Ödüllü filmlerinin yanı sıra sanal gerçeklik projeleriyle tanıdığımız ve 2019’da Filmmaker Magazine tarafından “Bağımsız sinemanın 25 Yeni Yüzü” arasında gösterilen yönetmen ve sanatçı Deniz Tortum ile Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin dönüşümünü ele alan belgesel filmi Maddenin Halleri üzerine söyleştik.
Yönetmen ve sanatçı Deniz Tortum’un son filmi Maddenin Halleri, İstanbul’un en eski ve önemli tıp fakültelerinden Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ndeki gündelik hayatı mercek altına alıyor ve sağlık çalışanlarının hastane çatısı altında olup bitenle başa çıkabilme yetilerini izliyor. Hasta odalarından koridorlara, yemekhaneden ameliyathanelere uzanan kamera, seyirciyi birbirinden renkli karakterler geçidine sokuyor. Eskimeye yüz tutmuş mekânın olduğu kadar, işlerine tutkuyla bağlı sağlık çalışanlarının ve iyileştirmeye çalıştıkları hastaların portresini çizerken; seyircisini hayattan ölüme, gerçekten kurmacaya taşıyor. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde 2018’den beri süren “yerinde dönüşüm” çalışmalarında yıkılan binaların son zamanlarına da tanıklık eden Maddenin Halleri, hastaneyi evi bellemiş doktor, hemşire ve tüm sağlık çalışanlarının gündelik hayatlarını takip ediyor ve bitmek bilmeyen koridorlarda, doktor odalarında ve ameliyathanelerde dolanarak hastanedeki yaşamı anlamaya çalışıyor.
Deniz Tortum’un dünya prömiyerini Rotterdam Film Festivali’nde, Türkiye prömiyerini ise 57. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yapan son filmi Maddenin Halleri, Antalya’dan “Özgün anlatımı, yenilikçi görselliği, görünmeyeni görünür kılması” gerekçesiyle En İyi Belgesel Film Ödülüile döndü. İstanbul Film Festivali Uluslararası Yarışma ve Ulusal Belgesel Yarışması’nda da En İyi Belgesel Film seçilen Maddenin Halleri, Engelsiz Filmler Festivali’nde En İyi Film ve En İyi Yönetmen ödüllerini kazandı.
Maddenin Halleri belgeselini 2015-2018 yılları arasında tam da Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin taşınması/yıkılması/dönüşümü konularının tartışıldığı bir dönemde çektiğinizi biliyoruz. Bu sebeple ilk olarak Maddenin Halleri’ni çekmeye karar verme sürecinizden ve hazırlık aşamasından bahsederek başlayalım mı? Süreç nasıl gelişti?
Uzunca bir süredir hastanelerle ilgili bir film yapmak aklımda vardı. Filmdeki birkaç planı 2011 senesinde çekmiştim. Fakat o sıra Maddenin Halleri aklımda yoktu, Zayiatiçin bir şeyler çekerken hastaneyi ilk kez kameraya almıştım. Bir yandan da çocukken hastanede gördüğüm ve gözlemlediğim şeylerde, ikisi de doktor olan annem ve babamın tıp sohbetlerinde, babamın anlattığı hikâyelerde ilgimi çeken pek çok şey vardı.
Yıllara yayılan, neredeyse bilinçsizce pişen bu hazırlık aşamasını saymazsak ortada çok da fazla bir hazırlık yoktu. 2015 yılının başlarında, Cerrahpaşa’nın yıkılacağına dair haberler çoğalınca, filmi çekmeye karar verdik. Bir ay sonra hastanede çekime başlamıştık. Bu ilk çekimler bir yandan da araştırma süreci görevi gördü.
İlk çektiğim şey Yenikapı’da, hemen hastanenin ötesinde yapılan İstanbul’un Fethi kutlamalarıydı. Çekimlere önce, hastanenin hemen dışında olan mekândan başladım, sonra hastaneye girdim. Neden bilmiyorum ama bunun önemli bir tercih olduğunu düşünüyordum. İlk günkü o çekimler sonraki birkaç günün çekimlerini etkiledi. Her gün yaptığınız çekimler aslında bir sonraki günün çekimlerini etkiliyor. O yüzden neyi ne zaman çekeceğinizi planlamak da aslında filmin nasıl gelişeceğine, nasıl bir tona bürüneceğine etki edebiliyor.
İlk çekimler bittikten sonra elimizde bir film olup olmadığını da bilmiyordum. Ancak ilk kurguyu yaptıktan sonra bunun bir filme dönüşebileceğini fark ettim.
“Yıkılması tartışılan, doğduğum ve babamın çalıştığı Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne.” ithaf ettiğiniz Maddenin Halleri yıkımının tartışılması bu hastanenin varoluşuyla ilgili de soruları beraberinde getiriyor. Yaşam ile ölümün kıyasıya mücadele içinde bulunduğu bu mekân artık kendi varoluşunu da savunmak zorunda kalıyor ve insanları yaşatmak için çaba harcayanlar mekânın varoluşunu da yaşatmaya çalışıyor. Hafıza mekânları üzerine de düşünerek siz bu varoluş çabasına nasıl bir perspektiften baktığınızı detaylandırabilir misiniz?
Kurumların tarihi de bu tarihlerin devamlılığı da çok önemli geliyor bana. Gelenek oluşturmak, bilgi üretimini güçlendirmek... Bu, Türkiye’de çok önemsenmiyor; tarihi yakın zamanda sekteye uğramamış kurum maalesef çok yok. Cerrahpaşa da 2018 senesinde İstanbul Üniversitesi’nden koparıldı ve hatta bulunduğu semtten taşınması bile tartışılıyordu. 100 yılı aşkın bir tarihi var hastanenin bu semtte ve parçası olduğu üniversite geleneği de bulunduğu semt de çok önemliydi. Bu geleneklerden kopması demek kültürel altyapısını kaybetmesi, fikri ve bilimsel çalışmalarının zayıflaması da demek. Benim de buna karşı yapabileceğim şey, kaydetmek, böyle bir yer vardı demek.
Kurum geleneği korunabilir, fakat yaşayış biçimlerini olduğu gibi koruma olanağı yok. Film Cerrahpaşa’yı belgeliyor, bunu sistematik bir şekilde değil ama; duygulara, montaja, sinemanın diline dayalı bir şekilde yapıyor. Bu mekânla beraber belli bir coğrafyada, belli bir zaman diliminde yaşayan insanların yaşayış şeklini de kaydediyor. Bunca insanın iyileştiği ya da öldüğü bir mekânın kendi hayatının sonu nasıl oluyor?
Uğur Tanyeli’nin bir makalesinde “sürgün bağlamında evden/mekândan koparılmak” ifadesine denk gelmiştim. Günümüzde bu sıkça karşılaştığımız bir durum. Kentsel dönüşüm/yenileme adı altında evler/mekânlar terk edilmek zorunda bırakılıyor ve yok oluyor/dönüşüyor. Maddenin Halleri’nde görüyoruz ki Cerrahpaşa Tıp Fakültesi bir ev/mekân. Bu bağlamda belgeseli çekerken siz neler hissettiniz?
Glenn Albrecht tarafından ortaya atılmış, aklıma sık sık düşen yeni bir kavram var: Solastalgia. Yaşadığınız yerin kuraklık, yangın, deprem gibi çevre felaketleriyle ya da şehirleşme gibi insan faaliyetleri sonucu değişmesine karşı hissedilen üzüntü. Zaman gibi mekânların da geçip gitmesi... Bir yeri terk etmeden, o yerin bizi terk etmesinin üzüntüsü. Gurbetin evinize gelmesi.
Filmin çekimleri sırasında olmasa da kurgusu sırasında sıkça düşündüğüm bir şey iklim değişikliğiydi. Kurgunun son senesinde bir yandan Roy Scranton’ın Antroposen’de Ölmeyi Öğrenmek kitabını Türkçeye çeviriyordum. Scranton, bu uygarlığın iklim değişikliğinden ötürü bitmekte olduğunu ve bizim de yitirmeyi, faniliği öğrenmemizin yeni bir yaşam ve toplum oluşturabilmek için şart olduğunu anlatıyor. Hastanede çalışmak da ölüm ve fanilikle ilgili çok fazla soru ve yüzleşme barındıran bir şey. Dünyanın yitip gittiğine dair endişeler aklımın bir köşesindeyken, bir şeyleri son kez gördüğünü düşünmenin getirdiği hislerle bitirdik filmi.
Belgeselde kamera çok büyük bir rol üstleniyor, hatta direkt başrol oluyor. Mekânın içinde bir göz olarak takip ettiğimiz kamera bana 2017 yılında sizin küratörlüğünüzde gerçekleşen !f İstanbul’daki !f Yarın bölümünden Sanal Gerçeklik ve İnteraktif Hikayeler'i hatırlattı. Bu bağlamda -bir gözlük takıp bir sanal ortamda gezmesek de- bu filmi sanal gerçeklik bağlamında nasıl değerlendirirsiniz?
Sanal gerçeklik, yapı olarak bilgisayar oyunlarına, simülasyonlara çok yakın. Bilgisayar aracılığıyla üretilen şeyler. Peki bilgisayar oyunlarının, simülasyonların özünde ne var? Dünyanın kurallarının keyfi olması, isteğe göre değiştirilebilmesi. Mekânı nasıl kurduğunuzla, zamanın nasıl ilerlediğiyle, nedenselliklerin neler olduğuyla ilgili hem sınırsız imkânlar hem de yeni düşünceler sunan bir mecra. İçinde olduğunuz oda her attığınız adımda büyüsün mü istiyorsunuz, yoksa zaman sadece siz gözünüzü kapattığınızda mı aksın? Bütün bunların hepsini yapmak simülasyonlarda mümkün.
Bir yandan, gündelik hayatlarımız da giderek böyle bir dünyayı anımsatıyor. Bir arkadaşınızla oturmuş yüz yüze konuşurken bir anda başka bir arkadaşınızdan mesaj alıyor, onunla konuşmaya başlıyorsunuz, biraz ilginiz dağılıyor, instagram’da çok da tanımadığınız birinin paylaştığı hikâyeye bakıyorsunuz. Siz hangi mekânda, ya da hangi zamanda yaşıyorsunuz? Konuştuğunuz, mesajlaştığınız ya da hikâyesini izlediğiniz insanlarla nasıl bir ilişki içerisindesiniz?
Hastane özelinde de ameliyatlarda kullanılan teknoloji ve tıbbi aletler mekân anlayışını tamamen bozuyor. Siz karşınızda bir hastanın vücudunu görüyorsunuz, aynı zamanda laparoskopik kameranın görüntüsünde aynı hastanın iç organları arasında geziyorsunuz. Ayaklarınız hastanın bağırsaklarına mı, yoksa ameliyathanenin zemin kaplamasına mı basıyor?
Zaman ve mekânın kuralları değişiyor ve buna uyum sağlarken biz de değişiyoruz. Sinema da değişiyor tabii ki. Maddenin Halleri mekânı nasıl kurduğuyla ve sahneler arasındaki nedensellik bağlarıyla belki biraz bu bilgisayar mantığını -berimsel mantığı- taşıyor içerisinde.
Tabii bir de nostalji kavramının aslında toplumsal bir olgu olması gerçeği de akıllara geliyor. Türkiye’nin ilk tıp fakültesi olan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin kuruluşu 1827 olarak kabul edilse de köklerinin 15. yüzyıla kadar dayandığını görüyoruz. Bu açıdan baktığımızda Maddenin Halleri’nin toplumsal bir görevi de var. Hastane yaşamına tanıklık ederken bir yandan bir doktorun miting izlediği balkon sahnesi bize tarihsel tanıklığın önemini vurguluyor. Sizce bu belgesel yıllar geçtikçe daha da değerlenecek ve bizim ona olan bakışımızı değiştirecek mi?
Kuruluş tarihinin 1827 olması filmi çekerken karşılaşmadığım bir tarihti. Sizin sorunuzda görünce şaşırdım açıkçası, o yüzden hızlıca araştırdım. Cerrahpaşa bölünüp İstanbul Üniversitesi’nden ayrıldıktan sonra 1967 olan kuruluş tarihi 1827 olarak değiştirilmiş. Kurumun geleneği bölünmeyle azalıyor, buna karşın tarihi daha köklüleşiyor. 1827’de kurulan yer Tıphane-i Amire, Osmanlı’da modern tıbbın başlangıcı. 500 yıllık geçmiş de İstanbul Üniversitesi’nin tarihi olsa gerek; modern tıp 18. yüzyılda başlıyor. Cerrahpaşa’nın arazisindeki ilk bina kolera salgınına karşı 1890’larda kuruluyor benim bildiğim kadarıyla.
Maddenin Halleri, hastanenin sıradan tarihine tanıklık ediyor: pek çok insanın erişiminin olmadığı bu dünyanın gündelik deneyimlerine, sıkıcı olarak atfedilip bakılmayan ve bu yüzden de saklı kalabilen taraflarına bakıyor. Sinemanın en özgün taraflarından biri tam olarak neye baktığınızı bilmediğiniz şeyleri de aktarabilmesi. Dile henüz getirilemeyen, sözle ifade edilemeyen şeylere tanıklık etmenin olasılığı. O yüzden yıllar geçtikçe filmde farklı anlamlar bulunması çok istediğim bir şey.
Maddenin Halleri yurt içinde ve yurt dışında birçok festivalden ödülle döndü. Bu ödüller hakkında neler söylemek istersiniz? Özellikle yurt dışından gelen tepkiler mutlaka Türkiye’dekinden farklı olmuştur. Bu bağlamda ödülleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bağımsız işler üretirken, biraz karanlıkta ilerliyoruz gibi hissediyorum, en büyük zorluk kendinizi devam etmeye ikna etmek. Niye film yapıyorum, niye film yapmaya devam edeyim diye sık sık kendime soruyorum. Bu sebeple filmin ödüller alması, seyirci tarafından sevilmesi gerçekten çok sevindirici ve de cesaret verici. Dibi görünmeyen bir kuyuya taş atıyorsunuz, oradan bir ses gelmesi çok güzel bir şey.
Pandemi yüzünden Rotterdam hariç hiçbir gösterime katılamadım, şimdilik tepkileri ancak bana yazan izleyicilerden, sosyal medyadan ve de film hakkında çıkan yazılardan takip edebiliyorum. Filmin pek çok kültürel çağrışımı var, bu çağrışımlar Türkiyeli izleyiciler için ayrı bir derinlik ve yoğunluk yaratıyor sanırım. Öte yandan yabancı izleyiciler için, çağrışımlardan azade bir şekilde izlemek filmi kimi açılardan özgürleştiriyor, bakışını ve yapısını daha öne çıkarıyor olabilir.
Sonsöz olarak yeni projelerinizde bahsedebilir misiniz? Bundan sonra sizinle ne tarz çalışmalarda karşılaşacağız?
Ben de bilmiyorum. Birçok proje fikri düşünüyorum, sonra çoğu kaybolup gidiyor. Şu an biraz daha ilerlemiş halde olan “ARK” adlı bir proje var. İklim değişikliği ve teknoloji ilişkisiyle ilgili. Takip ettiğimiz Dijital Yaşam kurumu, nesli tükenmekte olan hayvanların üç boyutlu taramalarını yapıyor. Dünyada yok olan şeyleri -hayvanlar, orm- dijital dünyaya geçirerek korumaya çalışıyoruz. Peki, ya dünya her şeyi dijital dünyaya geçirme uğraşımızdan ötürü yok oluyorsa?
Bir yandan da yıllardır korku filmi çekmek istiyorum, onu yazmaya çalışıyorum. Onun dışında arkadaşlarımla yaptığım çalışmalar da var. Hepsi film de değil. Yapay zekanın tarımda kullanılması gibi araştırmalar da var, drone yarışçılığı gibi hayaller de. (Gülüyor.)
Maddenin Halleri belgesel filmini İstanbul Modern Sinema’nın çevrim içi film gösterimi “Biz de Varız!” programı kapsamında 27 Aralık saat 19.00 – 29 Aralık saat 19.00 tarihleri arasında buradan ücretsiz olarak izleyebilirsiniz.