Not: İkinci yılındaki bu oyunu, sezon bitmeden izlemeniz gerekenler listesine almayı unutmayın.
Garaj, şu an ikinci sezonunda. Hâlâ dolu salonlara oynuyorsunuz ve oyunun sonunda izleyiciler ayakta alkışlıyor. Bunu neye bağlıyorsun?
Samimiyetine ve Türk bir yazarın oyunu olmasına bağlıyorum. Bütün repliklere seyirci çok hakim. Diyaloglar bize yabancı değil… Diğer taraftan bir travestinin hayatını hiç bilmiyor olmamız ve onun hayatının içine girip dramatik anlarına şahit olmamız bence izleyenleri etkiliyor. Gerçeklik, seyircinin ayağa kalkmasını sağlıyor. Hiç dalavere yaparak oynamıyorum; her zaman bu karakteri ciğerim sökülürcesine oynuyorum. Çünkü benim için çok değerli. Ona gözüm gibi bakıyorum. Sanırım seyirci de bunu anlıyor.
Sinemada da tiyatroda da çok fazla travesti karakteri izledik. Orkide’nin klişe bir travesti karakteri olması için nasıl çalıştın?
Ben elimden geleni yaptım ama oyuncunun elinden geleni yapması yetmiyor sanırım. Burada bir İpek Bilgin (oyunun yönetmeni) faktörü var. Ben çok iyi oynadığımı düşündüğüm her anda İpek’ten eksi not alıyordum. O beni delirtiyordu. “Ben bu sahneyi çok iyi oynadım, biliyorum” diyordum. Veya çok iyi yürüdüğümü sanıyordum. Ama İpek bana her prova öncesinde yarım saat yürüyüş çalıştırıyordu. “Hayır, daha kadın olacaksın, daha fazla, daha fazla!” diyordu. Ben yaptığımı zannediyorum ama belki de o kısımlar beni klişeye götüren yerlerdi. Ve ben farkında değildim. İpek beni hep kadın olmak üzerine çalıştırdı.
Oyunun sonuna doğru artık Orkide’yi kadın olarak görüyoruz zaten…
Evet, seyirci onun kadın olduğuna o kadar inanıyor ki, hiçbir şeyi garipsemiyor. Oyunun gerçekliğine bakıyor.
Peki oyundan önce “Nasıl karşılanır, tepki çeker mi” endişesi duydun mu?
Zor bir prova süreci geçirdik. Bu oyunu iki ayda çıkarabilirdik ama biz dört-beş ayda çıkardık. Çok çalışmaktan dolayı kendimizi kaybedip mutsuz olmaya başladık. Adım gibi emindim, bu oyun olmamıştı. Ta ki bir provaya Şebnem Bozoklu gelene kadar... Bu arada ben Şebnem’e “Ölüyorum Şebo, dört ay geçti olmuyor” diye şikayet ediyordum. “Ben gelip bakayım” dedi. Yirmi dakikalık bir kısmını oynadık, Şebo kendini kaybetti. “Bu hayatımda izlediğim en iyi şey” dediği an benim hayatım değişmeye başladı. Şebo hayata büyük bakan biridir. Ben de öyleyim; bir şeyi azıcık seversek, o bizim için dünyanın en güzel şeyi olur. Biraz bunu da düşündüm, “Acaba Şebo bana olan sevgisinden mi böyle diyor?” dedim. Çünkü çok çalışmaktan dolayı oyunun komik tarafları çıkmamaya başlamıştı. Dört ay boyunca aynı asistanlara, aynı yönetmene, aynı komediyi yapınca etkisi olmuyor. O zaman da şüphe duymaya başladık. Genel provadan sonra herkes çok güzel şeyler söyleyince, “Galiba biz farkında olmadan iyi bir şey yaptık” dedik. Ondan sonra bir özgüven geldi. Derken yüz otuz oyun oldu.
İpek Bilgin “Ya sen oynarsın ya da bu oyunu sahneye koymam” demiş. Seni neden bu kadar çok istedi?
Önceden bu oyunu sahneye koyma girişimleri olmuş. Çalışmalar iyi gitmeyince, doğru kast yapmazsak bu oyunu hiç çalışmayalım demiş. Oyuncu seçimleri gerçekten çok zor. Kahraman karakterinin seçmelerine Güven Murat Akpınar, “Ben şimdi okuyacağım ama kimse bana bakmasın” duygusuyla gelmişti. Çok kapalı biri. Rolü sanki o kadar istemiyordu ki… Ama biz adama vurulduk! İnşallah o olur dedik ve o oldu… Dünyanın en iyi partneri. Ama ben çok zor bir adamım. Benim yanımda o bir melek. Çok takıntılıyımdır, bende her şey dört dörtlük olmak zorunda. Dört saat öncesinden kulise giderim, ancak hazırlanırım.
Bu oyuna hazırlık sürecin mi dört saat, her oyuna mı?
Bu oyuna ilk başlarda dört saatte ancak hazırlanıyordum. Şimdi iki saatte de bitirebilirim. Ama hayır; ben yine erken gidiyorum. Saç, göz makyajı veya başka bir ayrıntı olmadıysa baştan yapabilmeliyim.
Şimdi biz kadınları daha iyi anlıyor musun? Niye beş dakikada hazır olamadığımızı…
“Kadın dediğin bakımlı, makyajlı, özenli olmalıdır” derdim. Çevremdeki bütün arkadaşlarıma da “Benim yanıma paspal gelmeyin” derdim. Ama şimdi diyorum ki “Tamam gelin…” Bu, uğraşılacak şey değilmiş.
O kostümler içerisinde sahnede kendini nasıl hissediyorsun? Çok rahat gözüküyordun ama mini etek, topuklu ayakkabı kolay olmasa gerek…
Topuklu ayakkabı üzerinde nasıl dururum, eteğim nasıl, bir yerim görünüyor mu gibi şeyleri sahnede hiç düşünmedim. Oyunu çıkarma derdinden olsa gerek… İlk oyunlarda eteğim belime kadar sıyrılmış ama ben hiç fark etmemişim. Donla oynamışım ve o eteği aşağı çekmeyi akıl edememişim. Bir gün annem geldi, “Oğlum seni izlerken, eteğini indir diye öldük” dedi (Gülüyor). Ama hiç umrumda olmaz. Ne yapayım gören görsün, Orkide bu. Beni ilgilendirmiyor. Normalde çok utangaç bir adamım. Kilo aldığım dönemlerde denize gitmeyecek kadar takıntılıyım. Ama kıyafetlere garip bir şekilde alıştım. Ayaklarım sonradan çok ağrısa da oyun sırasında fark etmiyorum.
Oyunu izleyen bir trans oldu mu hiç?
Evet oldu. Bana yıllarca Twitter’dan İzel diye bir kız hep yazardı. İsmini biliyordum ama sayfasına girip hiç bakmamıştım. Garaj oyunu başladığında “Bu kez beni oynuyorsun, seni izleyemeye geleceğim” diye yazdı. O zaman profiline baktım ve hemen “Lütfen gel, bekliyorum” diye cevap verdim. Ve oyunuma geldi. Nasıl bulacağını çok merak ediyordum. Çok etkilendiğini söyledi. En önde oturuyordu; gözüm hep ondaydı. Oyuna karşı büyük reaksiyonlar verdi. Dramatik sahnelerde başını öne eğdi ve hiç bakmadı. Orkide’nin sevgilisini gelmeyeceğini öğrendiği bir sahne vardır; telefonu kapatır ve ağlamaya başlar. O sahnede İzel, “Gelmez gelmeeez!” dedi. Bu beni çok etkiledi. Oyunun sonunda kulise geldiğinde, “Kirpiğini nasıl takıyorsun, saçını nasıl yapıyorsun” diye sorular sordu, güldük eğlendik. Sonra birkaç kişi daha geldi. Hep güzel şeyler söylediler. Görüşleri benim için çok önemliydi. “Bizi yanlış tarif ediyorsun” deselerdi kahrolurdum, bırakırdım bu işi.
Oyun, bir yılbaşı gecesinde geçiyor. İki kahraman da o geceyi yalnız geçirecek ama bir şekilde bir araya geliyorlar. Sen bu gibi özel günlerde yalnız kalmayı dert eder misin?
Çoook! Umursamıyorum derim ama özellikle doğum günlerimde sevdiğim insanlar beni hatırlamazsa dertlenmeye başlarım. Özel günlere değer veririm. Bu nedenle Orkide’nin yılbaşı gecesi yalnız kalması beni üzüyor.
Garaj’ı Craft’ın Karaköy’deki küçük salonundan sonra şimdi daha büyük salonlarda oynuyorsunuz. Bu sizin için fark yaratıyor mu?
İpek Bilgin, bu oyunu elli kişinin üzerindeki salonlarda oynamamıza izin vermiyordu. O, bu oyunun küçük salonlarda daha gerçek olacağını düşünüyor. İzleyicilerin her şeyi çok yakından görüp hissetmelerini istiyor. İlk sezonun sonunda “Bu oyun çok tuttu, niye elli kişiye oynuyoruz? Oyun Atölyesi’nde bir oyun oynayalım sadece” diye İpek’i kandırdım. Çünkü iki yüz elli kişinin ne reaksiyon vereceğini de merak ediyordum. İki günde biletleri bitti. Derken üst üste beş oyun koyduk. Hepsi tükendi. Ben iki yüz elli kişiye oynayınca kafayı yedim. İki yüz elli kişinin alkışı ve reaksiyonu bambaşka bir şeymiş. Bu sefer dedim ki, “Ben bir yıldır haftada dört kere niye elli kişiye oynadım!” (Gülüyor) Gerçekten çok yoruluyordum. Evet tabii ki küçük salonlardaki gibi etkileyici olmuyor. Şimdi Craft’ın Kadıköy’deki yüz elli kişilik salonunda oynuyoruz.
Önümüzdeki yıl da devam edecek mi?
Aslında yeni oyun yapmak istiyoruz. Onun üzerine çalışmaya başladık. Murat’la (Akpınar) Garaj’ı iki yıl oynadık, artık yeterli diye düşünüyoruz. Genciz ya yeni şeyler yapmak istiyoruz. Ama yeni oyunun etkisi Garaj gibi olur mu diye de endişelerimiz var. Şu an hâlâ Garaj beş yüz kişilik salonu dolduruyor. Bu nedenle yeni oyunu izleyecek elli kişi bulabilecek miyiz korkusunu hissediyoruz. Murat’la en son şuna karar verdik: Garaj bizim için çok değerli bir oyun ve daha yıllarca oynayabiliriz. Bu nedenle her boş kaldığımız zamanda, örneğin senede iki ay bu oyunu oynayalım, dedik.
Seninle 2011 yılında röportaj yaptığımızda çok eğlenceli biri olduğundan bahsetmiştin. “Hayat benim için eğlenmek üzerine kurulu” demiştin. O zamandan bu yana hayat değişti mi senin için?
Hayattaki bütün o rahatlığım gitti aslında. Şimdi çıtalar daha yükseldi, “Daha iyi bir oyunda oynayabilecek miyim acaba?” korkusu var. Bir iş geldiğinde eskiden hemen tamam deyip oynayabiliyordum. Şimdi öyle lükslerim kalmadı, seçmek zorundayım. Çocukluğum gitmiş gibi hissediyorum. Maddi anlamda zorlandığım zamanlarda bile beklemek zorundayım. Diğer taraftan iyi bir tiyatro oyununda oynamak benim için yeterli. Reytingli bir işte oynarsam da para kazanıyorum. Dizilerin çoğu, dört bölüm sonra iyi yazılmamaya başlıyor, klişelere gidiyor. Bu asla televizyona karşı olmak değil. Örneğin, bir Kerem Deren senaryosunda oynuyorsan, dünyanın en mutlu oyuncusu olabilirsin.
Garaj oyun tarihleri:
14 Nisan İzmir Sabancı K. Sarayı Hasan Tahsin Salonu
17 Nisan Trump Kültür ve Gösteri Merkezi
20 Nisan KKM Gazanfer Özcan Sahnesi
23 Nisan Craft Kadıköy
30 Nisan Craft Kadıköy