Bu yıl 9. yılında olan Documentarist İstanbul Belgesel Günleri devam ededursun, şimdiden hafızalara kazınacak gösterimlere imza attı bile. Onur konuğu Zelimir Zilnik’in workshop’u ve festivalin yeni bölümlerinin detaylarını inceliyoruz.
Documentarist İstanbul Belgesel Günleri bu sene 28 Mayıs-2 Haziran arasında Ses Tiyatrosu, Aynalı Geçit, Goethe Enstitüsü, SALT Galata, TAK Kadıköy ve ZERO mekanlarında yer alıyor. Festivalin her sene belgesel dünyasının ustalarını ağırlayan Ustaya Saygı seçkisinin bu seneki konuğu, 73 yaşındaki Sırp yönetmen Zelimir Zilnik. Komünist Yugoslavya döneminde belgesel çekmeye başlayan Zilnik, ele aldığı toplumsal konular kadar anlatım üslubuyla da tanınıyor. Festivalin kapsamındaki diğer bölümler ise, bu sene ilk defa başlayan ve bundan sonra her sene yer verilmesi hedeflenen Kuir Belgeseller seçkisinin yanı sıra mültecilerin yolculuğunu konu edinen Evimiz Nerede belgeselleri, büyüleyici Müzik ve Dans Belgeselleri, yerli ve yabancı Panorama seçkileri.
Festivalin onur konuğu Zelimir Zilnik'in 29 Mayıs Cumartesi günü verdiği Masterclass'ta, festivalin direktörlerinden Necati Sönmez, Zilnik'i tanıtırken, onu ağırlamanın Documentarist'i ilk başlattıkları zamandan beri kendisinin bir hayali olduğunu söyleyerek; ‘Özellikle de festivalin hedeflerinden birinin böyle büyük ustaları Türkiye kitlesine tanıtmak olduğu düşünüldüğünde, kendisini ağırlayabilmek büyük mutluluk’ diye de ekliyor.
Zilnik, konuşmasında belgesel ile kurgu sinema arasındaki bağın üzerinde durmayı tercih ederken, bu konunun destekleyici örneğini de kendisinden veriyor. Zilnik’in öğrencilik yıllarında çektiği, daha sonra bir kurgu film projesine dönüştürdüğü, bir öğrenci prostestosu hikayesi...
Konuşmasına devam ederken, bir belgesel filmin daha sonraki bir kurgu için mükemmel bir araştırma yöntemi olabileceğini anlatmak üzerine yoğunlaşan Zilnik, kurgunun belgesele göre hem daha özgür (çünkü hikayeyi, karakterleri, ilişkileri icat etmek serbest), hem de daha kısıtlayıcı (çünkü arkanızda gerçek bilginin dayanağı yok) olduğunu vurguluyor.Belgesel ustası, ilerleyen yıllarda ise belgesel ile kurgu arasındaki ilişkinin, kamerayı alıp bir protestoyu görüntülemek ile daha sonra buradan bir senaryo çıkartmak kadar keskin çizgilerle ayrılamayacağını da fark etmesinin altını çiziyor.
Zilnik'in hayatının büyük kısmının savaş yıllarının ortasında geçmesine rağmen izleyiciyi gülümseten, hem tamamıyla gerçeküstü hem de gerçeğin ta kendisi olan filmi Tito İkinci Kez Sırpların Arasında, tam da bu çizgilerin bulanıklaştığı yerde çekiliyor. Film, Yugoslavya lideri Tito'nun ölümünden 14 yıl sonra, Tito kılığına ve rolüne bürünmüş bir aktörle sokağa çıkıp, insanların O’na karşı olan gerçek tepkilerini kaydederek çekilmiş bir film. Yani tepkilerin içinde hiç bir kurgu yok!
Zilnik, sözlerini bitirirken seyircisine: “Ben bugün, yaşlı bir adam olarak karşınızda oturuyorum ve size yaşlı insanların çok sık söylediği ama aslında yalan olan bir şeyi söyleyeceğim” diyor. “Yaşlı yönetmenler, çoğu zaman, filme uğraşmanın eskiden daha iyi olduğunu, çünkü sinemanın daha değerli olduğunu, daha çok seyirciye ulaştığını falan söylerler, ama bu doğru değil. Benim belgesel çekmeye başladığım 50 yıl öncesine kıyasla şimdi film çekmek, Ankara-İstanbul arasını at sırtında giderek perişan olunan günlerle, bugün uçakla bir saat gidebilmek arasındaki fark gibi. Gerekli araçlara, teknolojiye, bilgi sahibi bir ekibe erişim, çok daha kolay.”
Belgesel sinemanın geçmişle hesaplaşmasının bir örneği de, Kuir Belgeseller seçkisinin oldukça ilgi çeken bir filmiyle gerçekleşiyor; Kiki. 2016 yapımı bu filmin, belgesel tarihinin dünya çapındaki ününün yanı sıra bir o kadar da tartışmalı örneklerinden olan 1990 yapımı Paris is Burning ile yakın bağları var.
Paris is Burning, 1980'ler New York'unda ortaya çıkan, siyahi LGBTİ’nin Ballroom adı takılan performans yarışmaları üzerinden yaşananlara dair bir alt kültürü anlatır. Bu belgeselin çekimi ise bir alt kültüre dahil olamayan birinin dışarıdan yaklaşımıyla eleştirilmiştir. Yani filmin yönetmeninin. Paris is Burning’in gösteriminden 26 yıl sonra, aynı topluluğun 2010'lu yıllardaki yansımasını anlatan ve etkinliklerin şimdiki adını paylaşan Kiki ise yine topluluğun dışından gelen, İsveçli bir yönetmene ait.
Yakın bağları olan iki filmin önemli ayrımına gelirsek...
Documentarist'in konuğu olarak Kiki gösterimine katılan filmin karakterlerinden ve Kiki topluluğunun öncülerinden Chi Chi Mizrahi anlatıyor: Kendisi ve yakın arkadaşı Twiggy ile birlikte bu kültürü toplumun geneline açma fikrini konuşuyorlarken, bu dönemde ortak arkadaşlarından biri tarafından tanıştıkları Sara Jordenö da belgesel yapmanın peşindeymiş. Böylece Sara ile Twiggy, projenin yazarlığını paylaşırken, Sara’nın da filme dahil olmasıyla duyurmak istedikleri sesleri yükselten bir platform oluşturmuşlar. Yani filmin anlatımı ve çekimleri tamamen konunun en sağlam kaynağından, içinden geliyor.
Festivalde ilk defa kendi başlığına sahip olan ve bundan böyle festivalin devamlı bir parçası olması hedeflenen Kuir Belgeseller’in her biri, dünyanın dört bir yanından gelen LGBTİ hikayelerini anlatıyor, kuir seslerini yükseltiyor. Bu sene Türkiye'den #direnayol, İstanbul Onur Haftası'nda trans aktivist Şevval Kılıç’ın hayatını takip ederken; Irawaddy Mon Amour, Myanmar'da gerçekleşen ‘imkansız’ bir düğüne katılıyor; Komşudan Mektuplar, bir aşk hikayesine animasyonla can verirken; Ladyboy, Tayland'da bir trans kadının hayatının dönüm noktasına tanık oluyor; Menfur Suç ise ülkelerinden uzak yaşamak zorunda kalan eşcinsel Jamaikalıların hikayelerini izleyiciye dinletiyor.