Yirminci Yüzyıl Müziğinde Farklı Bir Perspektif
Kısa Bir Başlangıç
Tarih sahnesinde ilk müzik enstrümanının kullanımından bu yana insanoğlu aynı zamanda müziği kendi kendine yorumlayabilen enstrümanların icadı ile de ilgilendi. Böylelikle müziği bir icracının dışında mekanik bir altyapının sunmuş olduğu olanaklar doğrultusunda seslendirebilen enstrümanlar müzik tarihindeki yerlerini aldı. Eski Yunan’dan Arabistan’a birçok farklı zaman ve coğrafyada kendini gösteren bu enstrümanların günümüze ulaşan en erken örneklerinden biri Orta Çağın sonlarına tarihlenen bazı ‘glockenspiel’ modelleri olduğunu biliyoruz. Batı’nın çoksesli müzik tarihinde barok dönemden romantik döneme uzanan bir zaman dilimde Handel’den Haydn’a Mozart’tan Beethoven’a birçok besteci müziği herhangi bir icracının varlığına gereksinin duymadan kitlelere ulaştırabilen mekanik orglar için eserler yazdı.
Besteciler tarafından 19. yüzyıldan sonra neredeyse yüz yıl boyunca görmezden gelinen mekanik enstrümanlar 20. yüzyılın başında gerçekleştirilen bir buluşun sonrasında yeniden gündeme geldi. 1904’de Freiburg’lu Welte şirketi kağıtların üzerine delikler açarak piyanistin performansını kaydetmeyi başarmanın yanısıra bu performansı tüm detayları ve dinamikleriyle yeniden seslendirebilecek mekanik bir enstrümanın tanıtımını gerçekleştirdi. ‘Reproducing piano’ adını alan buluş henüz piyano yorumlarını cd’ye kaydetmenin mümkün olmadığı bir dönemde Liszt’in öğrencilerininde dahil olduğu birçok piyanist ve besteci tarafından piyano yorumlarını daha geniş kitlelere duyurabilmek için kullanıldı. Üzerine delikler açılarak müziğin aktarılmış olduğu bu rulolar sayesinde bugün Debussy, Ravel, Busoni gibi bestecilerin yorumların yanı sıra Horowitz’in erken dönem virtüözitesinin parlak örneklerininde cd’ye aktarılmış kayıtlarından dinleyebilmekteyiz...
‘Player Piano’ya Doğru...
Avrupa’da bunlar olup biterken 19. yüzyılın son çeyreğinde yeni kıtada mucitler arasında kıyasıya bir rekabet ve patent alma yarışı sürmekteydi. Amerikalı üreticiler 1876 yılının ‘Yüzyıl Fuarı’nda mekanik klavyeli enstrümanların ilk örneklerinden olan ‘Pianista’yı tanıtıyordu. 1890’ların ortalarına gelindiğinde ise Edwin S. Votey ‘Pianola’ adını verdiği buluşunu o zamana kadar görülmemiş bir reklam kampanyasını da arkasına alarak pazara sundu. O dönem için oldukça yüksek sayılabilecek bir fiyat ile (250$) yerini alan ‘Pianola’ birçok mekanda kendine kullanım alanı buldu.
Piyano ruloları ve klavyeli mekanik enstrümanların kendi iç mekanizmaları üzerinde yapılan yenilikler bu enstrümanların daha geniş kitleler tarafından tanınmasına neden olurken bir yandanda pazarın genişlemesine neden oluyordu. Başlangıçta sadece belli başlı kulüp yada barlarda dinlenen ‘player piano’lar zamanla orta sınıf Amerikan evlerinde de yerlerini aldı. Birleşik Devletlerde 1910’lu ve 20’li yıllar boyunca altın yıllarını yaşayan ‘player piano’ satışları 1929’da patlak veren ekonomik kriz sonrasında hızla düştü. Birçok üreticinin üretimi durdurduğu ve tezgahlarını kapattığı bu dönem sonrasında kurumsallaşmış olan birkaç şirket dışında üretimini sürdüren olmadı.
Mekanik piyanoların 20. yüzyıldaki ilk 25 yıllık tarihinde bu gelişmeler yaşanırken onun değişmez bir parçası olan piyano
rulolarının üretimininde de çeşitli değişimler gözleniyordu. Başlangıçta klasik müzik alanındaki piyano ruloları üreten birçok Amerikan şirketi dönemin yeni müziği olan caza yönelmiş ve üretimlerini azaltmıştı. 1930’lu yılların sonları ‘player piano’ ve piyano ruloları üretiminde şirketlerarası bir dizi birleşmeye sahne olsada sektör hiçbir zaman eski günlerine dönemedi. Teknolojinin her alanda olduğu gibi ses kayıt ve üretim alanlarında da göstermiş olduğu hızlı gelişim 1950’li yılları gelindiğinde bu enstrümanları ve piyano rulolarını nostaljik birer koleksiyon objesi haline dönüştürdü.
Yirminci yüzyılın ortalarında özel koleksiyonların yanısıra enstrüman müzelerinde de yerini çoktan almış olan ‘player piano’nun 1950 sonrasındaki tarihi, tek amacı kendi müziğini yazmak olan bir bestecinin ellerinde yeniden yazıldı. 1910’lu ve 20’li yıllar boyunca tıpkı bir müzik kutusu yada bir gramofon gibi evlerin salonlarına konuk olan ‘player piano’nun 20. yüzyılın ikinci yarısındaki tarihi aynı zamanda Amerikan asıllı Meksikalı besteci Conlon Nancorrow’un müziğininde tarihidir. Yirminci yüzyılın ortalarından itibaren Nancorrow’un müzikal kariyeriyle eş zamanlı bir gelişim çizgisi izleyen ‘player piano’ onun müzikal perspektifinden yepyeni kullanım alanlarına ulaştı. Yirminci yüzyılın en yenilikçi müzikal zihinlerinden biri olan Nancorrow 85 yıl süren yaşamı boyunca 35 yıldan fazla bir süreyle sadece ‘player piano’ için eserler yazdı.
Müzik Estetiğinde Yeni Bir Söylem Oluşturmak: İcracı Sonrası Müzik
Nancorrow’un müzikal estetiğinin odak noktasında yer alan ‘player piano’ çalışmaları hayatı boyunca savunmuş olduğu müzikal düşüncelerin ve yaşanmışlıkların bir yansımasını oluşturur. ‘Player piano’, Nancorrow için yeni fikirlerin üretilebileceği bir enstrüman olmanın ötesinde aynı zamanda müzikle ilgili binlerce olanaksızlığın gerçekleştirilebileceği bir alandır. Kimi zaman onlarca farklı tempo ve son derece muğlak kontrapuantal bir dil ile ifade bulan ‘player piano’ çalışmaları, ritmik açıdan şimdiye kadar yazılmış en karmaşık müzikal yapıtlar olmanın yanısıra hint müziğinin ritmik zenginliğinden, Art Tatum ve Earl Hines’ın caz piyanizminden de izler taşır.
İnsan yeteneğinin çok daha ötesinde bir teknik beceri ve dayanıklılık gerektiren ‘player piano’ eserleri 20. yüzyılın en önemli müzikal beyanatlarından birini oluşturur. Nancorrow’un müziği üzerine düşünen birçok müzik insanının üzerinde birleştikleri nokta onun eserlerin sıradışı bir ritmik çeşitliliğe sahip olduğudur. Kimi zaman tek bir eserde 12 farklı tempoya eş zamanlı olarak yer veren besteci form seçimlerinde de eklektik bir yol izler. Nancorrow, birkaç dakikalık bir eserinde bile göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir sürede Dixieland’dan flamenko’ya 12 bar blues’dan caz müziğine uzanan bir çeşitlilikle dinleyicisini şaşırtabilir. Onun bu seçimlerinin temellerinde gençlik ve olgunluk yıllarındaki müzikal tecrübelerinin ve paylaşımlarının izlerine rastlamak mümkündür. Besteciyi müzikal anlamda etkileyen tecrübelerden biri henüz lise yıllarında Stravinsky’nin ‘Bahar Ayini’ eseri ile karşılaşmasıdır. Nancorrow o güne dair izlenimlerini yıllar sonra şu sözlerle aktarır: “...bu benim için tamamen bir devrimdi. O zamanlar çağdaş anlamda bir müzik duymamıştım ve ‘Bahar Ayini’ beni etkilemenin ötesinde şaşkına çevirmişti... Eseri ilk defa bir konserde duymuştum ve bu eser bana yeni bir dünyanın kapılarını araladı.” Aynı zamanda iyi bir caz trompetçisi olan Nancorrow’un müzikal
geçmişi gençliğinde yer aldığı caz topluluklarının yanısıra Henry Cowell’ın ‘New Musical Resources’ eserinden de izler taşır.
Besteci kariyeri boyunca uzun yıllar Meksika’da sürdürmüş olduğu kişisel izalasyona rağmen başta Cage, Adams, Ligeti ve Carter olmak üzere zamanının birçok öncü bestecisinin beğenisini toplar. Ligeti 1980 yazında Mario Bonaventura’ya yazdığı bir mektubunda onun ‘player piano’ çalışmalarını ilk duyduğu zamanki düşüncelerini şu sözlerle dile getirir: “Nancorrow’un birkaç ‘player piano’ çalışmasını dinledikten sonra tüm içtenliğimle belirtebilirim ki Conlon Nancorrow hiç süphesiz yaşayan en büyük kompozitör. J. S. Bach protestan koralleri yerine blues, boogie-woogie ve latin-amerikan müziği ile yetişmiş olsaydı Nancorrow gibi eserler yazabilirdi. Nancorrow Bach’ın çoksesliliğine, Stravinsky’nin zerafetine ve Amerikan geleneğinin sentezini oluşturmanın çok daha ötesindedir: O yirminci yüzyılın ikinci yarısının en iyi kompozitörüdür.” Ligeti’ye göre Nancorrow’un müziği Ives ve Webern’den bu yana gerçekleşen en önemli müzikal keşif olmanın yanısıra mükemmel bir şekilde kurgulanmış ama aynı zamanda da duygusal olabilen bir müziktir... Amerikalı besteci John Adams ise kendisi ile gerçekleştiren bir röportajda Nancorrow’un müziği ile ilgili görüşlerini şu sözlerle dile getirir: “Nancorrow’un müziğinde beni çeken temel nedenler; müziğin iç yapısında var olan kusursuz deneysellik ve son derece cesur bir şekilde kendini gösteren poliritmik zenginliktir.”
Nancorrow yaşamı boyunca 20. yüzyıldaki birçok çağdaşı gibi müziği ile ilgili savunmuş olduğu fikirlerini (kontrast tempolar, karmaşık ritimler, arpejlerle bölünmüş müzikal yapı, isoritim , ostinato , kanon ...) tutarlı ve bütünü sarmalayan bir sistem içinde gerçekleştirmeye çalıştı. Bu düşüncelerini hayata geçirirken yıllar boyunca üzerinde çalıştığı ve iç mekanizmasında çeşitli deneyler gerçekleştirdiği ‘player piano’nun rolü büyüktü.
Nancorrow’un ‘player piano’ için oluşturmuş olduğu repertuvarın etkisini 20. yüzyıl müziğinde sadece yapısal ve teknik anlamdaki değişimlerde aramak bize sacede tek yönlü bir bakış açısını getirir. Neredeyse yaşamının büyük bir kısmını adamış olduğu ‘player piano’ müzik estetiğinde ‘icracı sonrası müzik” (‘post-performer music’) olarak tanımlayabileceğimiz kavramında en önemli parametrelerinden birini oluştur. Nancorrow ‘player piano’yu sadece kağıt ruloları çalarak notaları seslendirebilen bir alet olmanın çok daha ötesine taşımış, onu konser sahnelerinde yer alan ve kayıt stüdyolarında lp ve cd’ler için eserlerini seslendiren yeni bir enstrüman kimliği kazandırmıştır.
1 Reproducing piano’ya ek olarak o dönem mekanik org yapımı üzerine de çalışmakta olan Welte şirketi 1920’li yıllara gelindiğinde birçok besteciye bu enstrümanlar için kağıt rulolar üzerine eserler yazmaları için davet etti. Yüzyılın ilk çeyreği tamamlanırken Paul Hindemith (Mekanik Org için Süit), Nicolai Lopatnikoff (Mekanik Piyano için Toccata ve Scherzo) gibi bestecilerin eserleri Almanya’nın Baden Baden kentinde gerçekleştirilen bir festivalde mekanik enstrümanlar tarafından seslendirildi.
2 Kariyerinin ilk yıllarında yaylı çalgılar dörtlüleri ve piyano... için eserler yazan Nancorrow’u ‘player piano’ya yönelten temel nedenlerden biri 1940’lı yıllarda yazdığı yapıtların müzisyenler tarafından aşırı zor bulunmasının yanısıra kötü icralarının gerçekleştirilmiş olmasıdır. Bir diğer neden olarak ise Nancorrow’un ‘player piano’ müziğinin en önemli özelliklerinden biri olan karmaşık ritim ve tempoları müziğinde gerçekleştirmek istemesidir.
3 Nancorrow’un kimlik geçmişini araştıracak olursak, 27 Ekim 1912’de Birleşik Devletlerin Arkansas eyaletinde dünyaya geldiği, başlangıçta mühendislik eğitimi almak üzere üniversiteye gittiğini, Cincinnati Üniversite Konservatuarında birkaç yıl geçirdikten sonra ise Boston’da Roger Sessions, Walter Pilston, Nicolas Slonimsky ile özel olarak kompozisyon çalıştığını görürüz. Boston yıllarında komunist partiye katılan Nancorrow, İspanya İç Savaşı çıktığı sırada Franco’nun ordularına karşı savaşmak için İspanya’ya gider. Amerika’ya dönüşü (1939) sonrasında konumist parti üyeliği nedeniyle Amerikan pasaportunun yenilenemez olduğunu öğrenir ve Meksikaya yerleşir. Besteci 1955 yılında Meksiya vatandaşlığına geçiş yapar.
4 Müzikte ritimlerin döngüsel olarak tekrarını içeren bir formdur. Orta Çağ’da Avrupa’da kullanılmasının yanısıra hint müziğinde de sıklıkla kullanılan isoritim fikri 20. yüzyılda Cage, Berg ve Messiaen tarafından da kullanılmıştır.
5 Müzikte, sürekli tekrar eden cümle.
6 Barok dönemde müzikte, polifonik tekniklerinden biri olan kontrpuan tekniğiyle yazılmış, bir formdur. Kanon formunda iki veya ikinin geometrik katlarından oluşan ölçülerin kalıpları, her partide aynı sırayla yeralır. Dördüncü parti birinci kalıbı çalarken, üçüncü partinin ikinci kalıbı, ikinci partinin üçüncü kalıbı, birinci partinin ise dördüncü kalıbı çalar ve beşinci kalıba geçer. Nancorrow barok döneme ait olan bu formu ‘player piano’ çalışmalarında kendi müzik estetiği içinde kullanarak uygulamıştır.