13 ARALIK, ÇARŞAMBA, 2023

Floransa’dan Fildişi Sahili’ne Uzanan Bir Hikâye: “Davorio”

Floransada düzenlenen H/earth Beat Festivali kapsamında sahne alan İtalyan araştırmacı-besteci Samuele Strufaldi ve Fildişi Sahili’den djembe sanatçısı Boris Pierrou ile albümleri Davorio’nun yaratım süreci üzerine merak ettiklerimizi konuştuk.

Floransa’dan Fildişi Sahili’ne Uzanan Bir Hikâye: “Davorio”

Dünyanın ritmini kalbin ritmiyle buluşturan, tamamen dünya müziğine adanmış H/earth Beat Festivalinin bu sene ikincisi düzenlendi. Farklı kültürleri bir araya getiren müzisyenler, dünya müziğini Floransa sahnelerine taşıyarak, seyircilerine birbirinden coşkulu deneyimler yaşattılar. Her birinin de kendine has bir sebebi vardı tabii. Neden mi? Çünkü dünya müziğini, sadece yerli enstrümanların ve önceden var olan unsurların, elektro-akustik prosedürlerden geçerek sentezlenmesine dayandıramayız. Eseri yaratan sürecin temelinde yapılan bir yolculuk, bu yolculuk sırasında yaratılan hikâyeler ve tabii ki bu hikâyelerin kompozisyon sürecine etkisi var. Sahne karşısında ise bu oluşumun canlılığına tanık olarak, yaratılan bu yeni dünyada başka bir yolculuğa çıkar ve böylece yeni hikâyeler yaratırız.

İtalyan araştırmacı-besteci Samuele Strufaldi de, etnomüzikoloji araştırması için çıktığı yolculukta, Fildişi Sahili’de bulunan Gohouo-Zagna köyündeki geleneksel müzik kültürünü ve yaşamı belgelediği çeşitli ses kayıtlarını, Batı müziği ile birleştirip yeni bir hikâye yaratıyor. Bunun yanı sıra, bölgeye de yeni hikâyeler kazandırmayı amaçlıyor. Kendisi “Baktığınız o uzak şeyler, sonunda eriyerek eşsiz bir şeye dönüşebilir. Her şey birbiriyle bağlantılıdır, her şey ortak bir bölgede durabilir… keşfedin” görüşüne sahip, çeşitli sanat ve bilim dalını kapsayan paralel alanlarda araştırmalar yapan, dahiyane demenin abartılı kaçmayacağı, bir o kadar da mütevazı, öve öve bitiremeyeceğim -sebebini de birazdan anlayacağınızı umuyorum- Floransalı bir sanatçı-besteci Strufaldi.

Samuele Strufaldi’nin Fildişi Sahili’ne yaptığı yolculuk sırasında topladığı müzikal belgeleri, elektronik müzik, caz ve klasik müzik ile birleştirdiği Davorio albümü, oluşum süreci ve amaçları ile tamamiyle ilham verici bir yapım. Davorio, Floransa’dan Fildişi Sahili’ne uzanan bir hikâye. Guéré müziği, elektronik müzik, caz ve klasik müzik aracılığıyla insanın iç dünyasına hitap ediyor. Etnomüzikoloji araştırması yapmak için çıkılmış bir yolculuğun, dayanışmaya dönüştüğü bir serüvendir de aynı zamanda Davorio.

​Strufaldi ile 15 Kasım 2023 tarihinde Circolo Arci il Progressoda gerçekleştirdikleri konser sonrasında tanışmamızın ardından, projenin doğuşunda önemli katkısı olan djembe sanatçısı Boris Pierrounun da neşeli enerjisi eşliğinde, amacının elde edilen gelir ile Gohouo-Zagna köyünde bir kültür merkezi oluşturmak olduğu Davorio albümü üzerine konuştuk. Hadi başlayalım…

Sizi ilk kez Circolo il Progresso’da verdiğiniz konser sırasında dinledim ve açıkçası büyüleyici bir deneyim yaşattınız. Samuele, son günlerde önceki çalışmalarını da dinleme fırsatı buldum ve edindiğim izlenim, araştırmalarının merkezinde yaşamın özü olduğu yönünde. Bu albümde de, zamansız bir boşlukta keşfe çıkan elektronik ses dalgaları, klasik müzik, caz ve daha birçok tür aracılığıyla zamanla buluşuyor. Tabii bunlara gündelik yaşamdan izler taşıyan sesler -gürültüler- de eşlik ediyor. Ardından yeni bir alanda, -yine başka bir öz olan- bölgenin ruhu, yani Guéré müziği ile tanışıyorlar. Bu tablonun, yalnızca zamanları değil, mekânları da birleştirerek, varoluşun bütününe ait olma duygusunu yarattığını söyleyebilirim.

Samuele Strufaldi: Söz konusu çalışmanın bu güzel analizi için teşekkür ederim. Benim için her albüm bir yolculuk gibidir. Belirli şeyleri araştırmak için kendime iddialar yaratmayı ve böylece ilgimi çeken ne varsa, çeşitli yönlerini keşfetmeyi seviyorum. Yapım için stüdyoya girdiğimde de, bu çeşitli yönlerin kavramsal tarafının, müzik ve görsel arasındaki diyaloğunu kurmaya çalışıyorum. Çalışmalarımın her birinin kendine özel bir teması var ve farklı bilimleri bir araya getirmeyi seviyorum. Hepsinin bu doğrultuda oluştuğunu söyleyebilirim. Davorio biraz farklıydı çünkü aynı zamanda hem gerçeğe doğru hem de gerçek bir yolculuktu. Diğer tüm kayıtlar gibi düşünsel/entelektüel bir yolculuk olmasının yanı sıra, Boris ve tüm köy halkı ile karşılaştığım, bir bölgenin fiziksel keşfiydi de.

O zaman, hikâyeniz nedir? diye sorarak başlayayım. Yollarınız nasıl kesişti?

S. S.: Burada, Floransa’da, Francesco Gherardi aracılığıyla tanıştık. Kendisi de albümde yer alıyor, etnik perküsyonlar üzerine ve özellikle tabla üzerine uzmanlaşmış, müzisyen bir arkadaşımız. Şu anda İspanya’da yoksa onun da bugün buraya gelmesini çok isterdim. Boris ile beş yıldır beraber çalışıyorlar. Bir gün bizi bir araya getirdi ve bu şekilde Boris’in köyüne gitme fırsatı buldum. Orada geleneksel müzik seminerleri ve Boris’in verdiği perküsyon seminerine katıldım. Yerel sanatçılarla tanışabilmek ve onlarla beraber çalışmalar üretebilmek için bana çok destek verdi. Bu süreç içinde geleneksel müzikleri ve köydeki yaşamın seslerini de kaydettim.

Boris Pierrou: O büyük bir kaşif! Ve bir maden keşfetti.

S. S.: Evet, ancak çok fazla iş birliği vardı. Bunu kolektif bir proje olarak düşünmeyi seviyorum. Hatta albümde ve konserde müzikal katılımda bulunan bizlerin yanı sıra, köydeki insanlarla birlikte oluşan bir kolektif. Yaptığım gezide kaydettiğim herkes albümün bir parçası.

Sonucunda böylesine bir albümün ve bir dünya müziğinin ortaya çıkmış olması ne güzel. Ama dünya müziği dediğimiz, sanatçılar arasında gerçekleşen buluşma sayesinde, modern ritimlerin geleneksel müzikler ile buluştuğu bir sentez müziği. Bu süreçteki müzikal mühendislik nasıl ortaya çıktı? Yapım aşamasında geçen süreç nasıldı? Ve tabii müzisyenler arasındaki bu birleşimi nasıl sağladınız?

S. S.: Birleşim sonradan gerçekleşen bir şey oldu. Fildişi Sahili'ne yaptığımız gezi 2019 yılındaydı. Bir, bir buçuk ay sonra geri döndük ve müziği bestelemeye başladım. Sonra 2020'de bir pandemi döneminden geçtik, yani lockdown ve her şey. Bu sırada müziğin çoğunu bestelemeyi başardım. 2020'nin sonunda müziği hazırlamıştım, tüm parçaları yazmış, aranje etmiştim. Sonra da grubu bir araya getirmeye çalıştım.

Bütün müzikleri sen mi besteledin?

S. S.: Tüm parçaları ben besteledim, parçaların sözlerini de ben yazdım. Tüm interludi, ara parçalar, köydeki seslerden ve geleneksel şarkılardan oluşuyor. “Abodan” geleneksel bir Baoulé şarkısı, “Davorio” geleneksel bir Guéré şarkısıdır. Sözlerini benim yazdığım parçaları da, sonradan Boris, Guéré dilinde yorumladı ve köydeki yaşamın seslerini kullandım. Grubu, zaten tanıdığım ve müziğini beğendiğim müzisyenlerden bir araya getirmeye çalıştım. Daha önce birlikte çalışmadığım ama kişisel olarak tanıdığım müzisyenler de var ve tabii Boris. Albümü üç günde kaydettik. (Boris’e soruyor) Sen iki gün geldin değil mi?

B. P.: Evet, evet.

S. S.: Livorno'daki Jambona Lab’de stüdyoya girdik. Müziği zaten önceden besteleyip kaydetmiştim, bilgisayardan arkadaşlara dinlettim. Sonra benim düzenlediğim ve çaldığım kısımları, müzisyenlerin çaldığı kısımlarla değiştirdim. Ama konserde dinlediğin gibi değil. Plakta parça parça kaydettiklerimi bir araya getirdim. Yani çok fazla yapım aşamasından geçerek oluştu. Kayıtta benim şarkı söylediğim bölümler de var ve aslında konserdekinden daha fazla elektronik ses var. 2021'de kayıt hazır olduğunda, projeye ve her şeyden önce sosyal amacına ilgi duyan bir plak şirketi aradım. Londra merkezli bir plak şirketi olan Musica Macondo'dan Tim Garcia, projeyi tüm yönleriyle büyük bir heyecanla kabul etti ve gerçekleşmesinde etkili oldu. Bir de dinlediğin konserin tamamı son dönemde, yani yakın zamanda oluştu. Tekrar bir araya geldik ve plağın materyalini canlı çalınabilir hâle getirmek için yeniden düzenledik. Harika olan şey, konserdeki müzisyenlerin albümdeki müzisyenler ile aynı kişiler olması. Tabii iki kişi eksiktik. Tommaso Rosati, bir parçasındaki elektronik düzenlemeyi o yapmıştı ve dansçı Alain Franck Nahi, albümdeki bazı parçaları da o söyledi. Yaptığım müzik klibini gördün mü bilmiyorum. Down-beat, albümdeki en elektronik parçalardan biri olan, “Tutte le cose dentro (İçindeki her şey)” için bir müzik klibimiz var. Boris'in söylediği en akılda kalıcı şarkı. Alain, hem Boris ile aynı bölgeden geliyor hem de Boris'in iş arkadaşı ve bir Guéré dansçısı. Sonra onu, bir kalede çektiğimiz bu müzik klibi için de davet ettim.

https://www.youtube.com/watch?v=OUxOLrZPrCM

Albümün temelinde etnik unsurlar var ve 20. yüzyıl Batı müziği bu temel üzerinde deneysel bir yol çiziyor. Genel olarak, bir etnisite Batı unsurunu ağırlıyor denebilir ve sonra birlikte yeni bir şey yaratıyorlar. Videoda mimari aracılığıyla sunulan Batı kültürünün, söz konusu etnisiteyi temsil eden dansçıyı bünyesinde ağırladığı yani bunun tam tersi bir durum var. Dediğin gibi albümdeki en elektronik parçalardan biri. Down-beat başlayan bu parçaya, djembenin keskin bir giriş yapmasıyla, mekânın içindeki kral, yani dansçı, maske takarak aslında kendi kültürünü de buraya getiriyor. Klibi bu şekilde yapmaktaki fikrin neydi?

S. S.: Temelinde kavradığın her şey kesinlikle var ama küçük bir şey daha var. Metin şu şekilde başlıyor: “İnsanlar her yere seyahat ediyor, dünyayı dolaşıyorlar, zenginlik ve gerçeği aramak için. Gerçekten ihtiyaç duydukları tek şey, en büyük zenginlik içlerinde yatıyor ve kimse onu görmüyor, her şey içlerinde yatıyor, her şey içlerinde yatıyor…”. Metin bana ait ve Boris tarafından Gueré dilinde okunuyor. Bu, kişinin kökenlerini hatırlaması ve onlara değer vermesi için bir tür mesaj. Klibi Grassina’ya yakın Castello di Montauto’da çektik. Hikâyedeki kral, her şeye sahiptir, zengindir ve bir kalede yaşamaktadır. Ancak tam olarak mutlu değildir çünkü atalarıyla, kökenleriyle teması yoktur. Bu yüzden başlangıçta bir tür Fransisken yolculuğa çıkar ve kendini derinlerde yeniden keşfetmek için zenginliğinden sıyrılır. Böylece atalarını bulur, tam olarak uyum sağlamayı ve kendi özüne dönmeyi de başarır. Bu, elementleri oluştururken bana rehberlik eden yön diyelim.

Bu albümün orkestrasında buluşan birçok müzisyen var ve herkes farklı yerlerden gelip bu projede yer alıyor. Farklılıkları bir arada yaşatmayı, yani bir arada var olmayı nasıl başardınız? Tabii bir de bu süreçte karşılaştığınız zorluklar veya kolaylıklar nelerdi?

S. S.: Bir arada var olmak açısından çok kolay olduğunu söylemeliyim. Çünkü aslında insani düzeyde hepimiz çok iyi anlaşıyorduk, şahsen bu açıdan bir zorluk yaşamadım. Genel olarak projelerimdeki insani boyut, müzikal boyut kadar önemlidir. İyi niyetli bir çevrem olmasını, barışçıl insan ilişkisini tercih ediyorum ve iyi bir ortam yaratmayı önemsiyorum. Başından beri tüm grup üyeleri arasında çok iyi bir sinerji vardı, müziği de projeyi de çok beğendiler. Yani aramızda oldukça sağlam bir uyum vardı. Benim için biraz daha zor olan şey, albümün canlı çalınmasını sağlayacak bir yol, yani canlı çalmanın bir yolunu bulmaktı. Bu pek de kolay olmadı çünkü plak mimaridir, yapılandırılmıştır. Oysa canlı olarak pürüzsüz olması, basit bir şekilde çalınabilir olması gerekir. Aksi takdirde cehenneme dönüşebilir. Yani bu kısım pek de kolay olmadı ama başardık.

B. P.: Afrika’dan buraya geldiğimden beri hep söylediğim şeydir. Müzik iletişimdir, yaşamdır ve birlikte yaşamaktır. Eğer güzel bir müzik yapıyorsan ama iletişim kuramıyorsan, bu bir yere varmaz, ilerlemez bile. Burada hepimiz eşit bir şekilde aynı yönde ilerledik. Hepimiz fikirlerimizi, düşüncelerimizi rahatça paylaşabildik ama tabii ki o (Samuele) beğenmezse yapmadık. Çünkü bu proje her yönüyle onun fikriydi ve tabii ki de aklındaki fikre uyması gerekiyordu. Ama o hepimizi dinledi. Aklındakine uyuyorsa kabul etti, uymuyorsa etmedi ama hepimiz birlikte eşit bir şekilde aynı, onun çizdiği yolda ve söylediği yönde yürüdük. Bu oluşturduğumuz birlikten de güç doğdu. Açıkçası bunu çok sevdim. Bütün müzisyenler harikaydı, gerçekten muhteşem ve profesyonel bir şekilde çalıştılar, hepsi projenin arkasındaydı ve projeye sahip çıktı. Tabii bu işimizi çok kolaylaştırdı. Hepimiz birbirimize saygıyla yaklaştık. Birbirimizi dinledik ama bir grup olarak da “bizi” dinledik. Orkestramızın maestrosu tek kelimeyle harikaydı. Bu yüzden de herkes projeye odaklanmış durumdaydı. O zorluk olmadı dese de, onlar için beni mutlu eden bir şey var ki şunu söyleyebilirim; bilmedikleri ve onların olmayan bir dilde şarkı söylemeleri… Bu kolay bir şey değil. Ayrıca oldukça kalabalık bir seyircinin önünde söylediler. Bunu tüm grup Samuele sayesinde başardı. O köyüme geldi, ailemle tanıştı, benim dünyamı gördü ve bir deneyim yaşadı. Buna kendisi de inanamadı ve oluşturduğu şey karşısında insanlar şaşırıyor, çok beğeniyorlar! Bilmediği bir yerde tanımadığı kişilerle beraber üretti, beraber şarkı söyledi. Hayatta önemli olan yapmaktır, denemektir ve o, bu denemeden harika bir şey ortaya çıkardı.

Harika anlatıyorsun… Yani, var olan her şeyi soludun, tüm yaşamı iliklerine kadar hissettin ve bunu diğerlerine de hissettirebildin…

B. P.: Kesinlikle! Aile ve arkadaşların hepsi klibi görünce çok beğendi. Köyümdeki insanlar görünce inanamıyorlar. Hepsi bana “Boris! Ne yaptınız siz böyle!” diyor.

S. S.: Bu her yönüyle çok sayıda insanın fikir birliğini ve katılımını yansıtan, kolektif bir proje. Açıkçası artık sonraki konserler için “Collettivo Davorio” (Fildişi Kolektifi) olarak sahne almayı düşünüyorum. Projenin önüne adımı koymak yerine…

B. P.: Hayır! Böyle bir şey yapacaksan “Samu y Collettivo Davorio” koyabilirsin.

S. S.: Bunu kolektif bir proje olarak düşünme fikrini seviyorum. Hepimizin mikrofona sahip olduğu, hepimizin şarkı söylediği… Ortada bir tür, köyün imajını yaratma fikri var. Müziğe herkes katılım sağlıyor! Yani bu komün yaşama...

B. P.: Gündelik hayata...

S. S.: Evet! Köyün bir tür teatral mizanseni gibi. Odak noktası hikâyenin kolektif doğası. Tüm unsurların dengeli bir şekilde karışımı. Zorluklar açısından bir de şunu söyleyebilirim ki çok az prova yaptık. Ama her şeye rağmen en iyi şekilde yaratmayı başardığımızı düşünüyorum. Taviz vermeden gitmek istediğimiz yönde gitmeyi başardık. Bu durumdan kişisel olarak çok mutluyum. Konserde her müzisyen çok büyük bir emek ortaya koydu. Çünkü adı üstünde “canlı” olmasıyla beraber gelen tüm doğaçlama kısım, her şeyi daha da canlı hâle getirdi ve her müzisyen çok daha aktif bir şekilde katılım sağladı. Canlı kısım herkesin damgasını daha çok taşıyor. Bu yüzden daha da kolektiftir.

B. P.: İyi iş çıkaran bir kolektif.

Aranızdaki sinerjinin, öncelikle sizi dinlemeye gelen bir seyirci ve şu an birinci dereceden tanıklık eden biri olarak, insanın içine işlediğini söylemeliyim. Köye yaptığınız yolculuktan bahsetmişken şimdi biraz geriye sarıp, bu seyahatten aklınızda kalanları sormak isterim. (Gülüyorlar) Unutamadığın/ız neler var?

B. P.: (Gülüyor.)

S. S.: Çok şey…

B. P.: Çok, çok şey…

S. S.: Aklımda kalanlardan... Öncelikle akşam yemekleri var. Her zaman farklı, yöresel, inanılmaz yemekler yedik. Sonra futbol maçları, öyle grupları var ki… İnanılmaz futbol takımları var. Kadın futbol takımları var ve erkeklere karşı maç yapıyorlardı, olağanüstü bir şekilde oynuyorlardı. Sonra köyde hepimizin küçük rutinleri vardı. Sabah uyanır ve müzik çalardık… Çok fazla müzik çaldık.

B. P.: Hem de ne fazla…

S. S.: Çok güzel, yoğun bir müzik ortamı vardı ve dans... Gün içinde her an, herkesin dans etmesi! Küçücük çocuklardan en yaşlılara kadar herkesin, her an dans etmesi çılgınca bir şey! Hatırladığım güzel bir şey daha… Sonradan Francesco da bize katılmıştı. Boris, ben ve Francesco, köyün ağası için küçük bir perküsyon konseri düzenledik. Bu çok enteresan ve önemli bir deneyimdi.

Boris bu sorum sana. Guéré (Gere)*, Kru dilleri arasındaki çeşitli dillerden biri olmaktan da öte, bir lehçe. Gohouo-Zagna yaklaşık 20.000 kişilik bir nüfusa sahip. Öncelikle, şimdi bu dilin dünya çapında duyuluyor olması senin için nasıl bir duygu? Ve tabii Guéré müziğinin anlatıları nelerdir?

B. P.: Dünya, bu bölgenin dünyasından daha değişik hatta tamamen başka bir dünya. Benim dünyam, oraya gittiğimde çocuklarla, kardeşlerimle kendimi evde hissediyorum, bu dünyaya ait hissediyorum. On dört sene sonra dönüp bu işi yaratmış olmak benim için çok değerli, çok özel bir deneyim. Orası benim tüm kalbim ve bir açıdan kalbimi dünyaya açmış gibi hissediyorum. Bunu seninle paylaşabilmek de çok güzel.

S. S.: Floransa'da bir grup İtalyan ile birlikte Guéré söylemen absürt bir şey.

Sen bu dilin varlığından haberdar mıydın?

B. P.: Kesinlikle değildi! Ama geldiği ilk beş gün içinde konuşmaya başladı. İnsanları dinledi, herkes yemeğe davet ediyordu ve o herkesi dinliyordu. “Asseo” (İyi akşamlar) ve “Daio” (Günaydın) demeyi öğrendi ve dili çok sevdi.

S. S.: Evet, her şeyi not aldığım defterim hâlâ duruyor. İçinde tüm müzikler ve öğrendiğim tüm Guéré kelimeleri var. Bu dilde konuşmayı öğrenmeye çalışıyordum ama dünyanın neresine gidersem gideyim, mutlaka bulunduğum ülkenin dilinde bir şeyler öğrenmeye çalışırım. Orada konuştukları dil cidden çok güzel. Tüm o ara sesler... Başka dillerde yok.

B. P.: Evet, bulunmuyorlar.

S. S.: Nasıldı? “Pbalò” (kurbağa)… Kelime dağarcığımızda bulunmayan sesler var, dolayısıyla bunları müziğe dahil etmek de çok ilginçti. Yazılışını da tam bilmediğimizden önüne ‘Q’ koyduk. Provada en çok zorlandığımız kelime neydi?

B. P.: “Deigneieo” (Gittiğin yol)

S. S.: Bu kelime albümdeki ilk parçada var; Cammino senza sapere dove (Nereye gittiğimi bilmeden yürüyorum) ve aslında bir köy örneği. Köydeyken kaydettiğim bir beyefendinin sesini kullandım. Plakta bu köyde yaptığım kayıtlardan çok fazla sample var ama konserde hepsini biz söyledik.

B. P.: “Geblo a deigneieo” Nereye gidiyorsun demek, sana nereye gittiğini soran yol. Gezginlerin yürüyerek çıktığı bir yolculukta, zihin tüm dünyayla, etrafta var olan ve ötesindeki her şeyle iletişim kurar. Limitlere dayanmadan, sınırsız bir şekilde. Yani nereye gidiyorsun diye sorduğumuzda, var olan her şeye doğru gideriz. Guéré müziğindeki tüm anlatılar da, hayattaki yolculuğumuzla ilgilidir.

S. S.: Bu kelime o kadar zordu ki grupta kimse söyleyemiyordu. Sonra hepimiz aşağı yukarı benzer bir şey söylemeye başladık.

O zaman gelelim bu albümün amacına, hedefine. Bahsettiğin gibi kolektif bir proje olmasının yanı sıra, bir kolektif kurma projesi de. Aslında World Music, çeşitli ülkelerin müziklerinin uzaktan tanınmasını sağlamakla beraber, asıl amacı ve çıkış noktası insani motivasyonlarla yakından bağlantılı. İlk kez ırk ayrımcılığına ve kıtlığa karşı mücadele etmek için söylenmiş. Sonrasındaysa, halklar arasındaki kardeşlik ve bu kardeşlikten doğan “dünyada dayanışma” gibi kavramlar eşlik etmiş. Tabii aynı zamanda müziklerin sentezlenmesi sonucu, ticari ürünlere dönüştürülmesi ve bir de bu şekilde dünya çapında ticari dolaşıma girmesini sağlan, bir etiket de. Tüm bu yönler, bu projede mevcut gözüküyor. Ticari yöndeki dolaşımı da, aslında temeldeki insani motivasyon ile birleştiriyorsunuz. Biraz da bu albümden elde edilen gelir ile kurmak istediğiniz kültür merkezinden bahsedelim mi?

B. P.: 2019 yılında Samuele’nin köye gelmesiyle gelişen bir proje oldu. Köye yardım etmek istediğini ve bunu müzik aracılığıyla yapabileceğini söyledi. Ailemle birlikte, kültürel sergiler için bir toplum merkezi oluşturma projemiz zaten vardı. Bir hayır kurumu olan ONG Permlay De Gohouo-Zagna ile birlikte çalışıyoruz ve bu iş birliği çok organik bir şekilde büyüdü. Bu alanı inşa etmemizin amacı; yerli aileleri, çocukları, gençleri ve kadınları desteklemek, aralarında ortaklıklar/iş birlikleri oluşturabilmek, müzik yapmak ve öğrenmek için bir buluşma alanı yaratmaktır. Alanın yönetimi OPGZ başkanı ve köydeki bir kadın kolektifi tarafından denetlenecek. Albümden ve konserlerden kazandığımız gelirin %100’ünü Gohouo-Zagna'daki bu alanı oluşturmak için kullanıyoruz, GoFundMe (https://www.gofundme.com/f/davoriobuilding-futures-with-collaborative-music) üzerinden başlattığımız bir kampanya da var. Buradan projenin kendisine de ulaşılabilir. Eğer hedefimizden daha fazlasına ulaşabilirsek, yine burası için gerekli olan malzemeler için, arşiv oluşturmak ve müzik ekipmanları için kullanacağız. Müziğin ve birliğin gücü sayesinde bu hedefe ulaşıyor ve bir hayali gerçekleştiriyor olmak çok güzel.

Bu gerçekten de gücünün hissedildiği, çok güzel bir proje, yolunuzda başarılar diliyorum. Samuele, aslında tüm çalışmalarında ve şimdi senin de söylediklerinden yola çıkarak bir “öz” arayışı içinde gibisin. “Öz”den konuşuyorsun ve “öz”e hitap ediyorsun. Varoluşun derinliklerine yaptığın yolculuklarda, insanın içindeki evreni araştırıyor ve bunu yansıtıyorsun. Diskografinde bulunan tüm albümlerin temelinde bu alana atıfta bulunduğun söylenebilir. İlk albümün Adenosine Triphosphate da aynı şekilde. ATP, hücrenin enerji kaynağı… 2016 yılında enerjinin kaynağını yüklediğin, diskografinin temel hücresi diyebileceğimiz bu albümden sonra, beş albüm daha çıkardın. Ortaya koyduğun bu enerjinin gitgide büyüdüğünü görmek sana nasıl hissettiriyor? Nereye gidiyor? diye sormak istiyorum.

S. S.: Ah... Çok güzel... Benim için her şeyden önce bu hayata sahip olmak, bu kadar çok sanatçıyla ve böyle insanlarla beraber üretiyor olmak bir onur. Tabii ki müzikal açıdan çok iyiler ama aynı zamanda insani açıdan da çok açıklar. Bu yüzden benim için en önemli şey, bu yolda dostlarımı bulmak. Çünkü gelecekte birileri çalmayı bırakabilir ama geriye kalan en güzel şey yine arkadaşlıklar, dostluklar ve burada yaratılan ruhtur. İlerisi için de yine aynı şekilde, hayatıma değer katan insanları bulmak ve yeni dostluklar kurmak. Benim için bu gerçekten büyük bir onur ve bu proje... aslında bu kadar uzun yıllar sürdüğü için de mutluyum. Ara sıra geriye dönüp baktığımda, kendi kendime, projede bu kadar ileriye gitmiş olmamızın nedeninin, belki de bu olduğunu söylüyorum. Projenin her detayına inebilmek, sonra elde edilen geliri Gohouo-Zagna’ya geri götürebilmek… Bu kadar yolu yürümüş olmaktan mutluluk duyuyorum. Ama bir gerçek var ki, İtalya'da söylediğimiz gibi “arabayı atın önüne” hiç koymadım. Yani, yaptığım bir işin sonrasını çok düşünmedim. Her zaman parça parça ilerledim, her bir parçasını da detaylıca düşündüm ve dedim ki, “O zaman orada, o şeyi yapıp yapamayacağımızı göreceğiz”. Sonra belki oradaki şey bir gün gelir ve onu da yapabiliriz. Gerçekten de her seferinde bir adım atarak tırmandım.

Fildişi Sahili için, Boris'e bir plak çıkarmak ve sonra da elde edilen geliri köye getirmek istediğimi söylediğim bir projem vardı ama nasıl yapacağımı bilmiyordum. Onun daha önceden kendi ailesiyle kurmayı düşündüğü bu kültür merkezi projesi vardı. Aslında parayı köye nasıl götüreceğimiz kısmı, zor bir soruydu çünkü Afrika bürokrasisi, bu konuda zorlandığımız aşamalar oldu. Her seferinde de küçük bir adım atarak ilerledik. Şimdi konser ile başka bir küçük adım daha attık. Konserden edindiğimiz gelirin ilk kısmını dün köye gönderdik. Yani bu alanı inşa etmeye başlıyoruz ve hatta yavaştan başlandı bile, bunun videosuna da ulaşılabilir.

​İşte böyle... her küçük adım ileriye götürüyor. Ama bu gerçekten zaman alan büyük bir proje. Virgül dolu bir çemberi tamamlamanın başka bir aşaması olarak da, inşaat bitince buraya yeniden gidip, kısa bir belgesel çekmeyi düşünüyoruz. Müziğin ötesine geçen, kaydın ötesine geçen... bir bütün bu. Ben geldiğimiz noktadan çok memnunum. Sonrasının bizi nereye götüreceğini beraber göreceğiz.

Peki yakın gelecekte başka konser var mı?

S. S.: 18 Aralık’ta Siena’daki UNISTRASI’de (Università per Stranieri di Siena) bir konserimiz daha olacak. Şimdi konseri gerçekleştirdiğimiz MusicPool derneğiyle yazın bir konser daha vermek üzerine konuştuk ama henüz kesin bir şey yok. Tabii olursa, bu sefer daha büyük bir alanda, hatta mümkünse Teatro Romano di Fiesole’de yapabilmek çok güzel olur. İnsanların dans edebilecekleri veya en azından hareket edebilecekleri bir alan olması da. Çünkü konser zaten oturmak için değildir. Tabii Türkiye’de sahne alabilmek de çok güzel olur.

B. P.: Tabii ki de, dans edilebilir bir mekân olması güzel olur. Djembe ve saksafonun olduğu kısımları bir düşünsene. Benim gelecek sene büyük ihtimal Nisan ayında İstanbul’da bir djembe seminerim olacak, bir workshop gibi. Olursa, dört gün boyunca İstanbul’da olacağım.

S. S.: Bu harika! Ben gitmiştim, gerçekten de muhteşem bir şehir.

Şimdi İstanbul diyorsak… o da benim kalbim. Bu yüzden aslında nasıl hissediyor olabileceğini anlıyorum. Bambaşka, heyecanlandırıcı bir neşe…

B. P.: Evet, bambaşka! (Gülüyor) Bunlar dışında benim için şimdiden kesin olan etkinlikler var. 24 Şubat 2024 tarihinde Roma, Sounds Good müzik okulunda Afrika perküsyonları workshop’um olacak. 27 Nisan 2024 tarihinde Floransa, Instabilede yine perküsyon üzerine başka bir workshop düzenliyorum.

Harika, bakalım Türkiye’den de katılmak isteyenler olacak mı? Yolunuz açık olsun diyorum ve başarılar diliyorum. Bu keyifli ve ilham verici sohbet için çok teşekkür ederim. Dilerim herkese de ilham olur.

*Guéré, sözlü geleneğe dayandığı için söz konusu kelimeler fonetik açıdan ele alınmıştır, telaffuz edildikleri gibi yazılmıştır.

Afrika müziğinin, Batı müziği ile birleşerek benzersiz müzikal anlar yarattığı Davorio albümünün plağına veya dijital kopyasına Bandcamp üzerinden ulaşabilirsiniz.


Davorio albümde yer alan müzisyen ve sanatçılar:

Samuele Strufaldi (Pianoforte, Rhodes, Vocals, Electronics, Percussion), Boris Peirrou (Djembe, Dum Dum, Vocal), Francesco Gherardi (Dum Dum, Vocal), Stefano Tamborrino (Drums, Vocal, Percussion), Dan Kinzelman (Alto Sax, Clarinet), Andrea Mucciarelli (Electric Guitar), Andrea Beninati (Cello), Alessandri Cianferoni (Electric Bass), Alain Franck Nahi (Voice), Tommaso Rosati (electronics on 'Uccelli / Roberto Baggio’)

Davorio’yu Spotify üzerinden dinleyebilirsiniz.

0
2899
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage