatsız edici...

Lars Von Trier’in Europa filmi vardır. Film, benim anladığım kadarıyla idealizmin nasıl bulaşıcı bir hastalık olduğundan bahsediyor. Temel mevzu bu gibi. Çok da anlamadım ama (gülüyor). Bir tane sahne vardı. Lars Von Trier’in bazı filmlerinde, film akarken bir yandan filmin nasıl çekildiğiyle ilgili, kendisinin de olduğu belgesel gibi sahneler olur ya, öyle bir sahne…  Lars Von Trier evde, kamera çalışıyor, belli ki birilerini bekliyor, kapı çalıyor ve yanlış hatırlamıyorsam içeri bir kadınla bir erkek giriyor. Kamera üçünü takip ediyor; onlarla birlikte oturuyor. Lars Von Trier kenara çekiliyor. Adam kadını hipnotize ediyor. Buna ikna oluyoruz. Ve kadın bir veba sahnesi anlatmaya başlıyor. Etraftaki ölülerden, kokudan bahsediyor. Çarpıcı ayrıntılar veriyor. Kadın cinnet geçirecek derecede yükseliyor. Oradaymış gibi bir hisse kapılıyor ve bizi de götürüyor oraya. Biz aslında o odanın içindeyiz. Sonra masanın üzerindeki ketçabı sıkmaya başlıyor. Her şey kıpkırmızı oluyor. Aslında o ketçap ama dehşey içinde kalıyoruz! Bu arada filmin senaryosu 16 sayfaymış. Danimarka Kültür Bakanlığı, bu filmde bir şey yok diye filme ödenek vermemiş. Bu filmde de bir şey görmüyoruz ama tüylerimizi diken diken eden bir hareket oluyor. Yazar’da da bu kuvvet var bence. Bu arada oyun İngiltere’de biraz daha sertmiş. 

İdealizmden bahsettin birkaç kez. Bunun üzerine çok düşünüyor musun?

Saçma bir şekilde kuantum fiziğine gireceğim şimdi. Her bir zerreciğin, atomun daha da küçük parçalarının 10 üzeri 20 defa kere yok olup tekrar varolduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar, Cern’de yapılan deneyler falan… Çok yüzeysel anlatıyorum ama mevzu aslında bu boyutta gördüğümüz her şeyin bir ışık ve kafamızda oluşturduğumuz bir fikir olduğu... İdealizmle kastettiğim şey aslında her şeyin bir fikir olduğu.  


***
Yazar; 16 ve 30 Mart tarihlerinde Talimhane Tiyatrosu’nda izlenebilir.

1
11901
0
Fotoğraf: Korhan Karaoysal
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Meral Birgin
12.03.15
01:59
LOVE IT
Geldanlage