12 AĞUSTOS, CUMA, 2016

Dilara Sakpınar: “Müzik Bir Tür Dışavurum Benim İçin”

123’le hayatımıza giren Dilara Sakpınar, bugünlerde bir solo albüm hazırlığında. Geçtiğimiz yılın Nisan ayında kendi yaptığı şarkıları dinleyicileriyle paylaşmaya karar veren ve Lara Di Lara ismiyle altı parçalık Oraya Doğru adlı bir EP çıkaran sanatçı, bu kez 15 parçanın yer alacağı bir albümle karşımıza çıkacak. Albümün ekim ya da kasım ayında raflardaki yerini alması bekleniyor. Dilara Sakpınar hem heyecanlı hem de endişeli yeni albümle ilgili. Ancak heyecanının endişelerini bastırdığını söylüyor. Sakpınar’la bir araya gelip albüm hazırlıklarını, Türkiye müzik ortamını ve kadın olmayı konuştuk.  

Dilara Sakpınar: “Müzik Bir Tür Dışavurum Benim İçin”

Yaptığınız müziği nasıl tasvir ediyorsunuz?

Aslında bilmiyorum. İngilizcede daha kolay sanırım anlatmak; singer-songwriter gibi daha çok. Burada ‘ozan’ diyorlar ya… Onu kendi adıma söyleyemem ama “şarkı yazarı” diyebilirim herhalde.

Peki üretim sürecinizi tetikleyen şey ne oluyor genelde?

Biraz klişe olacak ama her şey diyebilirim. İnsan ilişkileri, kişisel olarak yaşadığım bir olay, beni etkilemiş herhangi bir şey olabiliyor. Dolayısıyla buna tek bir cevap veremiyorum.

İnsan ilişkilerinde sizi çeken ne? Tanımlaması çok zor bir kavram zira.

Bir arada yaşayabilmenin birinci kuralı iletişim kurmak. Konuşmadan hiçbir şeyi halledemeyiz. Yemek siparişi bile veremeyiz en basitinden ya da bir derdin varsa ve sen bunu anlatmazsan bilemem. Kurduğumuz her iletişimde insanların birbirlerine biraz daha bağlandığına inanıyorum. Ne kadar çok paylaşırsak o kadar evrilebiliriz gibi geliyor bana. Konuşmadıkça sadece kendimize dönüyoruz. O da sağlıksız bir şey oluyor. Dolayısıyla başkaları ne düşünüyor, ne hissediyor, nasıl yaşıyor, nasıl tepkiler veriyor gibi konulardan besleniyorum ben. Sadece söz yazarken de değil; günlük hayatta da böyle…


İletişim demişken 123’ün içinde nasıl bir ilişki var ve bu ilişki yaptığınız müziğe nasıl yansıyor?

Uzun süredir bir şey yapmıyoruz ama grup içinde iletişim kopukluğu olduğu zaman çok fena yansıyor tabii. Bugünlerde herkes biraz kendi yoluna döndü, başka şeyler yapma mecburiyetinde kaldı ama bir arada olduğumuz ve daha yoğun çalıştığımız zamanlar olabildiğince açık olmaya çalışıyoruz birbirimize karşı. Bu çok zor bir şey. Fakat bu şekilde davrandığımız zaman kavga etsek bile daha kolay çözüme ulaşabiliyoruz. Bir de şu var tabii, iletişimimiz açık ve daha rahat bir enerjideysek daha başka çıkıyor müzik, sıkışık olduğumuzda daha başka. Aslında ikisi de güzel, çünkü ikisi de ayrı deneyimler…

Bir şarkının sizde baştan sona nasıl şekillendiğinden bahseder misiniz biraz da?

O değişebiliyor. Bazen bir şey yazmış oluyorum. Bu vapurda otururken de oluyor, şehirler arası otobüs yolculuğunda da olabiliyor. Herhangi bir yerde herhangi bir zamanda gelebiliyor sözler. Sonra yazdığım sözlerin üzerinde çalışarak müziği yapıyorum. Bazen de tam tersi oluyor. Önce müziği yapıyorum, kaydediyorum. Ardından bir söz geliyor aklıma ve onun üzerinden ilerliyorum. 

©Nazlı Erdemirel

Ailenizde çok sayıda müzisyen var. Müziğin içinde büyümüşsünüz adeta. Böyle bir çocukluk geçirmeseydiniz yine de müziği seçer miydiniz?

Seçmeyi arzu ederdim tabii ama bilemiyorum. Çok fazla müzisyenle büyüdüğüm için müziği seçmem daha olasıydı, öyle de oldu. Öte yandan düşününce kardeşim de aynı ailenin içinde büyüdü ama o bambaşka bir yol çizdi kendine. Ben daha özel bir bağ kurdum sanırım müzikle ve ona yöneldim. 

Nasıl kuruldu o bağ? 

Ben müzikle gerçekten çok fazla bağ kuruyorum. İlla kendim yapmam da gerekmiyor. Bir müzik ya da bir ses duyduğum zaman beni çok etkiliyor gerçekten ve çok fazla duygu yaşatıyor. Sinirlenebiliyorum da, mutluluktan ağlayabiliyorum da. Çünkü müzik bir tür dışavurum benim için. Çok büyülü bir şey, çok büyük bir etkisi var. Birleştirici bir özelliği var, yakınlaştırıcı, anlatıcı, öğretici… Dolayısıyla çok fazla dalı var aslında. Herhalde bu özelliği sayesinde kurabildim o bağı. 

Yeni bir albüm hazırlığı içindesiniz bu ara. Biraz da ondan bahsedelim isterseniz…

Ben çok uzun zamandır şarkı yapıyorum ama bunu hep kendi kendime yapıyorum. Bir noktada bunları paylaşmam gerekti. Geçen sene Nisan ayında altı parçalık ilk EP çıktı. Şimdi de 15 parçalık bir albüm olacak. Sonlarına yaklaştım sayılır. Parçaların arasında çok eskiden yazdıklarım da var, yeni yazdıklarım da. 123’te de klavyecimiz olan Burak Irmak’la baya kafa yorduk, adeta benle beraber yol aldı bu süreçte. Söz, beste hep bana ait. Yalnız bir parçada Ertuğrul Güney'le beraber çalıştık.

Yeni albüm heyecanı nasıl bir şey peki?

Müthiş karmaşık bir şey aslında. Bir yandan çok mutlu ve çok heyecanlıyım; bir yandan da birtakım endişelerim ve korkularım olduğunu fark ediyorum. Bir de tek başına bir şey yapmak, grup olarak bir şey yapmaktan daha farklıymış. Daha yalnızsınız tek başınıza olduğunuzda. Her şeye benim karar vermem gerekiyor, her şeye benim koşmam gerekiyor. Sadece benim şarkılarım var albümde, bu da ayrı bir stres tabii. Öbür türlü “beraber yaptık zaten” fikrine sığınıyorsunuz. Tek başınayken daha çıplak kalıyor insan. O yüzden oldukça stresli ama heyecanı da çok başka. 

©Nazlı Erdemirel

Bu albümün başka nasıl bir farkı var sizin için?

Şarkıların hepsi bana ait olduğu için daha çok benim hikayemi anlatıyor bu albüm. Benim tarafımda gerçekleşen ya da gerçekleşmesini istediğim şeylerden bahsediyor. Gruptayken daha farklıydı. Yine benzer konular ilgimi çekiyordu tabii ama orada bir iş birliği vardı. 

İngilizce şarkılar da var mı yine bu albümde? 

Hayır, parçaların hepsi Türkçe. İngilizce parçaları koymamaya karar verdim. Onları ayrı bir albüm yaparım belki ama önce Türkçe parçalar çıksın istedim. 

Kadın bir sanatçı olarak Türkiye müzik ortamında var olmak üzerine neler dersiniz? 

Kadın olmak başlı başına zor bir şey bence. Türkiye gibi ülkelerde bu, daha çok hissedilen bir şey ama Avrupa’da da çok farklı değil, orada da bir ayrım oluyor. Fakat çoğu Avrupa ülkesinde belli bir kültür seviyesine gelindiği için bu ayrımı çok fazla hissetmiyorsunuz, eşitliğe daha yakın bir ortam var oralarda. Ne yaptığın daha önemli böyle ülkelerde. Sen iyi müzik yapıyorsan, kadın ya da erkek olman önemli değil, imkânlardan aynı şekilde yararlanabiliyorsun. Türkiye’de ise zaten çok az imkân ve destek var. Bir yandan da bu iyi bir şey. Çünkü daha fazla kafa yormak ve savaşmak gerekiyor, bu sayede daha da güçleniyor insan. Fakat diğer taraftan da çok yıpratıcı ve hatta yıkıcı bir mesele bu. Kadın bir sanatçıysanız da Türkiye’de maalesef hep başka bir gözle bakılıyorsunuz. “Yapabilir mi ki?” endişesiyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Kadın müzisyen sadece şarkı söyler, belli kıyafetler giymelidir ya da giymemelidir gibi çok fazla ön yargı var. Bu durum, eskiye göre daha fazla okuma, gezme gibi fırsatlara sahip olmuş bizim neslimizde bile görülebiliyor. Bazen ben de ne giyeceğimi düşünmekten tıkanıyorum ya da bir enstrüman çalacaksam çekinebiliyorum. Bunlar istem dışı gelişiyor. Ne kadar baskı altında olduğumu böyle zamanlarda daha çok anlıyorum. Fakat bunu konuştukça, paylaştıkça, bir şekilde dışa vurdukça bir şeylerin kırıldığına da inanıyorum ya da kırılacağına… Biraz ısrarcı olmak lazım galiba, güçlü olmak lazım. Bu noktada iş birlikleri de çok önemli.

Ne gibi iş birlikleri mesela? 

Birlikte parça yapmak gibi, bu konularla ilgili söz yazmak gibi ya da… 

Kadın müzisyenler arasında var mı böyle bir dayanışma?

Kısmen var. Biraz zor gelindi o noktaya ama özellikle şu son zamanlarda çok daha fazla var olduğunu söyleyebilirim. Kıskanmak, bir başkasını alkışlayamamak, onunla gurur duyamamak, duysa da bunu gösterememek, hep sanki bir yarış içindeymişçesine algılamak gibi bir eğilim var bizde. O da egolarla ilgili bir mevzu tabi. Kendini ne kadar bilip bilmediğinle alakalı. Birbirimizi beğenmek, yüceltmek, hataları söyleyebilmek, eleştirmek bunlar hepimizi ileriye götürecek şeyler. Ama o kıskançlık duygusu, rekabet engel oluyor buna. Bu duyguları biraz törpülemek gerekiyor. 

Herkes bu denli tutkuyla yaparken bu işi, gerçekten mümkün mü peki bu duyguları törpülemek? Ego, kapının dışında bırakabildiğimiz bir şey değil nihayetinde.

Değil tabii, ama evrilebilir bir şey bence. O da gerçekten yaptığın işle meşgul olmaya bakıyor. Sadece müziğine bakıyorsan ve ona inanıyorsan o zaman zaten kendi içinde bir sağlamlık oluşturuyorsun ve kaymıyorsun farklı kanallara. O zaman bir başkasını tebrik edebilmek ya da dinleyebilmek, alkışlamak mümkün olabiliyor. Aksi halde çok sıkışmış duyguların arasında kalıyor insan. Tabii ki hepimizin egoları var ve hepimiz en iyi olmak istiyoruz ama bunun sonu yok. Bu yüzden kendinle barışık olup tamamen yaptığına konsantre olmak önemli olan. 

©Nazlı Erdemirel

Peki sizin alkışlayarak dinlediğiniz kimler var Türkiye’de?

Kendimden çok farklı ama çok özel olduğunu düşündüğüm Ceylan Ertem var, çok da yakın arkadaş olduk zaman içinde. Onu çok beğeniyorum; çünkü kendine has bir stili olduğunu düşünüyorum, bence o önemli bir şey. Can Güngör, son bir-iki yıldır güzel müziklerle gelmeye başladı. Ayyuka’yı beğenirim. Büyük Ev Ablukada’yı severim ama sanki akustik çaldıklarında daha da çok seviyorum. Nekizm’i beğenirim; bir süredir bir şey yapmıyorlar ama bence gayet başarılılar. Mirkelam çok severim bu arada, ilk albümünü özellikle. Koyu Sezen Aksu’cu değilim ama bazı parçalarını çok beğenirim. Yeni dönem sanatçıları içinde Yasemin Mori’nin özel bir yeri var. Bu isimlerin yaptığı işler oldukça hoşuma gidiyor. “Ben de yapayım”, “Beraber yapalım” gibi istekler yaratıyor bende. Böyle gidersek çok güzel bir yere gidebiliriz. 

Hakikaten güzel bir yere doğru gidiliyor mu sizce?

Gidiliyor. Tatmin oluyor muyuz, onu bilmiyorum açıkçası. Bence daha çok yolu var ama özellikle son birkaç yıl içinde motor çalışmaya başladı gibi geliyor bana. Bence güzel şeyler olabilir. 

Ne tetikledi sizce bu süreci?

“Büyüyor olmak” gibi basit ama değerli bir konu olabilir bunun altında. Yavaşça o egolardan sıyrılıp herkes kendi yolunu buldukça gelişen bir süreç de olabilir. Öte yandan ülkenin durumunun da oldukça etkilediğini düşünüyorum. Gittikçe çalamamaya başlamak, konserlerin iptal olması gibi sebepler de birbirimize destek olmayı öğretti bize, öğretiyor da. O yüzden bir umudum var ama hâlâ çok lokal olduğumuzu düşünüyorum. Bunda tabii ki bir problem yok. Fakat isterdim ki Londralı bir grubu nasıl Türkiye’de dinliyorsak bizler de daha geniş bir alanda dinlenebilelim.

Bu lokal kalma meselesinin altında ne yatıyor peki?

Türkçe. Tabii ki Türkçe müzikler de rahatlıkla dinlenebilir. Nasıl Portekizce bir parçayı hiç anlamadan dinleyebiliyorsak onlar da bizim parçalarımızı dinleyebilir. Fakat bunu tanıtmakta sıkıntı çekiyoruz. Belki de yeteri kadar girişken değilizdir. Olduğumuz yere tutunup, tutulup o küçük dünyanın içinde kayboluyoruz sanki. Hayat şartları da etkiliyor tabii. Para kazanmak kolay bir şey değil. O yüzden “Ben burada bir şeyler yakalayayım, ondan sonrasına bakarız” gibi bir düşüncemiz oluyor genelde. Benim de olduğumuz yerin biraz da olsa dışına çıkabilmek gibi bir hayalim var tabii. Paris’te binlerce kişiye çalabilmek çok isterdim mesela. 

0
11272
0
Fotoğraf: Nazlı Erdemirel
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage