Alexandre Dumas Fils’in ünlü romanı Kamelyalı Kadın’ın tiyatro uyarlamasını 1852’de Paris’te izleyen Guiseppe Verdi, oyundan çıkar çıkmaz heyecanla yeni operasını bestelemeye başladı. Yakalandığı hastalık yüzünden 26 yaşında ölen eşi Marguerita’nın adını çağrıştıran Marguerite karakterini başka bir çiçek adıyla değiştirerek Violetta Valéry’ye dönüştürdü. Armand Duval’i ise Alfredo Germont olarak İtalyancaya uyarladı. Parisli bir kurtizanın yaşadığı dramatik aşkın ve genç yaşta ölümünün anlatıldığı hikâye için “Aşk ve Ölüm” adını uygun görmüşse de sonunda “La Traviata”da (kötü yola sapmış kadın) karar kıldı.
Böylece 1853 yılında Venedik’te La Traviata, o güne kadar geleneksel operada rastlanmayan -gerçekçi ve güncel- bir biçimde sahnelendi. Verdi’nin müzik dehası özel hayatına dokunan bu hikâyeyle birleştiğinde ortaya çıkan müzikal anlatım, diğer eserlerinden farklı, derin bir duygusallığın izlerini taşıyordu.
Günümüzde en çok sahnelenen üç operadan biri olan La Traviata, kasım ayında Napoli’de Ferzan Özpetek rejisörlüğünde sahnelenerek edebiyat ve müziği birleştirdiği ilham alanına oryantalist esintileri ve sinematografik öğeleri de eklemiş oldu.
La Traviata’ya Otantik Reji
Napoli’deki San Carlo Tiyatrosu’nda dramatik notalarla başlayan uvertür yavaş yavaş neşelenmeye başlarken, perdeye sopranonun yüzü yansıyınca, operaya Ferzan Özpetek imzasının atılmış olduğunu anlıyorsunuz. Perdede bir film yıldızı gibi parlayan soprano Maria Grazia Schiavo, yaşayacağı dramı gözleriyle anlatıyor bize.
Birinci perde başladığında nargileler, oryantalist tablolar, halılar, bezemeler, yastıklarla süslenmiş dekorun içerisinde kırmızı kaftanıyla salonun en gözde kadını Violetta Valéry’yle tanışıyoruz.
Sürdürdüğü kurtizan hayatın eğlencesine kendini kaptırmış, gerçek aşka inancını kaybetmiş olan Violetta, evinde verdiği partide Alfredo’nun ilanı aşkıyla duygularını sorgulamaya başlıyor. Tüberküloz olduğu için çok fazla ömrünün kalmadığını bile bile, mutlu olmak için kendine son bir şans daha verebileceğini düşünerek Alfredo’nun aşkına göğsünden çıkarıp verdiği bir çiçekle karşılık veriyor.
İkinci perdede Ferzan Özpetek’in, Verdi’nin notalarına ışık ve gölge oyunlarıyla eşlik ederek dramatik etkiyi artırdığını görüyoruz. Bu sahnede, Alfredo’nun babası Giorgio Germont, genç çiftin beraber yaşadığı eve gelerek Violetta’yı oğlundan ayrılmaya ikna ediyor. Giorgio Germont rolündeki bariton Giovanni Meoni ve Maria Grazia Schiavo’nun etkileyici düetinde, Alfredo’nun kız kardeşinin evlilik arifesinde olduğunu ancak Alfredo ve Violetta’nın ilişkisinin damadın ailesince uygun karşılanmadığını öğreniyoruz. Violetta, genç kızın geleceği için baba Germont’un isteğini kabul ediyor. Alfredo’yu sevmediğine ikna etmesinin tek yolunun artık başka bir adamı sevdiğini söylemek olduğunu düşünüyor.
Sonraki sahnede, Alfredo’nun bulunduğu bir partiye Violetta’nın başka bir erkekle katılmasıyla müziğin gerilimi yeniden artmaya başlıyor. Kıskanç ve öfkeli Alfredo kalabalığın önünde Violetta’ya hakaret edince Violetta’yla beraber gelen Baron onu düelloya davet ediyor. Violetta, sevdiği adamın aşağılamalarını umursamadan düello için kaygılanıyor ve bir gün kendisini anlayacağını umarak üzüntüler içerisinde sahneden ayrılıyor.
Üçüncü perdenin dekorunda yine Ferzan Özpetek farkı ortaya çıkıyor. Violetta’yı, karanlık sahnenin ortasında tepe ışığıyla aydınlatılan bembeyaz bir yatağın içinde ölümle yüz yüze gelmişken buluyoruz. Ölümün emici karanlığına kontrast olarak yaşamın son ışıklarıyla göz alıcı şekilde parlıyor. Violetta meşhur Addio del passato aryasını seslendirerek, dinlediğimiz tüm neşeli müziklere rağmen La Traviata’nın bir ölüm operası olduğunu hatırlatıyor bize; ve ölüm döşeğinden hiç kalkmadan vedalaşıyor: “Elveda geçmişin gülümseyen rüyaları…”
Oysa Giorgio Germont oğluna her şeyi anlatmış, Alfredo düelloyu kazanmış, af dilemek için Violetta’nın yanına gelmektedir.
Bu dramatik sahnede bile arkadan Paris eğlence hayatının sesleri geliyor kulağımıza. Violetta insanı sarmalayan bu sahte seslerin içerisinde aşkı, ayrılığı ve ölümü yaşamak zorunda kalmıştır. Belki bir traviatanın kaderinde, “kimi kadınların payına düşmüş ve yalnızca onlara ait” saatleri huzurla geçirmek yoktur.
Alfredo ve Giorgio sonunda Violetta’nın yanına geliyor. Gözyaşları, pişmanlıklar, aşk sözcükleri arasında son nefesini veren Violetta, sahnenin ortasında ansızın düşerek baba ve oğul Germont’u gözyaşları içinde bırakıyor; tabii seyircileri de.
İtalyan operasında Özpetek dalgası
Salon aydınlatıldığında, beyaz kimonosuyla yanımda oturan Japon izleyiciyle gözyaşları arasında tebessümle bakıştık. Dünyanın en eski tiyatrolarından biri olan ihtişamlı San Carlo’da, dünyanın dört bir yanından Napoli’ye gelmiş olan operaseverler sanatçıları dakikalarca alkışladı.
İtalyan sinema izleyicisinin ruhunu yakalamış olan Ferzan Özpetek arka arkaya yönettiği Aida ve La Traviata operalarıyla bu alanda da hem yerel hem uluslararası sanatseverleri etkilemeye devam ediyor. Operanın klasik kurallarına ve hikâyeye sadık kalan yönetmenin sahneyi otantik dokunuşlarla kişiselleştirmesi, Verdi’ye bağlı izleyiciler tarafından da beğeniliyor. San Carlo’nun aynı eseri üç yıl arayla sahnelemediğine dikkat çeken Ferzan Özpetek’in La Traviata’yı ikinci kez bu muazzam mekânda izleyiciyle buluşturmasında yönetmenin anlatımına duyulan sevginin de bir payı olabilir. İtalya hem sinemasını hem de operasını gönül rahatlığıyla Ferzan Özpetek’e emanet edebiliyor.
La Traviata operası, 15 Aralık'a kadar San Carlo'da sahnelenecek.