Son yıllarda dövmeye dair bakış açısı değişti, artık “dövmeci”nin kendine has tarzını yansıttığı, unique tasarımların söz konusu olduğu yeni bir algı var. Bu algının yaratılmasında kendi model ve çizgisini oluşturmuş olmasıyla ön plana çıkan isimlerden birisi de Denizhan OZKR. Tasarımlarında yerli coğrafyanın izlerinden beslenirken bunu kendi çizgisiyle harmanlayan OZKR ile hem dövme sektöründeki bu değişim hem de kendi pratiğine dair bir söyleşi gerçekleştirdik.
Geleneksel el sanatları üzerine eğitim almışsınız.
Evet, ama aslında bölümü bitirmedim. Okula bir süre gittim, fakat sonrasında devam etmedim.
İşlerinizde geleneksel el sanatlarının etkilerini görüyor oluşumuz bununla mı ilgili peki?
Geleneksel sanatlarda kullanılan desenlere ilgim var, evet. Fakat bunun tam olarak bu bölüme girmiş olmamla alakası olduğunu söylemek doğru olmaz. Biraz tesadüfi şekilde denk geldi de diyebiliriz.
Bu yönde bir ilginin nereden geldiğini söyleyebilirsiniz?
Bu ilgi Thomas Hooper diye çok sevdiğim bir dövmeciden geliyor aslına bakarsanız. Hooper çok geleneksel motifler kullanıyor denemez belki ama tasarımlarını desenler ve çeşitli figürleri kombinlerek oluşturuyor. Onu çok severek takip ederdim, bu sebeple de çalışmalarım üzerinde etkisi oldu. Diğer yandan bu tarz motifleri kullanmaya başlayınca bunu kullanan diğer insanları da araştırıyorsunuz. Aslında biraz denk geldi yani. Bir yandan geleneksel sanatlarda kullanılan motiflerden esinlenirken; diğer yandan kendime has uyarlamalar yapıyorum diyebilirim. Bu konuda hâlihazırda pek çok kaynak var, araştırma sürecinde bu tip şeylerden faydalandığım oluyor; ama söz konusu yaratım süreci tamamen benim elimden çıkıyor.
Kaç senedir dövme yapıyorsunuz?
Dokuz yıla yaklaştı.
Dövmecilikte çoğu zaman bilgi aktarımı söz konusu oluyor, pek çok dövmeci dövme yapmayı bir başkasının yanında öğreniyor. Sizde nasıl oldu bu durum?
Ben kendi kendime öğrendim aslına bakarsanız. Makinayı aldım ve yapmaya başladım. Önce kendi üzerimde, sonra başkalarının üzerinde deneyerek öğrendim. Oyuncak araba motorundan bile dövme makinası yapılıyor, çok küçükken böyle şeylerle uğraşıyorduk. Sonra aynı zamanda arkadaşlarım da olan çok sevdiğim “Lucky Hands” ekibiyle tanışmamla bu durum mesleki bir şeye dönüşmeye başladı. Gitgide daha profesyonelleşmeye başladım ve dövme hayatımın bir parçası oldu. Ama en başta dövmeci olmak gibi bir hedefim yoktu diyebilirim.
Bir yandan yürüttüğünüz başka bir iş var mı?
Dövme tam zamanlı bir işe dönüşmeden evvel müzik yapıyordum. Fakat dövme hayatımda gitgide daha çok yer kaplamaya başladı, ben de bundan keyif almaya başladım. Yaptığınız işi en iyi şekilde yapmaya çalışırken aynı zamanda zevk de alıyorsanız bu özel bir şey oluyor. Benim için de öyle oldu ve dövme yapmak ön plana çıktı.
Önceden bir dövmeciye gidersiniz, ben bunu istiyorum dersiniz ve dövmeci aynısını yapar şeklinde bir algı vardı. Artık o yok sanırım değil mi?
Evet, eskiden dövmeci denince böyle bir algı vardı, biz de onu kırmaya çalıştık . Bu aşağı yukarı üç dört sene içerisinde oldu. Arz-talep meselesinde, arzı yarattığın zaman talep değişmeye başlıyor. Biz farklı şeyler tasarlayıp, insanların da farklı yönlere eğilebileceğini göstermeye çalışırken insanlar da bunu görmeye başladılar. Tam olarak hallolmuş olmasa da son yıllarda bu konuda insanların zihnindeki dövmeci algısını dönüştürdük denebilir.
Asla yapmam dediğiniz bir dövme var mı peki?
Asla yapmam dediğim dövme yok ama, yapmadığım şeyler var.
Ne mesela?
Çok gerekmedikçe, yazı dövmesi yapmıyorum. Derdim yazı dövmesi yapmamak değil kesinlikle. Yazı dövmesi kötüdür demiyorum, ama ben tercih etmiyorum. Vaktimi daha çok zevk aldığım şeye ayırmaya çalışıyorum. Bazen de şu oluyor; mesela birisine dövme yapacağım tasarım üzerinde çalışıyoruz ve tam o revize süreci esnasında o kişinin aslında dövme yaptırmaya hazır olamadığını fark ediyorum. Tasarım süreci dediğimiz şey çok ucu açık bir süreç, bıraksanız yıllar boyunca bir şeyi tasarlamayı sürdürebilirim. Sonu yok, sınırı yok ve fark ediyorum ki o kişi aslında bir sınırsızlığın içinde. Kafasında henüz belli bir şey oturmamış. Bunu fark ettiğim zaman kişiye “bu dövmeyi şimdi yapmayalım, önce kafanda bir istişare et, o fikir bir olgunlaşsın, ben zaten buradayım, şu an dövme yapmak zorunda değiliz” diyorum. Bunu nasıl anladığımı bilmiyorum. Tamamen kişisel inisiyatif kullanma durumu esasında. Fakat kişinin o gün yapılacak dövmeden ne olursa olsun memnun olmayacağını hissedebiliyorum bazen, o zaman da yapmıyorum. Yapmadığım hiçbir şeyi doğru ya da yanlış olmasından dolayı değil, tercih etmediğim için yapmıyorum aslına bakarsanız. Tişört satsam sorun değil mesela, alırsınız beğenmezseniz ya da pişman olursanız atarsınız yahut bir başkasına verirsiniz. Ama en mahrem yerine, en değerli somut şeye, vücudunuza bir müdahale edeceğim için, onun da her yerde var olan bir şey değil de daha kişinin şahsına münhasır bir şey olmasına çalışıyorum.
Buradan yola çıkarak dövmecilik de bir sanat dalına dönüşmeye başladı diyebilir miyiz?
Yani bana sorarsanız ben demem, ama bu söyleniyor evet. Biraz göreceli bana kalırsa bu durum. Belli bir bakış açısından değerlendirirsek evet bir sanat dalı olarak değerlendirilebilir. Fakat bana göre sanat dediğiniz şeyin bir kaygısı olması gerekiyor. Benim dövme yaparken ki en büyük kaygım dövme yaptırmak isteyen kişinin arzusunu en iyi şekilde tasarlayabilmek. Bu yüzden doğrudan bir sanat dalıdır demekten biraz sakınıyorum.
Peki birisi size dövme yaptırmak için geldiğinde o kişinin istediği şeyi kendi tarzınızla nasıl harmanlıyorsunuz? Nasıl bir süreç söz konusu bu evrede?
Aslına bakarsanız, az önce bahsettiğimiz “dövmeci”ye dair algının değişmesiyle ilintili bir cevabı var bunun; artık dövme yaptırmak için gelen kişi kendiliğinden evrilerek gelmiş oluyor. Yani birisi bana gelirken, benim ne yaptığımı ve aşağı yukarı nasıl işler ürettiğimi bilerek geliyor. Hem kendi istediği tarzda bir şey çıkacağını biliyor, hem de kendini biraz da bana bırakıyor. Yani sadece fikir veriyor. Somut, içinde bulunması gereken bir şeyler varsa isteyebiliyor ya da elinde birtakım referanslar varsa onları söylüyor ve ona sıfırdan daha önce görmediği veya bir başkasında bir örneği bulunmayan bir tasarımı onun ve benim zevkime uyacak şekilde hazırlıyorum. Burada şunu belirtmek gerek, doğrudan o kişinin kişiliğini anlamak gibi bir derdim yok. Benim için daha önemli olan kişinin kafasında yarattığı şeyi hayata geçirebilmek; çünkü herkes bir şeyler hayal ediyor. Ama o hayali somut duruma dönüştüremiyor. O hayalin ne olduğunu anlamak konusunda tabii ki bunun üzerine konuşuyoruz. Bir de anlaşılması gereken şöyle bir nokta var. Birazcık rahatsız edici gelebilir kulağa ama bu bir iş ve kendine has bir yoğunluğu var. Fakat pek çok kişi doğal olarak kendisini tek bir kişi ve dolayısıyla iş sanabiliyor. Benim yöntemim daha çok kişinin kafasındakileri bana mail yoluyla anlatması, bu insanlara biraz soğuk geliyor ama aslında rahatlamaları gerektiğini zaman içerisinde anlıyorlar. Mail yoluyla fikirlerini alıp, sonra geldiklerinde dövmenin öncesinde geçirdiğimiz yarım saat, bir saat süre içerisinde onları asıl sonuca vardırıyorum.
Peki kafasında hiçbir şey olmadan, sadece sizin ona dövme yapmanızı isteyerek gelen kişiler de oluyor mu?
Oluyor tabii ama ben bu durumu çok tercih etmiyorum. Tercih etmiyorum derken; o kişinin ne demek istediğini anlıyorum ama birinin bana “şuraya şunu koy” demesine gerek yok. Bende bir ışık yakması gerekiyor ki ben bir yol izleyebileyim. Bazen birisi geliyor ve “sen istediğini yap” diyor. İstediğimi yaparım yapmasına da bunun sonu yok. Ayrıca bu göreceli bir şey, sonradan “çok mu koyu oldu, çok mu sert oldu” gibi sorular doğabiliyor kişinin kafasında. Dövme yapacağım kişinin de beni biraz rahatlatması lazım ki istediği şeyin tadını ben de alabileyim. Bu varsa eğer benim için tamam demektir, karşımdakinin mutlu olması benim için en önemli şey. En başından karşımdaki insanı memnun edeceğime emin olmak isterim.
Ben dışarıdan bir göz olarak sizin dövmelerinize baktığımda diğerlerinden ayırt edebiliyorum, dövmelerinizin kendine has bir çizgisi var, siz bu çizgiyi nasıl tanımlıyorsunuz?
Bu soruya spesifik bir cevap veremiyorum aslında. Bir dövmeye bakınca bu şu kişinin işi, bu bir başkasının işi diyebiliyorum. Ama iş kendime gelince onu tanımlayan şeyin ne olduğunu ben bilmiyorum. Sanırım el karakteristiği veya fikrin dışa vurumuyla alakalı bir şey o. Su içmek gibi, benim suyu nasıl içtiğimi beni izleyen kişi görüyor olduğu için sanırım bu ayırt etme işini de o bahsettiğimiz dış göz yapıyor.
Dövme yapmak aynı zamanda bir gelişim süreci dersek, bu süreçte sizin için neler besleyici oluyor?
Dövme yapmak dediğimiz şey çok büyük bir mesele değil bana sorarsanız, esas olan dövme yaptıktan sonra özel bir şey çıkartabilmek. Bu noktada teknik olarak gelişmek zamanla alakalı, o da herkesin zaman içerisinde kendi bulduğu bir şey. Nasıl yağlı boyanın belirli teknik yolları varsa dövme yapmanın da böyle yolları var. Tasarım sürecine gelirsek, orada aslında tamamen keyfimden besleniyorum diyebilirim. Karşı tarafın fikir ve isteklerini, içimden geldiği gibi görsel bir kompozisyona dönüştürüyorum.
Ben hiç görmedim ama renkli dövme yapıyor musunuz?
Renkli çok nadir yapıyorum, ama çok sevmiyorum. Hatta son dönemde renkli boyalarımı attım. Sevmiyorum derken yanlış anlaşılmasın, teknik olarak renkli çalışmaktan hoşlanmıyorum. Bu çok kişisel bir şey. Yaptığım işlerde ince detaylar var. Renkli dövme yaparkenki dolgu yapma yani bir alanı doldurma hali bana cazip gelmiyor. Dövmeyi de siyah seviyorum aynı zamanda. Hatta benim için dövme demek dümdüz siyah demek.
Bunu başlık olarak atabilir miyim?
Atın, güzel olur. “Dövme dediğin siyah olur” ama böyle söyledim diye kimse rahatsız olmasın, bu tamamen benim dövmeye karşı olan öznel hissiyatım.
Çok klasik bir soru olacak belki ama dövme ile ilgili en çok söylenen şeylerden biri de asla bir tane ile sınırlı kalmaması.
Bana kalırsa o durum şu şekilde açıklanabilir; dövme yaptırmak için dövmeyi seviyor olmanız lazım, sevdiğin bir şeyde de neden bir tanede kalasın? Bu bir tane dövmede kalamama durumu bence bir şehir efsanesi. Arabanın üstüne “beni yıka” yazmak gibi bir şey. Neden böyle bir kaygı olsun ki? Ama güzel bir kaygı bir yandan, bizim işimize yarıyor. Şaka bir yana, dövme yaptırmak her zaman büyük bir eşiği geçmek gibi algılandığı için, insanlar o eşiği bir kere geçince rahatlıyor, sonra diyor ki “bir tane yaptırdım duramadım”. Ne alakası var; seviyorsun ve yaptırıyorsun işte. Yoksa boyanın içerisinde nikotin gibi bağımlılık yapan bir madde yok. Ama bir yerde denk geldim, acı hissi ve adrenalinin bağladığı bir durumun söz konusu olduğu söyleniyor. Yani psikolojik bir bağımlılık durumu olabiliyor. Bir de bir kere dövme yaptırdığınız zaman bir daha o makine sesini duyduğunuzda beyindeki o kimyasal tekrar harekete geçtiğinden sizde de tekrar dövme yaptırma isteğin uyanıyor diye bilimsel bir veri var.
Yıllar içinde dövme stilleri de değişiyor bir yandan. Eskiden daha küt, daha sert hatlı dövmeler vardı sanki.
O da değişiyor tabii. Eskiden insanlar kendi iğnelerini kendileri yapıyorlardı mesela sterilizasyon konusundaki hassasiyet oradan geliyor. İğne yapmak çok zahmetli bir iş. Her dövme için bir iğne yapmak gerçekten sapıklık. Dolayısıyla yaptığınız iğneleri sterilize etmeniz gerekiyor, o noktada hijyen kaygısı başlıyor. Tek kullanımlık iğneler öyle değil. Teknik olarak sektör değişiyor. Bobinli makinelerden motorlu makinelere geçtik artık. Ama tercihen hâlâ geleneksel makine kullanan insanlar var. Makine kullanmadan bu tasarımları yapan insanlar var. Fakat hâlâ bobinli makine kullanılıyor olsaydı yine de bu dövmeler çıkardı. Yani bana kalırsa tasarımdaki bu dönüşüm sektördeki teknik gelişmeden azade bir durum.
Kişisel çalışma biçiminize dönersek çalışmadığınız ya da iş almadığınız bir dönemde de bir şeyler çizip, pratik yapmaya devam ediyor musunuz?
Bu konuya benim de biraz canım sıkılıyor aslında ama hayır. Birtakım şeyler rutine dönünce onu yapmaktan keyif almak durumundan geri kaldığımı hissediyorum. Bu herkes için böyle mi bilmiyorum ama benim karakterimle alakalı olabilir. Her gün tasarım ya da dövme yaptıktan sonra boş kalınca da pratik yapayım diyemiyorum. Onun yerine motoruma binip bir yerlere gitmeyi tercih ediyorum.
Bir gününüz nasıl geçiyor peki?
Çok enerjik bir insan olduğumu söyleyemem. Daha melankolik bir yapım var. Gündelik yaşıyorum, dolayısıyla sürekli değişiyor. Ama en basit haliyle şunu diyebilirim; çalışıyorum, saat ikiden önce randevu almıyorum. Her sabah köpeklerimle ilgileniyorum. Şimdi bu röportajdan sonra provaya gideceğim, keyfi şekilde müziğe devam ediyorum, bir grubumuz var, blues cover’lar yapıyoruz. Günümün merkezinde köpeklerim, iş ve bir şey izlemek ya da okumak oluyor. Günde bir randevu almaya çalışıyorum, tek bir kişiye odaklanmaya özen gösteriyorum.
Son sorum para meselesine dair. Dövme sektörü genelinde konuşursak oldukça zahmetli ve zor bir iş yaptığınız şey. Bir yandan buna paha biçmek söz konusu olduğunda pek çok kişi için pahalı bir şey dövme yaptırmak. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bana sorarsanız pahalı değil aksine ucuz fiyatlar söz konusu. Şu açıdan pahalı denebilir; evet çok zengin bir ülke değiliz bu yüzden de fiyatlar pahalı geliyor. Fakat tam da bu yüzden dövme yaptırmak da ucuz aslında. Bilmiyorum haklılık payı vardır mutlaka ama şöyle bir gerçek var ki yemeğe de para veriyorsunuz mesela ve yemek yemezseniz ölebilirsiniz, fakat dövme yaptırmazsanız ölmezsiniz. Yani dövme yaptırırken aslında kendinize bir lüks de atfediyorsunuz. Öte yandan yapılan iş el emeği, göz nuru, hata kabul etmeyen bir iş. Dışarıdan bakıldığında oturmuş bir şeyler karalıyor gibi görünüyor olabilir ama emin olun fiziksel açıdan yoğun bir aktivitenin insanı yorduğu kadar fiziksel durgunluk da ona eşdeğer ölçüde yoruyor. Dövme yapan birini izlediğinizde onun ne kadar efor sarf ettiğini tahmin etmeniz mümkün değil, fakat ben bunu biliyorum. O safhaya geçtim ve bunu yaşamadan anlamak hakikaten mümkün değil. Altı saat dövme yapmak, altı saat balyozla duvar kırmaya denk gibi bir şey diyebilirim. Ama böyle görünmediğinin orada bir ilüzyonun olduğunun farkındayım.