23 MAYIS, PERŞEMBE, 2024

Eğip Bükmenin Gücü: “Yurt”

Nehir Tuna’nın dünya festivallerinden ödüllerle dönen, 90’lı yılların kutuplaşmış Türkiye’sinde iki uçlu bir yaşam arasında sıkışan ve kendi yolunu arayan Ahmet’in hikâyesini anlattığı Yurt filmi üzerine bir değerlendirme.

Eğip Bükmenin Gücü: “Yurt”

Mekânlar arasında gezinirken, o mekânlardan kaçmak üzerine bir hikâye değil Nehir Tuna’nın ilk uzun metrajlı filmi Yurt. Mevcudiyetini bir mengene ile ziyaret ettiği zeminlere sabitlemek üzerine arayışlar içinde olan bir film. Başta görüntü yönetimi olmak üzere teknik tercihleri itibariyle ilk bakışta siyah ile beyazın ayrıldığı gibi keskin sınırlarda dolaştığı izlenimine kapılacağınız film aydınlığı, karanlığı, ışıkta olmayı ya da olmamayı salt bir oluş hâlinden çıkarıyor. Bunu yaparken Tuna kesinlikle kolay yolu tercih etmiyor. İzleyiciye satır aralarını bulmak için nefes alacak alanlar da yaratıyor. Filmin yolculuğu iz üstündeki taşları, kaldırımları, eşiğin dışında ya da içinde kalanları keşfetmek üzerine ufak davetler gönderiyor.   nostaljik değeri olan bir meseleyi saptamalar listesi olmaktan çıkarıp onları yoklanan şeylerin ritmine dahil ediyor. Mutlak bir sondan, öğretmekten ya da bildiğiniz bir tarihi yeniden söylemekten uzak duruyor. Keyif almanızı istiyor. 

90’ların sonunda Edirne’de açılıyor film. Zaten film boyunca lineer ilerleyen bir tarih üzerinden filmin elementleri bu en belirgin olan tarihsel yol üzerine eklemlenerek devam ediyor. Şayet zamanı yukarıya uzanan bir ağaç olarak kabul edersek karakterler, mekânlar, olaylar ve çatışmalar bu ağacın dalları gibi büyüyerek yol alıyor. Köklere doğru, bilinmeyene doğru bir iniş yerine göğe uzanan, arayan, yoklayan bir yükseliş tercihi var. Dini eğitim veren yatılı bir yurt ile laik eğitim veren bir okul arasında mekik dokuyan Ahmet (Doğa Karakaş) hikâyenin ana taşıyıcısı rolünde. Akabinde çaresizlik, sıkışmışlık, mücadele etme hâllerine ortak oluyor izleyici. Ahmet’in mekânlar arasında dolaşırken yaşadığı değişimden ziyade hikâyenin onu ve çevresinde olup bitenleri dönüştürdüğü Ahmet’lere bakmakta fayda var. Çünkü hikâyenin aktığı yerde sadece karakter değişmiyor. En başından itibaren filmin büyük bir nezaketle sunmaya çalıştığı bir şey var: Karakter bir oyun evinin odalarına yerleştirilmiş aynı bebeğin farklı hâlleri gibi farklı Ahmet’lerle birlikte geliyor. Adım attığı her bir noktada onunla birlikte çevresi de başka bir kimyayla konuşuyor. Annesinin eline kıymık batmasın diye sarıp sarmaladığı belli olan bir çocuk, içten içe ayakta dikilmenin ve belli kaideleri zoraki yapmanın vurdumduymazlığına sığınmış bir çocuk, dini ritüelleri yerine getirip Tanrı’ya yakın olmaya çalışan, teninin her bir yanında saflığı ve tebessümü taşıyan bir çocuk, erkeklikle imtihan olan ve emir kuluyum ben diyerek onu sarıp sarmalayan bir çocuk. Sayısı daha da çok olan bu Ahmet’ler sanki başka diyarlardan bir araya gelmiş gibiler. Aynı bedeni kullanırlar ve bir görevi, taşıdıkları bir mesaj vardır. İşin mahareti yönetmenin başı sonu belli bir hikâyede haberci olarak motiflediği bir karakterin dağılmadan geçirdiği evrelerde. Sanki her biri anlaşmış ve mesajı bırakacakları, görevini bir sonraki Ahmet’e devredeceği yeri biliyordur. Şeffaf bir geçiş bu. (Kastedilen şeffaflık geçişin inanılmaz rahat olmasıyla ilgili) Her bir Ahmet, yerini diğer Ahmet’e bırakacağı zaman bir önceki yansımanın bir parçası, mekânlarda ve diğer karakterlerde yaşamaya devam eder. Etrafta dolaşan hayaletler var gibidir.

Kader gibi bir şeyin yanına mizah attığınızda ne olur? Yasak olmayan hazları keyifle tüketeceğimiz bir aralık oluşur. Yurt’u sinematik bir deneyim alanından çıkarıp, olay örgüsüne baktığımızda en temelde karakterin yolculuk hikâyesi olduğunu görüyoruz. Nostaljinin romantizmine düşme tehlikesine karşı siyasi bir kriz var; salt gerçekliğe düşme potansiyeline karşı ise haz almanın bin bir türlü hâli var. Filmin dünyasında itaatsizliğin aslında her açıdan cezalandırıldığı bir evren var. Dindar bir okulun yanında laik bir okul itaatsizlik yapabileceğiniz bir yer değil. Dereceleri farklı olan bu iki uç arasında yönetmen ortaya çıkabilecek soruların ucunu kapatırken muhafazakar bir tercihe gidiyormuş gibi görünse de temelde yasak olmayan hazları almaya yeltendiğinizde ortaya ne çıkacağından ziyade onların ne ya da nasıl olacağına dair düşünmenizi istiyor gibi. Yasak bir hazzı deneyimledikten sonra yasak olmayanların yeniden alınması ya da tekrarlanması. John Milton’ın Kayıp Cennet’i neredeyse yetişkinlerin tadına bakabileceği bir şey olarak görür haz olgusunu. Peki çocuklar bakarsa ne olur? Filmde bir sınır varsa eğer o sınırın defaatle aşıldığına şahit olursunuz. Ortaya zevke ortak olduğunuz anlar çıkar. Sizi kışkırtır. Oysa bir televizyon ya da babaya saygı meselesi ne denli yasaklı bir başlık olabilir? Kayıp Cennet ya da Yurt izleyicisine bir itaatsizlik eyleminin ardından yeni ve bambaşka bir şey keşfettiğimizi işaret eder. Bir tarafınız tıpkı Ahmet’in kaybolan eşyalarını araması ama bulamaması gibi yazgınızı belirleyen ya da geri almak istediğiniz şey neyse ona doğru yol alır. Bilinçsiz bir itaat vardır. Sahte bir masumiyet. Ama çatının altında, fışkırırcasına bir şiddet döngüsü vardır. Ahmet’in saatiyle televizyonu kurcaladığı bir an ya da Arap sabunu yerine daha temiz olduğuna inandığı bir temizlik aracına yönelmesi nelerin şart koşulduğu, yaptığı şeylerin getirisinin ne olduğunu yoklamakla ilgilidir. Çocukların itaatinin sınırını yaptıkları itaatsizlikler belirler. Filme bir özgürleşme hikâyesi demek ya da teknik denemelerinin -örneğin görüntünün bir noktada renkli formata geçmesi ya da film boyunca en az karakterler kadar izleyiciyi de sıkıştıran dört duvarlardan hikâyenin bir anlığına dış dünyaya taşması- olması kurallar delinmek için olduklarından değil. Onları delerken neden yapıldıklarını keşfedersiniz. Tabii Ahmet ve Hakan kendi eylemlerinin sınırlarını da keşfeder. Adem ve Havva düşmeseydi Tanrı’larının neye benzediğine vakıf olamayacaktı. Tanrı’nın bu hikâyede de belki istediği şeylerden biriydi aynı zamanda. İtaat bir şeyi bilmeme arzusudur. Zamanı durdurma arzusudur. Büyümeyi durdurur ya da Ahmet ve Hakan gibi attığınız tokattan keyif aldığınız, dostluğunuzun sınırlarını gördüğünüz, unutma lüksüne sahip olduğunuz bir kapıyı aralar. Çünkü Yurt’un evreninde Tanrı öyle yüce bir isimdir ki kimse onu unutma lüksüne sahip değildir. Ve itaat daima talep edilen bir şeydir.

https://www.youtube.com/watch?v=e5TXifjg2JU

Film hakkında:
Nehir Tuna’nın yazıp yönettiği, yapımcılığını Tanay Abbasoğlu’nun üstlendiği Yurt’ta Doğa Karakaş, Can Bartu Arslan, Ozan Çelik, Tansu Biçer ve Didem Ellialtı rol alıyor. Filmin görüntü yönetmenliğini İstanbul Film Festivalinde En İyi Görüntü Yönetmeni Ödülü’nü alan Florent Herry yaparken, kurgusunu Ayris Alptekin, müziklerini de Avi Medina üstlendi. Dünya festivallerinin de gözdesi olan YURT, Venedik Film Festivali’nin Bisato dOro Ödüllerinde En İyi Senaryo Ödülü, Saint-Jean-de-Luz Film Festivalinde En İyi Yönetmen Ödülü ile SFCC Film Eleştirmenleri Ödülünü, Marakeş Film Festivalinde En İyi Erkek Oyuncu Ödülünü ve Annonay İlk Filmler Festivalinde En İyi Film Ödülünü kazandı. Yurt’u sinemalarda izleyebilirsiniz.

0
2007
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage