Oyunculuğunun yanı sıra son dönemde ressamlığıyla da öne çıkan Güven Kıraç, bu ay Emre Karayel ile birlikte Kredi adlı oyunu sahnelemeye başladı. Usta oyuncuyla 17 Ocak’a kadar sürecek ikinci sergisinden tiyatro ve sinema çalışmalarına kadar tüm gündem maddelerini konuştuk.
Güven Kıraç’ın ikinci kişisel sergisi Suratla/Süratle Devam ile Ankara Sanat Tiyatrosu ve Aysa Prodüksiyon'un ortak projesi Kredi, oyuncunun eş zamanlı yürüttüğü iki yeni proje. Nasıl hazırlandığı, farklı disiplinler olsa da bu iki alan arasında nasıl bir bağ kurduğu üzerine sanat dolu bir sohbet gerçekleştirdik.
Kredi, dumanı üstüne bir oyun. Konusu ve seyirciye vaadiyle ilgili neler söylersiniz?
Oyun İspanyol yazar Jordi Galceran’a ait. Tiyatroseverler Türkiye’de onun bir diğer oyunu Metot’u, Semaver Kumpanya’da izlemişlerdi daha önce. Hâlâ başarıyla sahnelenmeye devam ediyor. Haliyle Kredi, yazarın Türkiye’de oynanan ikinci oyunu. Hikaye, kredi başvurusunda bulunan bir mudiyle kredi bölümün başındaki müdür arasında geçiyor. İki kişilik bir komedi olan oyun, finansla ilgili gibi görünse de bir yerden sonra bambaşka açılımların başladığını görüyorsunuz. Biraz insan ilişkilerine, özellikle biraz kadın erkek ilişkilerine değiniyor. Ve tabii paranın ilişkiler üzerindeki etkisini de oyunda görmek mümkün. Oyuna damga vuransa, kredi alacak Antonio karakterinin krediyi almak için başvurduğu yöntem diyebilirim. Kredi, çağdaş bir oyun ve biz de çok severek oynuyoruz. Seyircinin tepkilerinden gördüğümüz kadarıyla, onlar da salondan mutlu ayrılıyorlar.
Tiyatroya birkaç yıl ara vermiştiniz. Kredi’yi oynamaya nasıl karar verdiniz? Fikir kimden çıktı?
En son iki yıl önce Yiğit Sertdemir’in rejisiyle Kral Lear’ı oynamıştım. Şimdi Kredi vesilesiyle tekrar sahneye çıkmış oldum. Oyunla ilgili teklif Emre’den (Karayel) geldi. Bu rolü bana çok yakıştırdığını ve birlikte oynamak istediğini söyledi. Tiyatro yapmak, zaman ayırmak açısından ciddi bir performans gerektiriyor. Uzun provalar, turneler diğer işlerle birlikte planlama yapmak güçleşiyor. Dolayısıyla iki kere düşünüyoruz. Bu sıra işlerin rahatlığıyla bir gözü karalık yaptım ve oyuna giriştik. Ayrıca Emre ile ne sinemada ne televizyonda ne de tiyatroda birlikte çalışmıştık. Tabii arkadaşız, birbirimizi iyi tanıyoruz ama bu ilk ve çok güzel oldu.
Provaları İstanbul’da mı yaptınız?
Evet, BiSahne’de yaptık provaları. Kumbaracı50’nin altında Laçin Ceylan’ın kuruculuğunu yaptığı Bitiyatro’ya ait bir mekan. Küçük, güzel bir sahne ve bize çok uygundu. Daha sonra oynayacağımız Trump’ın sahnesine geldik. Orada da birkaç prova yapıp seyirci karşısına çıktık.
Dizi gibi işler olmasa da prova döneminde serginin hazırlıkları devam ediyordu değil mi?
Eş zamanlı yürüdü iki iş. Ama Döne Otyam’ın tecrübeli bir küratör ve galerici olması, benim üstümdeki yükü kaldırdı diyebilirim. Ben yalnızca yaptığım eserleri organize etmekle ilgilendim.
İlk serginiz Yüz Buldum ile Suratla/Süratle Devam yine portrelerin hakim olması yönüyle benzerlik taşıyor ama illa ki bir değişim vardır. Neler değişti iki sergi arasında?
Teknik farklılıklar oldu. Mesela boyama tekniğimde ve kullandığım bazı boyalarda… Resim sanatına hakim ya da o bölümde okuyanlardan ilk sergiye göre bir ilerleme kaydettiğim yönünde yorumlar aldım. Bu da beni çok mutlu etti açıkçası. Plastik sanatlara büyük bir ilgim var. Dolayısıyla bu da oyunculuğumla birlikte devam etsin istiyorum. Sergi yapmaya devam edeceğim.
Eserlerinizde yüz çiziyorsunuz hep. Bunu sizin tarzınız olarak mı görmeliyiz?
Öyle oldu ama aslına bakarsanız, başka kavramsal sanat ürünleri de üretmek istiyorum. Mesela ilk sergide bir yüz tasarlamıştım. 3 boyutlu bir mekanizmaydı. Hayatta bir anda var olmak, yok olmak sorguladığım bir işti. Bu tür mekanik işlerin yanında bir de video art projem var. Önümüzdeki dönemde bienallere de göndermeyi düşünüyorum.
Resim çalışmalarını yürüttüğünüz bir atölyeniz var mı?
İlk sergide yoktu, Harun Antakyalı’nın atölyesinde yapmıştım tüm resimlerimi. Artık Çukurcuma’da kendime ait bir atölyem var. İkinci sergideki resimlerin tamamını burada hazırladım. Bu arada Corinne Art Gallery’nin sahibi Suat Ballı’ya çok teşekkür etmem lazım. Her zaman bana inancı ve desteği tam olmuştur. Onunla böyle bir yolda yürümek mutluluk verici.
İki sergi arasında bir de küratörlük yaptınız. Nasıl bir deneyim oldu sizin için?
Güvene Dayalı adlı bir sergiydi o. Resimlerini çok sevdiğim ve güvendiğim ressam arkadaşlarımdan ilk küratörlük deneyimimde yanımda olmalarını rica ettim. Onlar da kendi güvendikleri, işaret ettikleri ressamları yanlarına alarak yani herkesin kendi güven zincirini kurduğu bir kadroyla böyle bir sergi yaptık.
Sergi isimlerinde kelime oyunlarını seviyorsunuz anlaşılan.
İlk sergide de öyleydi: Yüz buldum yaptım, yaptıkça yüz buldum gibi…
Bu ilk küratörlüğünüzde sizi ne ya da kim cesaretlendirdi?
Döne Otyam cesaretlendirdi. Sadece isim değil konsept yaratmaya yönelik de bir bakış açım olduğundan, küratörlüğünden de biraz böyle bir iş olduğundan bahsetti. O söyleyene kadar fakında değildim açıkçası. Resim yapmak, sergi açmak farkında olmadan cesaretle girdiğim bir alandı. Küratörlük de öyle oldu. Sevabıyla günahıyla bir şeyler yapıyorum bu hayattan geçerken…
Resim yapmanın dışında koleksiyoner yönününüz de var. Alım yaparken nelere dikkat edersiniz?
Sürekli resim alıyorum hatta evimde 100’den fazla tablo asılıdır, alıp kenara koymam. Ancak bu gidişle eve sığmamaya başlayacak. Belki ileride küçük bir müzeye dönüştürme bir düşüncem var. Alım yaparkense daha ziyade art brut, contemporary işlere yöneliyorum.
Klasik de alıyorum arada tabii. Bu pahalı bir uğraş olduğu için param yettikçe beğendiğim eserleri almaya çalışıyorum.
Üçüncü sergi için şimdiden biriktirmeye başladınız mı?
Birkaç yıl ara vermeyi planlıyorum. Aslında sergi açabilecek kadar resmim var ama arka arkaya yapmak istemiyorum. İkinci sergiyi bir yıl arayla yapma sebebim, ilk sergimde benden eser alan bazı koleksiyonerlerin yüreğine su serpmekti. Bunun bir heves olmadığını, aldıkları için kaygılanmamaları gerektiğini ispatlamak istedim. Çünkü bu ayrıntıya dikkat edenlerin olduğunu duydum, resim yapmaya devam ettiğimi göstermekti amacım.
Siz alım yaparken dikkat etmiyorsunuz öyleyse bu ayrıntıya?
Sadece ustalardan değil, gençlerden de alıyorum. İstikbal vadettiğini düşündüğüm, beğendiğim gençlere para yatırıyorum. Belki yanılacağım, belki resim değeri dışında artı olarak başka hiçbir şey ifade etmeyecek ama önemli değil. Resim alanında gençlerin desteklenmesini çok önemli. Çünkü biri resminizi değerli bulup aldığında ki parasının önemi yok, omurganız dikleşiyor.
Resim sonrası tiyatrodaki plastik sanat algınızda bir değişim oldu mu?
Tiyatroda onu gözlemleme şansım olmadı. Kredi’de dekoru Şirin Dağtekin yaptı. Ama yarın öbür gün benim görsel katkı sağlayabileceğim bir oyun olabilir.
Son dönemde gezdiğiniz sergilerde çok ilginizi çeken bir eser oldu mu?
En son Liberte isimli bir işten çok etkilendim. Arter’de duruyor hatta hâlâ. Liberte yazısı üstünde kuşlar konmasın diye konulan dikenli teller vardı ve bana inanılmaz manalı geldi. Köşeye de devasa bir ayı oturtulmuş ve oraya bakıyordu. “Belki biz de böyle ruhsuz bir şekilde bu tür durumları görüyor ve umursamıyoruz”u düşündürtüyordu.
Kendi serginizde en çok ne ilgi gördü?
Bir koltuk tasarlamıştım, o ilgi çekti. Pleksiglastan yapılma, kolçakları eski tesisat borularından ve içinde kaktüs olan bir koltuk. Yani kaktüsün üstüne oturuyorsunuz. Hayat da böyle, her an her şeyle karşılaşabilir, bu pozisyona düşebilirsiniz. Tabii sadece pesimist bakmamak gerek. İnsanın hayatı bir anda tepetaklak olabileceği gibi fevkalade iyi bir gelişmeyi de barındırabilir. Hayat son ana kadar sürprizlerle dolu. Güzelliği de orada…
Peki tiyatroda da portre sever misiniz?
Severim, portrelere de ilgim büyük. Biyografi ve özel mektupları çok okurum. Mesela yazarların mektuplarını. Çünkü yazdığı eserler dışında yazarın kendi iç dünyasını bu mektuplardan görebilirsiniz. Belki oyunculuk mesleği nedeniyle beni bu kısmı içine çekiyor. Karakter analizleri yapmakla yükümlü olduğunuz için o iç dünyalarda neler olduğu bana cezbedici geliyor. Belki o yüzden resimde de yüzlere takılıyorum. Bunun dışında meslek hayatımda binbir surat olmayı şiar edinmişimdir hep. Tüm filmlerimi arka arkaya koyup bakın, oynadığım karakterler arasında uçurumlar vardır. İşte bu bana haz veriyor. O zaman mesleğin gereğini yerine getirdiğimi, değiştiğimi anlayabiliyorum. Her şeyden önce zaten bu meslek değişim üzerine kurulu, bunun için bize para ödüyorlar. Değişimin ana aktarıcısı da yüz, ifade, tavır…
Hemen hemen her oyuncu farklı roller oynamak ister ama gelen teklifler benzer olunca bir çıkmaza girmiyor mu?
Sistemsizi bir yere hapsetmeye çok müsait. O nedenle gelen her işi kabul etmeyeceksiniz, bu döngüyü kırmanın başka yolu yok. Oyuncu zaten cepten yemeye müsaittir. Hep aynı şeyi oynayınca iş de kaybetmez. O zaman niye değişme gereği hissetsin? Gerçekten derdi olan oyuncular, ki bence bu ülkede sayıları oldukça az, bu değişimin peşine düşüyor. Ben ne kadar yapabildim ne kadar yapamadım bilemem. Biz tarihe kaydettik, filmlerimiz duruyor. Yarın biri araştırırsa bizim de ne yaptığımızı döker ortaya. Ama şu da var: Siz oyunculuk kumaşınızın iyi olduğunu gösterirseniz sonrası çorap söküğü gibi gelir. Bu yüzden her yeni filme başlarken korkarım. İşimiz gittikçe zorlaşıyor çünkü ne kadar değişebileceğini sen de bilmiyorsun. Yeni bir işte zor olan o yeni role inandırmaktan ziyade, eski rolü unutturmaktır.
Resim alanında gençleri desteklediğiniz söylediniz. Tiyatroda da gençleri takip ediyor musunuz?
Elbette. Genç arkadaşların yeni topluluklarını ve onların yeni oyunlarını takip ediyorum. Büyük bir iştahla apartman dairelerinde 40 kişilik yerlerde tiyatro yapıyorlar. Onları izlemekten gerçekten mutluluk duyuyorum. Kaldı ki kendi aralarında müthiş bir iletişim ağı var. Herkes herkesi buluyor, salonlarını dolduruyorlar ve bu mutluluk verici. Genç yazarlar yeni yollar deniyorlar ve cüretkar işlere imza atıyorlar. Yurt dışında fringe theatres denir, deneysel işler için. Bizim o tarafımız da güzel gidiyor bence. Zaten klasikleri oynamak Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları’nın işi ama onların üzerinde de kara bulutlar var tabii. Gençler kendi hesaplarına, üzerlerine düşen görevleri hakkıyla yapma gayretini gösteriyorlar.
Devlet Tiyatroları’ndan çok erken ayrıldınız. Nedeniniz neydi?
Adana Devlet Tiyatrosu’ndaydım. Bir buçuk yıl oynayıp sanatçılığımı aldıktan sonra bıraktım, yapamayacağımı düşündüm. Özgürlüğüme düşkün ve başka işler yapma hayali olan biriydim. Bir kere sinema ateşi vardı içimde. Adana’da kalsam hayata geçiremezdim hiçbirini. Kendi hayatım için en doğru kararı verdiğimi düşünüyorum. Devlet Tiyatroları’nda girmek zordur ama garantili iştir. Bense hiç garantici bir insan olmadım hayatımda.
Sinema tarafında yeni projeler var mı yakın zamanda?
Şeytan Tüyü adlı filmimiz mart ayında vizyona girecek. Onun dışında Burçak Üzen’in ilk yönetmenlik denemesi olan Beginner’da oynadım ve onun heyecanını paylaştım. Önümüzdeki aylarda festival yolculuğuna çıkacak. Bu ay sonunda da Ağustos Böcekleri ve Karıncalar adlı yeni bir sanat filminin çekimine başlayacağım.
OYUN PROGRAMI
15 Ocak 2016 - 20:00 - Ankara Devlet Tiyatrosu Şinasi Sahnesi
19 Ocak 2016 - 20:30 - Yunus Emre Kültür Merkezi Müşfik Kenter Sahnesi
22 Ocak 2016 - 20:30 - Trump Kültür ve Gösteri Merkezi
29 Ocak 2016 - 20:30 - Torium AVM