21 MAYIS, CUMA, 2021

Dünyada Çekilen İlk Fotoğrafın Hikâyesinin İzinde

Fotoğrafın dünya üzerindeki ilk çekildiği andan Osmanlı topraklarına geliş yolculuğunu, İstanbul’da çekilen ilk fotoğrafların ve makinelerin arkasındaki fotoğrafçıların hikâyeleriyle, belge ve tanıklıklarla anlatacak Karanlık Kutunun Doğu Serüveni belgeselini senaristi ve yönetmeni Nihan Belgin ve yapımcısı Umut Beşkırma ile konuştuk. 

Dünyada Çekilen İlk Fotoğrafın Hikâyesinin İzinde

Karanlık Kutunun Doğu Serüveni, ilgimizin hiç azalmadığı hatta teknolojinin gelişmesiyle artık hayatımızın bir parçası hâline gelen fotoğrafın dünyadaki ilk çekildiği andan Osmanlı topraklarına, İstanbul’a geliş hikâyesinin peşine düşüyor. Bir belgesel film olarak izleyici karşısına çıkacak Karanlık Kutunun Doğu Serüveni, fotoğrafın tarihsel ve sanatsal geçmişinin izini arşivlerde ararken günümüzün fotoğrafçı ve tarihçileriyle yapılacak röportajlarla da bugünkü durumunu farklı açılardan ele almayı amaçlıyor. Salt bir belgesel olmaktan öteye geçerek sinema filmi estetiği taşıyacak bir proje hazırlığı sürüyor. Karanlık Kutunun Doğu Serüveni hakkında merak ettiklerimizi, projenin şu an devam eden destek kampanyasını ve Türkiye’de bağımsız sinema yapmanın bugünkü durumunu senarist ve yönetmeni Nihan Belgin ve yapımcısı Umut Beşkırma ile konuştuk. 

Yeni projeniz Karanlık Kutunun Doğu Serüveni’nin hikâyesinden bahsederek başlayalım mı? Sizi harekete geçiren fikir, “Dünya üzerinde ilk fotoğraf nasıl çekildi?", "Osmanlı topraklarına nasıl geldi?” sorularının peşine düşüren neydi?

Nihan Belgin: Çocukluğumda sinemaya olan ilgim beni bir süre sonra fotoğrafa yönlendirmişti. Yani 35mm filmde saniyede geçen 24 karenin tek karesine, bir nevi işin çıkış noktasına. 12-13 yaşlarındaydım… Evdeki kütüphanemizden fotoğrafla ilgili kitapları bulup okuyordum. Ardından analog bir Zenit makine edinip siyah beyaz fotoğraflar çekmeye başlamıştım. Fotoğrafla ilk gerçek tanışıklığım böyle oldu diyebilirim. Yaklaşık iki sene önce de, sıkça yaptığım sahaf gezintilerinden birindeydim. Bazı sahaflarda kutu kutu eski fotoğraflar vardır, bilirsiniz. Bu fotoğraflar bende hep merak uyandırmıştır. O fotoğraflara bakıp insanların hikâyelerini düşünürüm. Fotoğraflarının bir sahafta sergilendiğinden bir haber insanların hayatlarını… İşte zihnimden tüm bunlar geçerken fotoğrafla ilgili bir şeyler anlatmalıyım dürtüsüyle başladı her şey.

Nihan Belgin ve Umut Beşkırma

Özellikle projeniz kapsamlı bir arşiv araştırmasına dayanıyor. Ayrıca bunlar tarihçiler ve fotoğraf sanatçılarının da tanıklıkları ile destekleniyor. Fotoğrafı dünyadaki ilk çekildiği günden Osmanlı’ya gelişine varan bir süreçte ele alacaksınız. Çalışmalarınızda nasıl bir hazırlık içindesiniz? Yol haritanızdan ve film ekibinden bahseder misiniz?

N.B.: Senaryo yazım sürecinin öncesi okuma ve araştırmalarla geçmişti. Ki senaryo süreci neredeyse filmi bağlayana kadar hiç bitmez. Yani hâlâ üzerinde çalışıyorum. Hem fotoğrafın tarihsel süreçlerinin kapsamlı bir araştırmasını yaptım hem de bu konuyu kimlerle konuşabileceğimle ilgili kafa patlattım. Yani fotoğrafı tarihsel ve sanatsal yönleriyle tartışmak istiyorum bu belgeselde. Bir yandan da fotoğrafın günümüzde geldiği nokta üzerinden filmi geri sararak sosyolojik ve hatta psikolojik pencerelerden bakmak ve baktırmak istiyorum. O nedenle hem tarihçiler hem de fotoğraf sanatçılarıyla röportajlar gerçekleştireceğiz. Şu sıralar arşiv çalışmalarına yoğunlaştık. Elbette bir yandan da sinematografik olarak filmi hayal edip reji çalışması yapıyorum. Yapımcım Umut Beşkırma ile zaten yıllardır birlikte çalışıyoruz. Görüntü yönetmenim Hakan Körezli ile de daha önce birçok projede beraberdik. Zaman zaman bir araya gelip proje üzerine konuşuyoruz. Filmin dış sesi de Metin Belgin.

Filminizin türünü dokü-drama olarak tanımlıyorsunuz. Belgeselden ne gibi bir ayrımı olacak? Neler sunacak bu film izleyiciye?

N.B.: Filmi dokü-drama olarak tanımlamamın sebebi filmde tarihsel gerçekliklerden yola çıkarak kurmaca sahnelerin de yer alacak olması. Animatik sahneler, röportajlar ve kurmaca sahneler paralel kurguyla ilerleyecek ve bu da seyir zevkini artıracak. Kurmaca sahneleri de alışılmış “canladırma”ların aksine daha postmodern bir yaklaşımla çekmeyi planlıyorum. Bu noktada izleyiciyi biraz şaşırtacağız gibi görünüyor.

Doküman ve arşiv çalışmalarından, röportaj ve tanıklıklardan oluşan bir çalışmada senarist ve yönetmen olarak nasıl bir dokunuşunuz olacak? Nasıl bir yapı kurmayı düşünüyorsunuz? 

N.B.: Yazarken belge ve dokümanlardan yararlanarak anlattığım tarihsel sürecin yanı sıra dediğim gibi sinematik sahneler de kurdum. Sanırım en belirgin dokunuşlar bu sahnelerde hissedilecektir. Zaten o sahneleri yazarken kafamda çekiyorum aynı zamanda… Ve elbette konuya bakmak istediğim birkaç nokta var. Bunlar tarihsel sürecin yanı sıra fotoğrafı bir sanat olarak ele almak ve teknolojik gelişmelerin fotoğrafı nasıl etkilediğini tartışmak. Açıkçası ben teknolojiye biraz korkuyla yaklaşan bir insanım. Teknoloji ile ilgili hep hayatımızı kolaylaştırmasından söz edilir. Ama bence olaya tersinden de bakmak gerekli. Hayatımızı kolaylaştırdığı kadar bizi tembelleştiriyor ve bazı olguları tamamen yok ediyor. Yani fotoğraf üzerinden bir çağ ve teknoloji sorgulaması da yapmayı planlıyorum.

1. Dünyada çekilen ilk fotograf - Nicephore Niepce
2. James Robertson

“Karanlık Kutunun Doğu Serüveni”nin hazırlık süreci bir yandan da pandemiyle çakıştı. Filmin hazırlık sürecine pandemi koşullarının ne gibi etkileri oldu? Çekimlere yansıyor mu bu etkiler?

Umut Beşkırma: Elbette yansıyor. Film yaparken tüm belirsizlikleri ortadan kaldırarak her şeyi netleştirmeye çalışırız. Tüm program gün gün yapılır ve uygulanır. Gün içindeki birkaç saatlik gecikmeler bile bazen tüm programda ciddi aksamalara neden olur. Pandemiyle birlikte de oldukça belirsiz bir sürece girdik. Çekim programını da bu belirsiz koşullar altında yapmaya çalışıyoruz. İstiyoruz ki virüs tehdidinin yoğun yaşanmadığı bir dönemde sette olalım. Hem alınan ani tedbir ve yasaklar karşısında olumsuz etkilenmemek hem de ekip olarak sette kendimizi daha özgür hissedebilmek adına en iyi zamanı kolluyoruz.

Peki sizin açınızdan bu dönemde üretmek ne ifade ediyor? Zaten zor olan yapım süreçlerini de düşünürsek…

N.B.: Aslında bu pandemi sürecinde eve kapanmak üretim kısmını destekledi. İçe dönüşün yazıp çizmeye enteresan bir katkısı var. Koşuşturma hâlleri doğal olarak azaldığı için düşünmeye ve yaratmaya daha çok vakit bulabildik.

U.B.: Pandemi koşulları üretmek adına tetikleyici bir unsur oldu bizim için. Bunun en iyi örneği de geçen yıl Nihan’la birlikte yaptığımız Kendini Yalnızca Kendinde Yok Et filmi. Tüm dünya kapanmışken durmadık ve iki kişi film yaptık. Ve bu da seyircide karşılığını buldu. Film yapmak her dönemde zaten savaşmayı gerektiriyor. Baskı ortamları bu savaşı biraz daha kızıştırıyor. Önemli olan ise bahane üretmeden krizleri fırsata çevirebilmekte ve bu krizlerden beslenip üretebilmekte.

Filminiz 476 proje arasından 71 projenin arasına girerek T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından destekleniyor. Bu destek Karanlık Kutunun Doğu Serüveni üzerinde nasıl bir etkiye sahip?

U.B.: Projenin finansı konusunda ateşleyici bir etkiye sahip. Fakat yeterli değil. Türkiye’de filmlere verilen destekler çok kısıtlı olduğu için bu desteği almak önemliydi. Bu destekten aldığımız güç, yeni finans kaynakları yaratmak adına bize motivasyon sağlıyor. 

1. Basile Kargopoulo
2. ve 3. Sebah & Joaillier

Bu desteğin yanı sıra Karanlık Kutunun Doğu Serüveni için Fongogo üzerinden 4 Haziran’a kadar süren bir de destek kampanyası var. Bize bu kampanyadan bahsedebilir misiniz? Nedir bu fonların bağımsız filmler için önemi?

U.B.: Bağımsız projelerin Türkiye’de fon alabilmek için başvuracağı sınırlı sayıda kurum var. Bu noktada kitlesel fonlama farklı bir alternatif. Herkesin az ya da çok miktarlarda projelere maddi destek vermesine imkân sağlayan ve bu kişileri projenin bir parçası hâline getiren bir sistem. Bu sayede birçok proje ciddi maddi destekler topladı. Kaynak bulmakta zorlanan bağımsız sinemacılar için de bu sistem elbette oldukça önemli. Fakat Türkiye’de daha da anlaşılması ve algılanması gerektiğini düşünüyorum.

​Bu noktada biz de bu sisteme girerek projemizi anlattık ve şimdiye kadar hayalimize ortak olan, projeye maddi destek veren 40 kişiyle tanıştık. Her yeni günde de yeni destekçiler gelmeye devam ediyor. Kampanyamız 4 Haziran’a kadar da sürecek. 

Kampanyalar ve fonlar konusuna gelmişken Türkiye'de bağımsız film yapma konusuna değinelim isterim. Bugüne kadar pek çok bağımsız proje ürettiniz. Bu konudaki deneyimlerinize dayanarak neler söyleyebilirsiniz?

N.B.: Bağımsız film yapmak özellikle Türkiye’de çok zor. Fon oluşturabilmek için kaynak çok az. Mesela bizim birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi bir film merkezimiz yok. Kaynaklar Kültür Bakanlığı ve son yıllarda TRT. Ve elbette belli sayıda projeye destek veriyorlar. O nedenle de projeye fon bulma süreçleri uzun ve meşakkatli.

U.B.: Her zaman sert mücadeleler verdik. Ne kadar minimal bir proje yaparsanız yapın film yapmak pahalı bir iş. Zamanımızın büyük bölümü, hayal ettiklerimiz için finans kaynağı yaratmakla/yaratamamakla geçiyor. Nihan’ın dediği gibi filmleri fonlayan çok az yapı Türkiye’de. Ardından dağıtım sürecinde büyük bir adaletsizlikle karşılaşıyoruz. Büyük grupların ele geçirdiği sinema salonlarının ve para kazandıracak gişe filmlerinin egemenliğinde sinemada gösterim yapmak için salon bulmakla uğraşıyoruz. Kısaca finanstan dağıtıma kadar tüm cephelerde hücum hâlindeyiz. Film yapmak tam da böyle bir savaş… 

Dağıtım demişken... Bir yandan filmin içerik ve prodüksiyon tarafıyla uğraşırken diğer yandan dağıtımcı bulma süreçleri nasıl gelişiyor?

U.B.: Belgesellerin genellikle vizyon şansı olmuyor. Film festivalleri, yeni yükselen dijital platformlar, ulusal ve pay tv kanalları proje için öncelikli mecralarımız olacak. Ardından çeşitli özel gösterimlerle seyirciyle buluşmak istiyoruz. Sonrasında da internet üzerinde herkese açık bir erişimle belgeseli paylaşmayı planlıyoruz. Tüm bu süreçleri de bir dağıtımcıyla değil kendi yapım şirketimiz üzerinden yürütüyor olacağız.

Bağımsız film yapma sürecinin yanı sıra Türkiye’de belgesel sinema konusuna da değinelim mi? Sinemamızda belgeselin nasıl bir yeri var sizce? Bu alanda bir proje üretmek ve ortaya koymak için nasıl bir motivasyona ihtiyaç var? 

N.B.: Kurmaca film ve belgesel film sinemanın iki ana türü olmasına karşın sinema dediğimizde daha çok kurmaca film olarak algılıyoruz. Bir taraftan da Türkiye’de belgesel sinema yapanlar sınırlı sayıda ve pek çoğunun devamlılığı yok. Belgesel deyince daha çok tv belgeseli formatı akla geliyor ve belgeselin mecrası çok kısıtlı. Yani yaratıcı belgesel konusunda pek hareket yok Türkiye’de. Ancak yaşadığımız bu süreçte tam da bir değişim ve dönüşüm içindeyiz belki belgesel alanında da farklı projeler üretmek adına bir motivasyon sağlar bu durum.

​U.B.: Türkiye’de çok ilgi görmüyor ne yazık ki. RTÜK bir tv kanalına ceza vermek istediğinde bunu o kanala belgesel yayımlatarak yapıyor. Bunun bir ceza olarak görülmesi gerçekten korkunç! Bir belgeselci toplumsal sorunların aydınlatılmasında rol almalı ya da tarihin karanlığında kalmış hikâyeleri ortaya çıkarmalı. Belgeselcinin motivasyonu anlatacak bir derdinin olmasından geçiyor.

Bu bağlamda düşünürsek Karanlık Kutunun Doğu Serüveni izleyicisinde nasıl bir karşılık bulacak sizce? Filminizle ilgili hedefleriniz nedir?

N.B.: Fotoğraf artık hayatımızın çok fazla içinde olduğundan geniş bir izleyici kitlesine hitap eden bir film olacak. Elbette fotoğrafa özel ilgisi olanlar filme çok  farklı bir perspektiften bakacaktır. Filmin festivaller ve dijital platformlar üzerinden kendi izleyicisiyle buluşacağını düşünüyorum.

​U.B.: Bugüne kadar derinlemesine anlatılmamış bir konuyu, geçmişle bugün arasında bağlantı kurarak anlatıyoruz. Nerdeyse her saniye fotoğraf çekmeye, çektirmeye programlanmış bir hâldeyiz. Bu noktada belgesel her kesimden izleyici için ilgi çekici olacaktır.

Karanlık Kutunun Doğu Serüveni için Fongogo'da 4 Haziran'a kadar devam eden kampanyaya buradan destek olabilirsiniz.

Filmin teaser'ını ise buradan izleyebilirsiniz.


0
8015
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage