Fransa’nın belki de Avrupa’nın, hatta dünyanın en önemli kadın oyuncularından biri kariyerinin en üretken ve baş döndürücü dönemini yaşıyor. 63 yaşında, hiç olmadığı kadar meşgul ve ilham verici. Paul Verhoeven’in geçtiğimiz Cuma günü vizyona giren filmi Elle’in yıldızı Isabelle Huppert , filmde vahşice tecavüze uğradıktan sonra agresyonu kişisel ve cinsel açıdan bir araca dönüşen bir iş kadını rolünde karşımızda.
Belli bir yaştan sonra aktris olmanın zor olduğu hep söylenir, fakat sanırım siz bu tarz bir şeyi hiç duymadınız.
Hayır, duymadım. Kadın olmanın bu endüstride zor olduğunu söylerler, fakat hakikaten olmaması gerekir. Kadınlar pek çok insanın düşündüğünün aksine doğal olarak erkeklerden daha iyi performansçılar. Oynamak yerine, kadın bakış açısına sahip olmak daha iyi bence, çünkü bu meslek pasiflik ve agresyonun kombinasyonuna ihtiyaç duyuyor. Bir yandan güçlü olmanız gerekirken, aynı anda kendinizi buna teslim etmeniz de gerek. Erkeklerse genellikle vazgeçmek kavramıyla ilgili problemlere sahipler. Gücün kendilerinde olduğunu bilmeye her zaman ihtiyaç duyuyorlar, bu yüzden en basit haliyle itaat etmek onlar için zor bir şey oluyor.
Elle’deki performansınız, şimdiye kadarki en iyi performanslarınızdan biri. Bu filmle kariyerinizde önemli bir noktada olduğunuz fikrine katılıyor musunuz?
Bu tarz şeylerin farkında olmuyorum. Diyebileceğim tek şey, kişisel anlamda çok özel bir bağ hissettiğim bir karakterdi. Ya sadece kurban ya da sadece fazla güçlü kadın stereotipiyle mücadele eden bir karakterdi. Kontrolü ele alma şekli alışılmışın dışındaydı. Ve bana kalırsa film bunu yani kadınların gücü yaygara koparmadan nasıl kullanabileceklerini hayli sofistike biçimde gösteriyordu.
Bu rol için Paul Verhoeven’in ilk tercihi siz değildiniz, fakat şimdi herhangi başka bir aktristin bu rolü oynayamayacağını söylüyor. Bu konuda nasıl hissediyorsunuz?
Böyle bir şey duymak çok güzel. Film süresince bazı noktalarda Paul benim için baba figürüne dönüştü. Her oyuncu için yönetmen bir tür öncül gibidir. Kendinizi tam anlamıyla onun ellerine bırakmanız gerekir.
Kendinizi Paul’un ellerine bıraktığınızda nasıl hissettiniz peki?
Çok fazla şey öğrendim. Karakterimin biraz hoppalığa ihtiyacı olduğunu fark etmemi sağladı. Genellikle karakterlerimi inşa ederkenki ilk hissiyatım karanlık tarafına dair oluyor.
Neden?
Oyuncuların kendi esin kaynaklarını bulurken iki farklı rota izlediğini söyleyebilirim. Birincisi kendi yaşantılarının ve oldukları kişinin gerçekliği üzerinden diğeri ise fantezilerimiz üzerinden. Benim eğilimim ikinci söylediğime dair. Hareketlerimde rüyalarımdan yola çıkıyorum, bunlar da çoğunlukla kâbuslar. Benim için bu türden bir karanlığı keşfetmek çok heyecanlı ve özgürleştirici bir şey. Ayrıca seyirciyle çok özel bir bağ sağlıyor, çünkü gizemli bir durumu da uyandırıyor. İzleyiciler karşılarındaki karakterin ne kadarının oyuncunun kendi karakteriyle ilişkili olduğundan emin olamıyor, bu sayede duygusal durum çok daha yoğun hale geliyor. Bu da izleyicinin oyuncuyla arasındaki bağı kuvvetlendiren bir şey olabiliyor.
Kariyeriniz boyunca canlandırdığınız rollerde suç, tecavüz, fahişelik ve mazoşizm gibi pek çok deneyim yaşadınız. Bunların sizin için etkileyici yanı neydi?
Hepimizin içinde olan ince çizgide yürümek istiyorum, bu normal davranış ile sapkın ve yasaklanmış olanı ayıran bir çizgi. Sen ve ben aynı anda hem iyi hem kötüyüz, arkadaş canlısı ve düşmanız. İnsanlardaki bu belirsiz ve kompleks olan eğilimi hissetmeye çalışıyorum.
Kendi filmlerinizi seyreder misiniz?
Evet, hepsini seyrettim. Fakat bu bazen korku ve endişeye sebep oluyor.
Kızınız Lolita da sizin gibi aktris. Bu durum iyi bir şey mi size göre?
Biraz karmaşık duygulara sahibim. Bir yandan son derece mutlu olduğum bir şey, çünkü oyunculuk hayatta kalmak için yapılabilecek en güzel şeylerden biri. Diğer yandan biraz endişeli hissediyorum, çünkü bunun aynı zamanda pek çok beklenti, hayal kırıklığı ve başarısızlıkla dolu bir iş olduğunu da biliyorum. Bu endüstride hayatta kalabilmek için fazlasıyla güçlü ve azimli olmanız gerek.
Bu yüzden eğer büyürken tekrar seçme şansınız olsaydı, yine aktris olmayı seçer miydiniz?
Kesinlikle. Benim için oyunculuk, bir işten ziyade yaşamsal bir durum. Farklı insan varoluşlarını bir araya getirmeme izin veren ve her şeyi yansıtma imkânı sağlayan bir şey, bir yetersizliği bile. Çünkü oyunculuk handikaplı olan şeyleri bir erdeme dönüştürebilir. Oyunculuk yaparken kırılganlık ya da utangaçlık gibi şeyleri üretici bir şeye dönüştürebilir, kendinizi daha yakından tanıma imkânı bulabilirsiniz.
Kendinizle ilgili ne keşfettiniz peki?
Seyircinin ne düşündüğünü bilmeye dair çok hassas olduğumu ve zaman geçtikçe daha da ürkek hâle geldiğimi. Asla olmadığım bir çocuk gibi.
Diğer bir açıdan değiştiğinizi hissettiniz mi?
Pek sayılmaz, çünkü gerçekte çocukken olduğum insanla şimdiki halim arasında çok fark yok. Asla çocuksu duygularım olmadı ve o duygular büyüyüp de bir kadına dönüşmedi. Yaşamımın her döneminde bunlar bir aradaydı bence. Bunun aktris olma konusunda beni yüreklendiren şey olduğunu tahmin ediyorum.
Hangi açıdan?
Oyuncular daima işlerinin gerektirdiği sorumsuzluk ve küstahlık miktarı üzerine konuşur ve bu doğrudur. Fakat bu işi sürdürmek için biraz masumiyet ve naifliğe ihtiyaç var. Kendinizi başkasıymış gibi düşünmek, yaşamının en yalın hali değil mi?
Bir film bittikten sonra canlandırdığınız karakterden kopmak sizin için ne kadar zor?
Çok basit, gerçekten. Bazılarının benimle kişisel olarak da ilişki kurmuş olması önemli değil. Nerede başlayıp bittiklerini tanımlama konusunda müthiş bir eğilime sahibim. Bu açıdan, on karakteri aynı dönemde oynuyor oluşum benim için hiç sorun değil. Bir oyuncunun canlandırdığı karaktere fazlasıyla bağlanması ve ondan kopamaması fikrine katılmıyorum. Ben böyle şeyleri daha hafife alıyorum. Böyle yapmazsam hayatım bir kâbusa döner.
Bir seferinde, filmlerin insanların birbirlerine haber ulaştırdıkları mektuplar gibi olduğunu söylemişsiniz. Bunun anlamı nedir?
Filmler festivalden festivale, ülkeden ülkeye seyahat ederler, farklı kültürler ve toplumlar arasında sirkülasyon sağlarlar. Yıllar içinde Filipinler’de, Kore’de, Fil Dişi Sahilleri’nde ve pek çok başka yerde filmler yaptım ve bu filmlerin her birinin başka koşullarda karşılaşamayacağımız insanlarla ve konularla karşılaşma imkânı sağladığını hissediyorum. Ortak bir dil üzerinden bu değişimi sağlıyor olmak çok güzel. Sinema bu ortak dil.