28 OCAK, CUMARTESİ, 2023

“Dinleyicilerimle Artık Daha Organik Bir Bağım Var”

Üretken sanatçı Onur Özdemir nam-ı diğer Onurr ile sözü, müziği ve düzenlemesi kendisine ait olan dördüncü albümü Methiyeler’i, albümde yer alan şarkıların üretim sürecini, dinleyiciyle ilişkisini ve yeni projelerini konuştuk.

“Dinleyicilerimle Artık Daha Organik Bir Bağım Var”

Geçtiğimiz günlerde Instagram’da, yeni çıkacak olan Methiyeler albümünün şarkı isimlerini “Yeni çağıma hoş geldiniz canlarım.” yorumuyla paylaşan Onurr aka Onur Özdemir’in bu albümü, gerçekten de Onur Özdemir için yeni bir çağ başlatabilir. Methiyeler, 27 Ocak'ta dijital ortamlarda yerini alırken, kendisiyle Onurr projesini ve yeni albümünü konuştuk. Harika enerjisiyle sorularımı yanıtlayan Onurr, “Dinleyicimle artık çok daha organik bir bağım var, onlara çok özenle çalıştığım bir şeyi sunuyorum ve ilk kez onun tatminini yaşıyorum” diyor ve ekliyor, Sakin Tribute konserleri şu an herkesi o kadar etrafıma çevreledi ki, beni hazır bekleyen birilerine ilk kez böyle bayağı özenle çalıştığım bir şey sunacağım."

“Yeni çağıma hoş geldiniz canlarım” yorumuyla beraber 27 Ocak’ta çıkan Methiyeler albümünün şarkı isimlerini takipçilerinle paylaştın. Albüm çıkmadan önce 10 şarkılık Methiyeler albümünden iki şarkıyı tekli olarak yayımlamıştın. Tekli için aldığın tepkileri anlatır mısın?

“Seyran-ı Bela” şarkısını albümde sıralama olarak birinci şarkı düşünüyordum ama videosunu önden yayımlacağımız bir tekli olarak düşünmüyordum. Sony'deki patronum Özden de “Seyran-ı Bela’yı ilk tekli olarak verelim” deyince -ki şu sıralara bu tarz işaretlere inanıyorum-, “Emin miyiz?” diye sordum ama çıktıktan sonraki tepkiler çok güzel oldu. 2021'in sonunda If Performance Hall Beşiktaş'ta gerçekleştirdiğimiz Sakin Tribute konseri benim için bir milat oldu ve ondan sonra ben, bana küsmüş olan Sakin dinleyicilerimi de ufak ufak Onurr personama çekmeye başladım. Zaten Onurr personam da pandemide gittikçe dönüşmüştü. Çünkü daha önceki Onur işlerim vizyonsuzdu, aceleye gelmişti. Pandemiden önce Alper (Narman)’den de ayrılmıştım. Pandemide o kadar uzun süre kendi başıma kalınca pop müziği üretme tekniğimi de değiştirdim, yenilemiş oldum. “Seyran-ı Bela” için “Thom Yorke bunu dinlerse ağlardı” şeklinde tepkiler oldu. Thom Yorke’a benzetenler oldu ama ben bunu bir pop albümünde yaptım.

O zamanlar Onurr projemle çıkardığım ilk işlerim Sony ile “Artist” birinci tekli, ikinci tekli “Aşıklar Ölmez” sonrasında “Ruj” ve ondan sonra da Bir Kahramanlık Hikâyesi isimli bir albüm yaptım ve o Sony ile ilk dönemimdi. Sonrasında 3-4 yıl ara verdim, o süreçte pandemide ufak ufak kendi başıma yaptığım solo, self-release işler vardı. O zamanla olmayan vizyonum bugün var ve o süreçteki kararsızlıklarıma göre bu sefer “daha kararlı” bir kararsızlık hâlindeyim. Öyle olunca hem “sound” konusunda istediğim yerdeyim hem o konserden beri bana bakan Sakin hayranları, beni merak eden Sakin hayranları da “Seyran-ı Bela”yı beğendiler. Onun üzerine “Hürmet”i de çıkarınca, insanlar, çok daha rahat yaklaştılar. 

​Geçtiğimiz temmuz ayında, BKE var KÖFN'den, Bilge ile beraber çıkardığımız “Bir Rüyaysa” şarkısı da bambaşka bir pop dinleyicisini benim sularıma almıştı. Onlar bir anda “Seyran-ı Bela”yı görünce, “Bu nasıl bir şarkı?” dediler. Onlara ters gelen ama Sakin dinleyicilerime hoş gelen bir şarkıydı. Öbürlerine o tersoluğu yaşattım, Sakin dinleyicilerine ise tekrar bana gelmelerini biraz daha sağlamış oldum. “Hürmet”i, “Bir Rüyaysa”yı seven dinleyicilerim için vermiş gibi oldum, “Oh be, house duyduk” dediler. Sakin dinleyicileri de “A, evet ya, biraz dans edebiliyoruz.” gibi oldu. “Hürmet”i hem klip dünyası hem de anlatım dünyası olarak çok daha sakin, çok daha oturmuş, çok daha olgun, nanik yapmaya çalışmayan, oturup 50 kere klibini de izleyebileceğin, 50 kere müziğini de dinleyebileceğin bir yere getirdik. Daha sakin, ben aslında buyum.

Albüm için “Kariyerimin en ama en güzel albümünü yaptığımı hissediyorum” dedin. Çünkü albüm baştan sona bir duygu destanını anlatıyor. Sözlere de baktığımda bir akış varmış gibi hissettim. Albüm süreci nasıl başladı? Albümü ortaya çıkartırken yaşadığın duyguları da merak ediyorum. 

Sondan başlayacağım yaşadığım duygularla. Aslında Sakin’in Hayat albümü sonrası bir demo albümü yapmıştık ama toplamda bu artık beşinci albüm gibi hissediyorum. Bu işe yaklaşırken ister istemez onun verdiği bir oturmuşluk ve kanıksadığım alışkanlıklar oluyor. O yüzden de nasıl bir hissiyatım olduğunu aslında yazdıktan sonra görüyorum, hepsini toparlandıktan sonra. “Hayatımın albümünü yaptım galiba” hissini, sekizinci şarkıyı yazıp kaydetmeye başladığımda, “Çok güzel oluyor” dediğimde hissettim. Benim için güzel, başarılı bir albüm. Hem BPM dünyası olarak farklı yerlere uğrayabilen hem tarz dünyası olarak etnik de olabilen; yani hem lokal coğrafya içerisinde etnik yerlere hem de daha geniş perspektifte farklı noktalara uğrayabildiğimi düşündükçe o hisse vardım. O yüzden geriye dönüp baktığımda, -Ağlak Disko'ya bakarak karşılaştıracağım duygusallık kısmını-, orada hâlâ sevgilisiyle uğraşmaya çalışan çok karanlık bir adam vardı ama burada artık o kadar uğraşmaya çalışmıyor. Burada artık vedasını etmeye çalışıyor. O vedanın da büyüklüğünü sunmaya çalışıyor: “Buradan sonrasında artık benim sana vebalim, borcum yok. Sana yapabileceğim en şık, en zarif, en büyük, en güzel şarkıları yapıyorum ve bitiriyorum.”

​“Kuyruklu Yıldız ve Cep Komandosu” köpeklerime verdiğim isimler aslında. Dişi bir köpeğim var, onun kuyruğu çok uzun, sokak köpeği, kuyruğu kocaman olduğu için kuyruklu yıldız oldu. Cep komandosu da oğlum, o da çok hareketli, ufak tefek. Onun üzerinden bir aşk hikâyesi anlattım. O yüzden çok grande grande ne bileyim, grande anlatmak hoşuma gidiyor sanırım.

Şarkıları oluştururken bir birliktelik oluşturma niyeti içerisinde miydin?

Bir konsept albüm yapıyorum ciddiyetinde ve takıntısında değildim ama hem aynı dönem yazdığım için söz duygu dünyası olarak hem de şu şu olsun, bu bu olsun diye bir çeşide yaymak istediğim için farklı tarzlarda olsun istedim. O yüzden de ister istemez belli bir tutarlılık oranı ve dizgisi var, hem sound hem duygu hem de söz olarak. Ama bunların hepsini bitirdikten sonra karar verdim. Bitirdim dinledim ve sonrasında da gerçekten bin kere dinlemişimdir. Sıralamayı sürekli değiştirdim, sürekli nanik yapma derdindeyim dinleyicime. Artık çok daha organik bir bağım var. Bu albümde de sanki Sakin’in Hayat albümünden sonra çıkartacağımız o ikinci albümde yaşayacağım beklentiyi karşılama hissindeyim. Birileri benden albüm bekliyor ve onlara çok özenle çalıştığım bir şeyi sunuyorum gerçekten. Onun tatminini yaşıyorum ilk kez. Çünkü Ağlak Disko'da onu o kadar da yaşamadım. Dediğim gibi orada Sony ile eski dönemimi bitirmiştim, sonra pandemide kendime çekilmiştim bir anda. Ağlak Disko’da aslında o kendi kendime denediğim şeyleri ilk kez tutarlı olarak ortaya koymuştum. O kadar ciddiye alınacağımı bile düşünmüyordum. Ağlak Disko sonrası yaşadığım süreç, Sakin Tribute konserleri, şu an herkesi o kadar etrafıma çevreledi ki beni hazır bekleyen birilerine ilk kez böyle bayağı özenle çalıştığım bir şey sunacağım. Ondan yeni çağım diyorum. Beni bekleyen birileri var ve onlara hevesle bir şey sunuyorum ve o bekleyen insanların yazdıklarını görüp biliyorum. Ben bunu ilk kez bu kadar yoğun yaşıyorum ve yaşadığımın farkında olarak sarılıyorum yaşadığım şeye. İnsanlara albümü beklettim. Tarkan'ın veya Mor ve Ötesi'nin bir albümünü bekleme hevesi kadar hevesle albümü bekliyor insanlar.

Özellikle Ağlak Disko'dan sonra oldu bu, mesela belli bir yaş üzerinde 40 yaş üzerinde, 50 yaş üzerinde kadın hayranlarım var. Yanlarına eşlerini alıp geliyorlar konsere. Onların beklentisi var ama yan tarafta 16-17 yaşında cinsiyet değiştirme operasyonu bekleyen dinleyicim de var. Onların nasıl beklediğini biliyorum. Kendi dinleyicimle çok organik bağım var ve insanların bana attığı DM'leri okumayı da seviyorum. Kıymet veren insanı anlıyorsun, uzun yazılmış şeylere de cevapsız kalamıyorum. O yüzden hevesle beklenen bir albüm var şu an. O destansılık, dizgilik planlı olarak karar verdiğim bir şey olmadı ama sonrasında çok özendiğim bir şey oldu. Bir şey anlatmaya çalışıyorum, evet. 

Hayat sonrası bana çok ulaşmaya çalıştılar ama ben hem o an o kadar görmeye hazır değildim hem de popüler müzik o zaman o kadar zorlanabilecek bir alan değildi. Bir de biraz burayı, orayla birleştirdim. İnsanlar, “Burada ne demek istemiş?” sorusunun cevabını da istiyorlar benden. Madem bunu istiyorsunuz alın işte, bize onu ver diyorlar gerçekten.

Albümünü ortaya çıkarmak bambaşka bir enerji ve süreklilik ister. Sözleri ve besteleri oluştururken bu sürekliliği ve enerjiyi nerelerde buldun? Albümün yapım aşamasında nelerden destek aldın?

Genelde o yola girdiğim anda çok az insanla görüşmeye başlıyorum. Kapatıyorum kendimi. O zaman köpeklerimle baş başa olan bir rutine girmiş oluyorum. Deli gibi çay tüketiyorum, yemek yemeyi unutuyorum o anlarda. O süreçlerde genelde günde bir simit veya kahvaltıyla duruyorum, akşam yatmadan bir iki saat öncesinde artık midem kazınmaya başlıyor. Kalan poğaçamsı, kurabiyemsi bir şey varsa onları yiyorum. Gerçekten yemek yemeyi unutacağım bir sürece giriyorum.

İki buçuk yılık pandemi sürecinde ben de çok büyük bir duygusallık yaşadım. Pandemi öncesinde başlayan bir süreç pandemide çok yoğunlaştı ve o süreç boyunca -aslında neredeyse iki, iki buçuk yıl- hiç şarkı yazmadım. Çok yakın arkadaşım Ozan Bayraşa'nın stüdyosuna girip yazdığımız iki şarkı vardı. Birini Kenan Doğulu okudu, “Bu Maya” diye, bir de Selin, “Asi” isminde şarkıyı okudu. Onun dışında aslında kendim evde oturup şarkı yazmamıştım. Öyle bir hevesle çıkıp artık girişince bir şeyler yazdım ettim falan “Methiyeler”i çok sevdim. “Methiyeler”, “Bam bam bam ben hitim” diye bağıran bir şarkı değil ama bana o konsepti yaşatan bir şey oldu. Öyle olunca da o ara yazdığım bazı şeyler vardı. İnsanlara verdim, dinlettim, başka şarkıcı arkadaşlara yolladım ama “Methiyeler”i kendime gizleyip, köpeklerimle parkta şurada burada dolaşırken dinledim.

Normalde benim kafamda beklettiğim şarkı formları vardır. Yolda yürürken, buraya gelirken orada bir türkü duymuşumdur, o türküden beş dakika önce tekno duymuşumdur, üç sekizlik vals duymuşumdur bir yerde. O üç sekizlik vals ile türküyü o an ben kafamda bu nasıl olur diye tuttuysam onu haftalar boyunca düşünürüm; yürürken, bir şeyler yaparken… Sonrasında bir gün öylesine aklıma gelir, bilgisayara oturup klavyenin başına geçerim. Her gün otururum klavyenin başına o bir alışkanlığım olur, oturduğum anda “Ben üç sekizlik bir türkü yapacaktım, onu duymuştum, üzerine düşünmüştüm.” deyip onunla ilgili o ana kadar kafamda kurduğum teknik, ilham olarak neleri düşünürsem onları teker teker denemeye başlarım. Kendimi kapatmış olduğum için rutinim artık son dört beş yıldır şöyle geçer, köpeklerimle baş başayımdır. Sinem’dir, Ece’dir, kontrol etmem gereken insanlar vardır, onun dışında çok kendimi açmıyorum insanlara o anlarda özellikle. Kahvaltı ederken hemen sonrasında şarkı okumayı çok seviyorum. Mustafa Keser şarkılarıyla çok vaktim geçti son bir yıldır, onu okuyorum. Bir saatlik bir performans durumum oluyor. “Bilalim”, “Kadifeden Kesesi”, “Ağır Roman” parçaları vardır, dokuz sekizliğin ağırı sonra pat diye o şarkıya başlıyorum. 

​Genel olarak dediğim gibi kendimi hiç yormuyorum, sıkmamaya çalışıyorum. Sonuçta şöyle bir şey var, kendimi ciddiye alan bir insan değilim. Şu an altı aydır bunun eğitimini yapıp kendimi ciddiye almaya başladım ama normalde ciddiye alan bir insan değilim, işimi ciddiye alan bir insanım. Kendi işimi çok ciddiye alıyorum, o yüzden de robot değilim sürekli hit yazmak zorunda olan. Her senenin en çok dinlenen şarkısını yazmak istiyorum ama onu dün yazdıysam ben bugün artık oturup rahat rahat türkü yazmak istiyorum 80 BPM'li, ertesi gün bir tane raggee yazmak istiyorum, ondan sonraki gün bir tane trap-arabesk gibi o kadar piyasanın göbeğinde bir şey yazmak, denemek istiyorum, içimde bu his var. Kendime de hep hatırlattığım şey de budur, “Onur’cuğum sen bir robot değilsin bunu unutma, yarış atı değilsin.” Her gün hit yazmak zorunda da değilim. Böyle böyle sakinleşip, kendimi yormadan devam ediyorum.

Türkülerden bahsettiniz. Albümünüzde de Burdur yöresine ait bir Gülsüm türküsünden esinlerek yazdığınız bir şarkı var, “Derbeder”. Derbeder nasıl ortaya çıktı?

Biz normalde Ah! Kosmos ile beraber bir iş yapacaktık. Sonrasında bir şekilde tam istediğimiz yere ulaştıramadık, ben de dedim ki “Ben bu sözlere başka bir şey yapacağım.” Tabii ki etik, ahlaki olarak ona söyledim, “Bak ben bu sözleri kullanacağım.” Sözleri çok sevdim çünkü. Tam o dönem sevgilimle olan, hissettiğim bir noktadaydım. Oturup hemen bundan bir şarkı yazmam lazım diye düşündüm. Olabildiğince orada yapılandan uzak bir şey yapmak için uğraştım. Benim haftalık ilham durumlarım vardır. O arada sürekli Orta Asya müzikleri dinliyordum. Özbekistan'dan, Tacikistan'dan bizim Türkmen eski abiler, tar ve kopuz çalarak böyle gırtlaktan söylüyorlar. Ben de onlar gibi söylemeyi deniyorum. O arada Ah! Kosmos’a “Bu işi yetiştiremeyeceğiz ve ben bunun sözlerini kullanmak istiyorum” dediğimde de o hafta bu müzikleri dinliyorum. Sample yapacak bir şey düşündüm. Sample’ı çıktı, “Derbeder”in sözlerini koydum derken o sample güzel geldi. Beat’ini de afro çok istiyordum, son beş yılda belki 40 tane afro şarkı yazmışımdır, son altı ayda da 10 tane afro yazmışımdır. Kendi albümümde de aslında afro beat’i farklı BPM’lerinde var. Afro olsun deyince o kopuzlu abinin sample’ı loop’u, afro beat üzerine “Derbeder”in sözleri derken, sevgilim de Yörük, o yüzden öyle bir yerlerden girsin istedim. O akıştan gittikçe gelişti. 9-10 saatlik yazma süreci oluyor zaten, orada duşa giriyorum, duşta bir şey üzerine kuruyorum. O süreçte de genelde evde herhangi birinin olmaması, telefonla birinin ulaşmaması falan çok güzel oluyor. Çünkü çok alakasız bir şey sizi kaybettiriyor. O akışa girdiysem de sittin sene kimse ulaşamaz gerçekten, menajerim de ulaşamaz. Çünkü birinci saatten sonrasında gerçekten heveslenip, masanın üstüne çıktım mı “Vov, güzel bir yere gidiyoruz” dediğimiz hevesli bir anım oluyor. Özellikle slow şarkılarda çok ağlıyorum, yazdığım şeylerin karşısında, bir yerden sonra oluyor. Bazen de çok hareketli bir şarkıyı, mesela “Bu Maya”da onu hissettim, ilk yazdığım anda gerçekten böyle göz yaşlarını tutamıyorsun, “Oha, nasıl bir şey ya” diyerek. Orada etkilenilen şey beat’ten gelen şey. Hareketli bir şarkının verdiği keyifte dünyadan yakalamaya çalıştığım ritmik bir yapı var ama bir taraftan Türkiye'deki şiir geleneğine dair bir şey çıkarmak istiyorsun. Melodi dünyası olarak da birazcık eskileri hatırlatsın ama yeni bir şey olsun, onu kendin görünce sevinçten ağlıyorsun hareketli şarkıdan.

Methiyeler’in çıkış şarkısı olarak “Güya” şarkısını seçtiniz ve bir klip çektiniz. Çekimler nasıl geçti, klipte ne tür bir hikâye oluşturmak istediniz?

Çok güzel geçti. Ben orada kendimi artık böyle bir aymazlığım var, -umarsız bir zamanımdı- şu manada, sallamıyorum artık bunu mu yapmalıyım yoksa şunu mu yapmalıyım. İçimden neye hevesleniyorsam onu yapıyorum, çünkü ister istemez zaten estetik konusunda güvendiğim insanlar var, şirketim var, bir noktada zaten beni durduracaklarını biliyorum. Kendi zevkinin de bir sınırı var yani oranın ötesine taşmak istemediğin. Bir de başak burcuyum zaten o yüzden hep makul sınırlar içerisinde kalmayı severim, akılcı sınırlar içerisinde kalmayı. Öyle olduğu için de kliplerde artık şarkıyı bitiriyorum, lokomotif hâlinde. Onu teslim ettik, diğer şarkı, onun mastering’i geldi, mastering’i verdik, klip çekilecek pıt pıt şekilde geçtiği için… bu işin kendimce çözdüğüm yöntemi böyle. Şarkıyı bitiriyorum, şarkının ismini düşünüyorum, “Hürmet” şarkısı, “Güya” şarkısı gibi. İmgeler düşünüyorum, o imgeyi neyle verebilirim. Biraz dans edebileceğim bir şey vermek istiyorum, dans etmeyi seviyorum çünkü. Çok profesyonel dans etmiyorum ama Michael Jackson'ın ergenliğindeki gibi dans ediyorum, o bile beni mutlu ediyor. Sonuçta bu benim dünyam. Beni seven ve buna alkış tutan insanlar olduğu için de artık böyle gidecek, üzgünüm yani. :)

“Güya”da da İkinci Dünya Savaşı’nda asker sevgilisini kaybetmiş ve onu bekleyen birisiyim. Japonya'nın güneyinde çok merak ettiğim Okinawa adası var, tropikal, Hawaii'ye en yakın adası Japonya'nın. Savaştan sonra uzun bir süre Amerikan kontrolünde kalmış. O yüzden biraz Kaliforniya havasında olan Japon kültürü düşündüm. Kendi kafamda öyle hayal kurdum. Adaya kapanmış sevgilisini bekliyor. Ona böyle bento kutuda yemekler hazırlayıp kutuyu koyuyor, keşke gelse gibisinden. Biraz o konsepti yansıtmak istedim.

​Japon kültürüne çok meraklıyım pandemi ve öncesinde de çok şey izledim, pandemide özellikle NHK World'de Japanology diye bir belgesel var 250 bölümlük bir belgeseli izledim. Bir bölümü bento kutusu nasıl hazırlanır, bir bölümü Japon leyleği üzerine, bir bölümünde kimono nasıl sarılır, kılıç kaç çeşit çelikten yapılır, detaycı, Japon kültürü seviyorsan dehliz. Japon kültürünü seviyorum, onu kullanmak istedim. Sebat etmek, beklemek, özlemek, hasret duymak, emek sarf etmek bir şey için. Şiiri en yüksek şarkı, biraz da onun için uğraştım. Nakaratın bir yerinde Aysel Gürel'in bir şarkısında kullandığı bir imge vardı, ona şapka çıkartıp selam yolluyorum. O yüzden şarkının nakarat kısmında Aysel'in de tılsımı var. O yüzden çok yüksek şiiri var. O yüksek şiiri de böyle bir Japon minimalizmi ama detaycılığında yansıtmak istedim.

“Çal Keke” şarkısı ismini ilk gördüğümüzde nasıl bir şarkı olacağı konusunda meraklandırıyor. “Çal Keke”nin ortaya çıkışını aktarabilir misin?

Şarkının ikinci yarısında kemanlar girdiğinde böyle bir duygu platolarında koşturan Heidi gibi hissediyorum kendimi. O kadar pirüpak yoğun bir duygusu var ki şarkının, bir yerden sonra o önyargı durumuna hiç yer bırakmıyor ama evet o önyargıyla oynamayı seviyorum. Hatta birisi 3-4 gün öncesinde, ben o şarkı listesini paylaştığımda, “Ya biliyorum bu önyargı ama ‘Çal Keke’ şarkısını sevmeyeceğim sanırım” dedi. Ben de “Sen git o ezik köşende otur ağla yallah” diye bir şey yazdım. Dediğim gibi benim dinleyicimle çok net ve organik bir bağım var. Albümün çıkmasına son bir ayım kaldığında sonrası için çok hevesleniyorum. Bana negatif bir şey söylemeye kimsenin hakkı yok üzgünüm. Ufak ufak eleştirini söylersin ama orada hevesle koşturan birisine “Sen de bunu artık yapma” demek, bana çelme takıp düşürmek gibi geliyor. Bırak ya ben o “finish” çizgisini bir bitireyim, soluklanayım bana da de ki “Kardeşim bu da kötü olmuş” de ama bir dinle. O an ben o pembe dünyamı yaşayacağım. İki gün sonrasında sen o eleştiriyi yapabilirsin zaten, oradan sonrasında ben rasyonel Onur'a dönüşmüş olurum. Orada pembe kanatlarını açmış veya ağlayıp en dark köşesine çekilmiş saçma duygusal bir bebeğe dönüşüyorum. O an, o eleştiriyi alamam yani. İşte orada o şarkıyı paylaşmışım, herkes bir şey yaparken “Biliyorum önyargılı ama ‘Çal Keke'yi sevmeyeceğim” deme geç o zaman. Onun sebebi de kendin eziksin. Sürekli bir Beyaz Türk olma çaban ve öyle bir yerden kendini ispatlayıp kendini oradan yaratma çaban olduğu için o kekelikle, o durumla sorunun var. Halbuki o kekelerle o keke gibi insanlarla onların kardeşleri, kuzenleriyle geceler boyu sabahlara kadar şahane aşklar yaşadım. O aşkların defterinden bir tanesini dürüyorum ama ismini bile hatırlamıyorum diyorum. 

Bir tane komedyen soruyor, sizi tahrik edecek bir şey söyleyin diye, kız oradan kalkıyor “Kürt olması” diyor. Dalga geçtiğin durumu daha sonrasında fetişize edersin, senin idolün olur. Hayatındaki en fetişize olduğun duruma dönüşüyor. Keke keke deyip dalga geçtiğin şarkıyı bir dinlersin ne kadar güzelmiş deyip o kekeyi bulmanın hayalini kurarsın “ay benim kekem ne zaman gelecek” diye.

​Son yıllarda kişisel ilişkilerimden de oldu. Gerçekten düşündükleri yerde olsaydım şu anda benim boğaz kenarında evim bilmem neyim olurdu. Hâlâ kirada oturan bir insan olduğum için bunu demeye hakkım var bence. Özellikle son beş yıldır geçirdiğim bazı kişisel durumlardan dolayı zenginlikten, Beyaz Türklükten, obsesiflikten ve her şeyden nefret ediyorum, üzerine kusmak istiyorum. Onun karşısında durup yapabileceğim bütün yırtıklığı, bütün ameleliği, kekoluğu her şeyi oraya koyuyorum çünkü öbürü zaten bende cepte. Oxford'da master yaptım bundan daha beyaz ne yapabilirim zaten? Boğaziçi'nde felsefe okudum ama annem babam işçiydi ve annem ömrü boyunca beş vakit namaz kıldı, kapalı bir insandı ama Boğaziçi felsefe okudum ne yapayım, inançsız bir insanım. Oxford'da felsefe okudum, Sakin kadar niş bir müzik yaptım, insanlar onu istedi. Üzerine “Aşıklar Ölmez” kadar piyasanın da piyasası bir şey yaptım. Ben aslında bu ülkenin çözüm taşlarından biriyim. İki tarafın da hassasiyetlerini biliyorum, öbür tarafın kendini kodladığı efendiliği tanımıyorum ve bunların da kendine sağladığı kutsallığa tokat atıyorum çünkü, dört sene İmam Hatip'te okudum. Onların bildiğini sandığı şeyin ta cibiliyetini biliyorum, o yüzden bana kimse o anlamda martaval anlatamaz. Yasin'i baştan sona ezberlemişim hâlâ iki iki buçuk sayfasını okurum ezbere. Çok da güzel bir eğitim aldım orada.

Yeni albüm daha çok konser demek. Bir yandan da Sakin Tribute devam ediyor. Önümüzdeki dönem konser planlarınızı merak ediyorum. Türkiye’yi dolaşma düşünceniz var mı?

Başka şehirlere gitmeyi çok istiyorum ama o mekânlarla alakalı bir şey. Mekânlar, -mesela hani belki benden az dolduracak birisi- sırf onun ismini bildiği için, bir alışkanlık da olduğu için oradan devam ediyor. Ben biraz ağızdan ağıza yayılarak tanınan bir ismim. Öyle olduğu için de İzmir'deki, Antalya'daki mekânların benim ismime dair çok “vov” oldukları bir durumları yok. Senede 2-3 Ankara konseri yapabiliyoruz, iki tane İzmir konseri yapabiliyoruz. İstanbul konserlerimiz çok güzel geçiyor. Albümün güzel gitmesini şundan dolayı istiyorum, Antalya'ya Onurr projesiyle gitmek istiyorum, Diyarbakır'a gidip Onur Özdemir projesiyle orada rock çalabilmek istiyorum. Bu projeleri de bir süre ayrı tutmak istiyorum. Çünkü Sakin'den gelip oradan o az önce bahsettiğin gibi gençliğinden o rüyayı taşıyan insanları bugünkü o pop dünyama bam bam boğmak istemiyorum. O rüyayı mı yaşamak istiyorsun, tamam kardeşim ben sana onu vereceğim, onun sözünü de verdim insanlara. Şu an elimde Sakin sonrası yazdığım yeni bir şarkı yok sadece bir tane “Haydut” diye bir şarkı çıkardım Onur Özdemir olarak. O tarzda şarkılar yazıp Onur Özdemir projemi elektro gitar çalıp alternatif rock yaptığım bir proje olarak devam ettirmek istiyorum. Şu an elimde Sakin'den kalan, sadece demo olarak yayımlanmış şarkıların, yeniden kaydedilmiş ve düzgün “produce” edilmiş bir albümü var. Onu yayımladıktan sonra o projemde yeni şarkılar da yapıyor olacağım, yıl sonuna doğru çıkabilir.

Son olarak hayranlarına Methiyeler albümü için ne söylemek istersin?

1'den 10'a kadar bütün şarkıları sırasıyla dinlemelerini çok isterim. Sonrasında teker teker sevdikleri şeyleri bulurlar ama o dizgi çok güzel akıyor. Umarım onu hissederler ve uyanırlar o duruma ve ilk birkaç sefer öyle dinlerler. Bunu Orhan Pamuk'un kendince ufak ricası gibi düşünelim kendi kitabı gibi.

Onurr’un yeni albümü Methiyeler’i buradan dinleyebilirsiniz. Ayrıca Methiyeler’in lansman konseri 14 Şubat’ta Blind sahnesinde gerçekleşecek. Konserin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.

0
6821
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage