24 NİSAN, CUMA, 2020

Galiba Kapitalizmi Anlatıyor

Galder Gaztelu-Urrutia’nın ilk uzun metraj filmi olan Netflix yapımı The Platform, son günlerin çok konuşulan filmleri arasında yer alıyor. Dikey, hareketli ve çok katlı bir mimariye sahip hapishanede anlatılan hikâye insan doğasının ve kapitalist sistemin vahşiliğini gözler önüne seriyor ya da seriyor mu? The Platform’a eleştirel bir yorum.

Galiba Kapitalizmi Anlatıyor

The Platform, 2019 yapımı Netflix filmi. Orijinal adı El Hoyo olsa da, Netflix bizlere The Platform ismiyle tanıtıyor, bu sebeple ben de yazıda Platform demeyi tercih edeceğim. Platform, yönetmeni Galder Gaztelu-Urrutia’nın konuşulan tek filmi; bunda diğer iki filminin on yedi ve on ikişer dakikalık kısa filmler olmasının da payı olsa gerek. Başka bir deyişle yönetmenin ilk uzun metraj filmi Platform. Filme girmeden önce kısaca konusunu anlatmakta fayda var: Karakterimiz hapishane benzeri bir yapıda uyanıyor, bilmem kaç katlı bu yapının ortasında bir delik var ve birinci kattan verilen yemekler, yene yene, kat kat aşağıya iniyor. Herkes bir üst katın artığını yiyor ve böylece ikinci katta yemek daha az, üçüncüde az, otuzuncu katta çok daha az derken, her katta daha az yemek kalıyor sonrakilere. Şenay Aydemir’in Gazete Duvar’daki muhteşem analizinde de belirttiği gibi, “The Platform (El Hoyo) esprisini biraz ‘kapitalist sistem piramidi’nden alıyor sanki”.

Platform, gerçekten de kapitalist sistem piramidini anlatıyor ki bunu filmin onuncu saniyesinde anlayabiliyorsunuz. Üst sınıf, alt sınıfı eziyor ve tüm yemekleri onlar yiyor. Senaristler de ola ki izleyici anlamaz diye her şeyi olabilecek en basit şekilde anlatmaya karar vermişler. Çünkü bildiğiniz gibi, internetin icadından sonra sinema her eve girdi ve sinema izleyicisinin kalitesi, bana göre değil ama en azından sinemacılara göre, hadi diyelim Netflix yapımcılarına göre bir hayli düştü. Hapishanemiz bu yüzden dikey bir hapishane, küp vesaire değil çünkü üst sınıflar “üst katta” oturuyorlar. Başka bir şekilde olsaydı, mesela üst sınıflar karşımızda otursalardı, onları üst sınıf değil karşı sınıf sanabilirdik.

Filme dair çok önemli bir ayrıntı var: Düzenli aralıklarla, ayda bir, kattakiler yer değiştiriyor. Yani bir ay birinci katta iskender kebap yiyorsan, diğer ay ellinci katta tek bir elma yiyebilir, sonraki ay yüzüncü katta aç kalabilirsin. Bunu bu hapishanedeki herkes biliyor. Birinci kattakiler, bir sonraki ay yüzüncü katta olabileceklerinin, hatta kesinkes olacaklarının, farkındalar. Ama üst kata çıkar çıkmaz yine de vahşi birer yaratığa dönüşüyorlar. Bunun mantıklı bir sebebi de yok. Öylesine… Çünkü üst kattakiler kötüdür. Bu kadar. Tamam, olabilir. “Üst sınıf kötüdür” de, katılalım katılmayalım, bir mesajdır. Ama buradaki üst sınıflar, diyelim hadi, zenginler, bir ay sonra fakir olacaklarını biliyorlar ve buna rağmen kötüler. Şaşırtıcı. Ancak ve ancak “insan doğası”yla açıklanabilir bu. Öyleyse, insan doğasıysa Platform’daki bir tür komünalleşmeye engel olan, bu film tam da verdiği “ortaklık” mesajının aksine, ortaklığın imkânsızlığına dair bir film olmalı; çünkü öyledir ki insan doğası, birileri ezilecektir ve birileri ezecektir, o ezenler, bir ay sonra alt katta olacaklarını bilseler dahi ezmeye devam edecektir çünkü insan böyledir işte. O hâlde, bu platformu yıkmanın mantığı da yoktur; çünkü insan yaradılışı böyleyse, kendine yeni platformlar kurmakta gecikmeyecektir. 

Peki, seçilmiş kişimiz, kimine göre İsa’mız ya da başka bir deyişle bu düzeni dağıtmak isteyen komünistimiz, nasıl bir yol izler? Bulduğu çözüm, yine verilmek istenen bariz mesajın aksi yönündedir: Bir adak kurban etmek. Tanrıları doyurmak, onların insanlara bulaşmalarını, aç bırakmalarını engellemek için, simgesel bir kurban sunulur tanrılara. “Gerçek iktidarı (başka insanların hayatta kalmasını sağlama ya da onları öldürme gücünü) elinde bulunduran krallar, rahipleri en üst kast sayıp onların biçimsel üstünlüklerini tanıyacak, bu görünüşteki üstünlüğe karşılık, rahipler de savaşçı-kralları doğal kozmik düzenin bir parçası kabul edip onların iktidarını meşrulaştıracaklardı” diye alıntılarsak Zizek’ten, kahramanımızı doğal düzeni kabul eden ve Tanrı’ya kurban adayan bir rahip olarak görebiliriz. Geldiğimiz nokta, “yemek tanrılarına” kurban adamaksa, neden kitap okuyan, yerine göre şiddeti reddedip yerine göre şiddete başvuran, kameranın hep onda olduğu düzen değiştirici olduğu varsayılan bir karakter yarattık? Neden ona İsa diye, komünist diye seslendik? Oysa İsa adak adamamış, kendini bir çarmıhta bulmuştu. Matrix’teki Neo, filmin sonunda insanlık için kendini kurban ediyordu; bir başkasını değil.

Platform’un devam filmi için anlaşılmış bile, La Casa de Papel’in bilmem kaçıncı sezonu geliyor. Üstüne söylenecek çok şey var tabii ama şöyle kapatabiliriz konuyu: Bu film de bir hayli konuşulduğuna göre, önümüzdeki günlerde İspanyolca konuşulan –bez çantalarda tişörtlerde gördüğümüz o purolu meşhur figür de aynı dili konuşmuyor muydu?– senaryosu üç günde yazıldığı izlenimini verse de sınıfsal birtakım çelişkilere değindiği için rağbet görecek çok fazla film-dizi göreceğiz gibi duruyor. 

0
7396
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage