İlhamını 60’lar ve 70’lerin Anadolu rock müziğinden alan, Türk-Alman üçlüsü ENGIN ile yaratıcı süreçleri, ilham kaynakları ve gelecek planlarına dair merak ettiklerimizi konuştuk.
İlk olarak sizleri yakından tanımak adına grubun hikâyesinden bahsederek başlamak istiyorum. ENGIN nasıl bir araya geldi, sizi birlikte müzik yapmaya iten ilk kıvılcım neydi?
Engin Devekıran: Jonas ve ben çocukluk arkadaşıyız. Yirmi yıldır birbirimizi tanıyoruz, aynı okula gittik ve her zaman birlikte gruplarda çaldık. Sonra Jonas müzik, ben de psikoloji okudum. Psikoloji eğitimim bittikten sonra müzik eğitimime başladım, Jonas’ın yaşadığı ve müzik okuduğu şehre, yani Mannheim’a gittim. İlk olarak solo sanatçı olarak başladım ve o zaman bana Engin deniyordu. İki veya üç yıl sonra, üniversitede David ile tanıştım. Ona benimle Türk-Alman indie rock tarzında birkaç demo kaydetmek isteyip istemediğini sorduğumda bu bir Türk-Alman projesi hâline geldi. Yani, ilk EP’miz “Merhaba Montag” da bu şekilde ortaya çıktı. Şarkıları davulda Jonas ile birlikte kaydettik, hızla bir grup olduğumuzu ve birlikte harika bir enerjimiz olduğunu hissettik.
Biliyorum çok bariz bir soru gibi gelecek ama soracağım, dayanamıyorum. Grubun adını ENGIN koymanızın altında yatan sebepler neler? Bu bireysel kimliğe bir gönderme mi, yoksa kolektif bir anlamı var mı?
E.D.: Bu referans aslında benim bireysel kimliğime dayanıyor. Daha önce söylediğim gibi, Engin olarak akustik şarkıcı-şarkı yazarı türünde solo bir proje yapmaya başlamıştım. Gerçekten uzun süre bir isim aradım ve sonra bir müzisyen meslektaşım bana “Hey yani sen Engin’sin, iyi geliyor ve sıradan ve yaygın bir isim değil, neden sadece onu kullanmıyorsun?” diye bir öneride bulundu ve ben de başka bir fikrim olmadığı için kabul ettim. Biz de grubu kurduğumuzda bu isimle devam ettik. Alman-Türk kökenlerini temsil etmesi, “sonsuz okyanus” anlamına gelmesi, şiirsel bir anlamı olması nedeniyle kolektif olarak bu ismi korumaya karar verdik. O kadar da kötü değil, bu yüzden ona bağlı kaldık.
Geçtiğimiz mayıs ayında yayımladığınız ilk albümünüz Nacht hakkında çok iyi geri dönüşler aldığınıza eminim. Albüme baktığımda en sevdiğim şarkı şu diyemiyorum çünkü ayrı ayrı hepsini dinlemekten çok keyfi alıyorum. Nacht’ın hazırlık ve kayıt süreci nasıldı? Albümün hikâyesini bizimle paylaşır mısınız?
E.D.: Kayıt süreci şöyleydi, müziğin çoğu jam’lerle şekillendi; yani bir araya geldik ve tamam, çalmaya başlayalım ve ne olacağını görelim dedik. Hızla bir müzik döngüsü oluşturduk ve bu müziğin belirli bir tınısı olduğunu hissettik. Döngüler üzerine metin yazmaya başladım, dört veya beş şarkı bir araya geldiğinde, şarkıları birleştiren bir şema olduğu ve geceyle ilgili bir şeyler olması gerektiği belliydi. Şarkıları bir araya getirirken, bir konsept albüm fikri ortaya çıktı. Albüm öğlenin ilk saatlerini temsil eden “Alles wird gut” ile başlıyor ve ertesi günün sabahını temsil eden “Stilgelegte Tränen” ile bitiyor. Yani bu geceye ve gecenin farklı yönlerine bir yolculuk gibi. Şarkıları bir araya getirmek gerçekten organik bir şeydi. Kayıt sürecinde, bir bodrumdaydık, kendi prova bodrumumuzda. Orada demo kayıtlara başladık ve daha sonra Berlin’deki bir kayıt stüdyosuna gittik. Toplamda altı hafta içinde on şarkıyı kaydettik.
Alman ve Türk müzikal elementlerin birleşimi sound’unuzun önemli bir parçası. Bu karışımı işin mutfağı olan yaratım sürecinizde nasıl yönlendiriyorsunuz? Bu öğeler müziğinizde nasıl kesişiyor ve müziğinizi nasıl şekillendiriyor?
E.D.: Kesinlikle çok sayıda Anadolu rock müziği dinlemek yardımcı oldu. İlk olarak Cem Karaca’yı dinlemeye başladık ve hızla Erkin Koray ve Barış Manço’ya, ardından da Üç Hürel ve Mavi Işıklar gibi gruplara geçtik. Zaten Türk kökleri ile Batı rock müziğini birleştiren geniş bir müzik türü var. Referans alabileceğimiz 60’lar ve 70’lerden çok sayıda ilham var. Ayrıca özellikle Almanya’da Türkçe unsurları, ritimleri ve sözleri harmanlayan pek çok urban müziği görüyoruz. Ama bu rock veya indie tarzında olmuyor. Biz de bunun artık zamanının geldiğine karar verdik çünkü Almanya’da yaklaşık dört nesildir yaşayan çok sayıda Türk var. Hâlâ Anadolu rock müziği Almanya’da alışılagelmiş bir şey değil ve artık bunun değişmesinin, toplum olarak bu şekilde daha fazla bir araya gelmemizin zamanının geldiğini düşünüyoruz. Yaratıcı süreçte, çok sayıda eski Türk müziği dinliyoruz ve sonra örneğin ritmik kalıplar veya gitarı bir bağlama gibi görüp, onu böyle bir tarzda harmoniyle çalmak gibi kısımları alıyoruz. Elbette Batı enstrümanları çalıyoruz ama içine Türk müziğinin lezzetini de katmaya çalışıyoruz. Anadolu rock da bu anlamda bizim için büyük bir ilham kaynağı. En “Alman” unsurlar ise şarkı sözleri. Geri kalan unsunlar da kesinlikle 60’lar ve 70’lerin rock müziği.
Barış Manço, Cem Karaca, Pink Floyd ilham kaynaklarınız çok çeşitli. İlham aldığınız bu ikonik sanatçıların müziğinizde ve tarzınızda eminim ki etkisi büyüktür. Ancak benim merak ettiğim asıl şey şu, bu isimlerin yanı sıra ilham aldığınız, sizi etkileyen çağdaş sanatçılar var mı?
E.D.: Kişisel olarak benim için Türk müziğini bir ilham kaynağı olarak keşfetme yolculuğumda önemli olan çağdaş bir etki Gaye Su Akyol’un müziğiydi çünkü onun eski tarzlarla çağdaş tarzları bir araya getirerek eşsiz bir karışım oluşturmakta gerçekten iyi bir iş çıkardığına inanıyorum. Gaye Su Akyol albümlerini dinlemeye başlayıp, oradan 60’lar ve 70’lere geri gitmek büyük bir ilham kaynağı oldu. Ayrıca Amerikan country müziğinin de büyük bir hayranıyım. Örneğin Jason Isbell’in harika müzik yaptığını söyleyebilirim. Bugünlerde dinlemeyi sevdiğimiz çok sayıda harika müzik var ama ilham almak için her zaman bir adım geriye gidip müzik tarihine dönüyoruz. Sadece çağdaş olanı kopyalamak değil, geriye dönerek kendimize ait bir şey yaratmak için bunu yapmamızın önemli olduğunu düşünüyorum.
David Knevels: Ben, Andy Shauf’u tercih ederdim sanırım çünkü o modern müzik endüstrisine karşı bir tür anti-hareketi temsil ediyor ve müziği çok hoş, tatlı ve samimi. İşte bu yüzden seviyorum.
Jonas Stiegler: Benim için sanırım John Mayer olurdu çünkü o harika bir söz yazarı ve şarkılarının enerjisinin akması hoşuma gidiyor. Birlikte çalıştığı tüm müzisyenlerle müzikal olarak oldukça iyi yazılmış ve icra edilmiş. Oldukça iyi yazılmış ve müzikal olarak da çok iyi uygulanmış.
Grubun solisti Engin’in kökenlerine ilgi duyması, ait olduğu yere olan merakıyla başlayan bu yolculuğun büyüyerek, gelişerek geldiği nokta inanılmaz. Bu kişisel keşif grubun anlatısını, yaratıcı yönünü nasıl etkiledi?
E.D.: Tabii ki, böylesine yüksek tutku ve enerjiyle katkı sağlamak isteyen iki kişi bulduğum için bu hayal gerçekleşiyor. Yani, bir grupta yer almak her zaman hayalimdi ve bunun harika bir duygu olduğunu söyleyebilirim çünkü bu kadar farklı kültürel geçmişe sahip olmayan birinin aynı enerjiye sahip olmasını beklemiyordum. Ama bunun büyük bir kısmı, Jonas ve benim çok uzun süredir arkadaş olmamız yani çok uzun süredir benimle olması ve kültürel köklerim hakkında bilgi sahibi olmasından kaynaklanıyor. Yani bu her zaman hikâyemizin ve arkadaşlığımızın bir parçasıydı. David ise harikaydı çünkü ona bu müziği göstermeye başladığımda hemen ilgisini çekti.
(David’e soruyor) Anadolu rock müziklerini gösterdiğimde Tayland psikedelik müziğiyle bağlantılı olduğunu söylemiştin, değil mi? İlk defa Anadolu rock tarzında Türk müziği duyduğunda senin için nasıldı?
D.K.: Evet, herhangi bir müzik türü dünya çapında yayıldığında, etkilenen ve kendi versiyonlarını yapmaya başlayan insanların olması gerçeğinin ardındaki fikir bu. İşte bu yüzden dünyanın her yerindeki müzikle gerçekten ilgilenmeye başladım. Çünkü her zaman henüz bilmediğiniz, her zaman keşfedilecek harika bir şey vardır ve bunun çok ilginç olduğunu düşünüyorum.
J.S.: Sanırım bunun sadece müzik olduğunu düşünüyorum. 60’larda psikedelik Batılı şeylerle karıştırdıkları geleneksel arabesk gibi bazı kültürel unsurlar var ancak en büyük bağlantı sadece müziğin kendisi. 2&4 backbeat olayını kastediyorum ve müzikte zaten üzerinde anlaşabileceğimiz şeyler var ve müziğin farklı ortamlarında deneyimledik. Yani tamamen yeni değil. Onu Türk-Alman yapan şeyin ne olduğu ve bazı şeyleri araştırıp bunları elde etmek için bazı şeylerin nasıl değiştirileceğini araştırıyoruz. Evet, sadece Alman-Türk sound’unu andırıyor.
E.D.: Bir diğer büyük kısım da konser verdiğimizde farklı geçmişlere sahip insanların bir araya geldiğini görmemiz ve taze bir şey yarattığımız hissine kapılmamız. Bence yaratıcı açıdan bizim için önemli olan, daha önce 100 kez yapılmış bir şeyi yeniden ürettiğimiz hissine kapılmamak. Yani gerçekten insanlar için yeni ve heyecan verici bir şeyi bir araya getirdiğimize dair bir enerjiye ve duyguya sahibiz. Bunun bizi daha ileri götürdüğünü düşünüyorum.
13-14 Ekim’de iki gece üst üste Salon İKSV’de sahne alacaksınız. Başlangıçta tek gün olarak ayarlanan konserin, yoğun istek üzerine iki güne çıkarıldığını hatta ilk günün biletlerinin şimdiden bittiğini duydum. Bu durum hakkında neler düşünüyorsunuz, böyle büyük bir ilgi bekliyor muydunuz? İlk Türkiye konseriniz hakkında neler hissediyorsunuz?
E.D.: Tabii ki bu şansı elde etmek bizim için delice, talepten ve insanların bizi canlı olarak izlemeye bu kadar büyük ilgi göstermesinden dolayı çok minnettarız. Çünkü sonuçta tüm istediğimiz bu; insanların önünde canlı müzik çalmak istiyoruz. Tabii ki, benim için, şehirde kökleri olan biri olarak (babam İstanbullu ve çocukluğumda buraya pek çok kez gelmiştim) daha özel. Yani burası benim için bir nevi ikinci evim ve geri gelip böyle güzel bir yerde sahne alabilmek ve cumartesi veya cuma gecesi yapabileceğiniz pek çok başka aktivitenin olduğu bir şehirde insanların gelip bunu dinlemeye istekli olması hayallerimin gerçekleşmesinin tanımı. Son aylarda, sosyal medya hesabımızın büyümesiyle, Türkiye’den ve İstanbul’dan birçok kişinin takipçimiz olduğunu gördük ve gösterinin dolabileceğini bekliyorduk ancak 13 Ekim’in tükenmesi ve ertesi gün de bir gösteri yapacak olmamız sadece delice ve gerçekten çok çok minnettarız. İnsanların keyif alabileceği bir gösteri düzenlemekten mutluyuz ve kesinlikle geri dönmek istiyoruz.
Son olarak, ENGIN için yakın gelecekte neler var? Özellikle heyecan duyduğunuz yaklaşmakta olan projeler veya iş birlikleri var mı?
E.D.: Yakın gelecek bizim için konserlerle dolu, bu harika bir şey. Yani İstanbul’dan Almanya’ya döndüğümüzde, yıl sonuna kadar 10’a yakın konser vereceğiz. Muhtemelen yıl sonunda bu yıl 50’den fazla konser vermiş olacağız. Gelecek yıl daha fazla konser vermeyi dört gözle bekliyoruz. Ayrıca, yıl sonuna kadar muhtemelen birkaç yeni şarkı olacak ama şimdilik bunun hakkında fazla bir şey söyleyemeyiz. Önümüzdeki baharda, nisan ve mayıs aylarında Almanya ve Viyana’da gerçekleşecek 20 konserlik turnemizi duyurduğumuz için gerçekten mutluyuz. Türkiye’ye ve özellikle İstanbul’a geri dönmek konusunda gerçekten hevesliyiz. Belki baharda geri gelmenin yolunu bulabiliriz. Tabii ki gelecek yıl Türkiye’de bazı festivallerde sahne almak harika ve müthiş olurdu. Ayrıca kesinlikle İzmir ve Ankara’ya da gitmek istiyoruz. Oraya gitmemiz için bize yazan birçok insan var ve biz de İstanbul’un yanı sıra Türkiye’nin daha fazlasını keşfetmekten mutluluk duyarız. Yani, gelen her şey hakkında gerçekten mutluyum ve bu heyecan verici.