16 AĞUSTOS, ÇARŞAMBA, 2017

Hayaletlerle Kuşatılmış Bir Labirent Hikâye: İsmail’in Hayaletleri

Arnaud Desplechin’in yönettiği ve başrollerini Mathieu Amalric, Marion Cotillard ve Charlotte Gainsbourg’un paylaştığı, 70’inci Cannes Film Festivali’nin açılış filmi İsmail’in Hayaletleri üzerine bir inceleme.

Hayaletlerle Kuşatılmış Bir Labirent Hikâye: İsmail’in Hayaletleri

Bu yıl 70’inci yılına ulaşan ve uluslararası alanda en prestijli film festivallerinden biri olan Cannes Film Festivali’nin açılış filmi Fransız sinemasının önemli yazar ve yönetmenlerinden biri olan Arnaud Desplechin’in yönetmen koltuğunda oturduğu İsmail’in Hayaletleri oldu. Filmde Mathieu Amalric, Marion Cotillard ve Charlotte Gainsbourg’un yanı sıra Louis Garrel, Alba Rohrwacher Laszlo Szabo, Hippolyte Girardot gibi yıldız oyuncular yer alıyor.

Filmde bir karakterin hayatının bütününü oluşturan parçaları birçok hikâye katmanı arasında izliyoruz. Filmin başkarakteri yönetmen Ismaël Vuillard(Mathieu Amalric), son filmi için diplomat kardeşinden esinlendiği bir senaryo yazmaya çalışır. Bu süreçte hayatına Sylvia (Charlotte Gainsbourg) girer. Ama Ismaël’in yeni hayatına hiç beklemediği ve zihninin çıkmazlarında dolandığı bir anda geçmişinde bıraktığı, 20 yıl önce ortadan kaybolan karısı Carlotta(Marion Cotillard) çıkagelir ve işler karışmaya başlar. Bu ziyaret birçok şeyin altüst olmasına sebep olurken taşları da yerine oturtan bir ziyaret olur. Geçmişe ve geleceğe dair pek çok soru bu ortaya çıkışla cevabını bulur. 

Filmde Ismaël’in çevresinde yaşanan olaylar, kendi yaşadıkları ve yazma aşamasında olduğu filmden görüntülerin bir arada oluşu, hikâyeleri iç içe kılmaktan çok, aralarında kopuşa sebebiyet veriyor. Ismaël’in kardeşinden esinlenerek kaleme aldığı, karmaşık bir diplomat olan Ivan Dedalus karakterinin senaryosuyla bölünen asıl hikâyede Ismaël’in hayatını saran her karakterin ayrı ayrı hikâyelerini izliyoruz. Bunların temsil ettiği şeyler ise aile, eş, ebeveyn, yalnızlık, tercihler, mecburiyetler, terk edişler, dönüşler, özlemler ve iç çatışmalar…

İsmail’in Hayaletleri, Fransa’nın bir şehrinden bir taşrasına, deniz kıyısına oradan bir gözlemevine, Jan van Eyck’ın Arnolfini'nin Evlenmesi tablosunun bir duvarı kapladığı bir odaya izleyiciyi taşıyan, mekansal anlamda çeşitli örüntüler sağlayan bir film. Hakim olan dinginlik filmdeki pek çok sahne ve diyalogla kırılarak dinamik bir yapı yaratmayı başarıyor. Ama bu elbette Amerikan sinemasının dinamiği olarak değil, çağdaş Fransız sineması çerçevesinde gerçek olabilecek bir dinamik.

Filmin asıl hikâyesi olan aşk üçgeni her karakterin rolünü çok iyi bir şekilde yerine getirmesine rağmen entrikalı, çatışmalı bir his yaratmıyor. Sylvia, mantığını, sorumluluklarını ve tercihlerini her şeyin önüne koyan, bilimle uğraştığı kadar entelektüel yanı ağır basan ve sakin bir kadın, orta yaşlarında avarelikten sıyrılamamış başarılı yönetmen Ismaël de hayatında eksik olan huzur ve güven duygusunu onda bulduğu için etkileniyor. Sylvia, her şeyin kendince yolunda olduğu bir gün, deniz kenarında uzanırken yanında Ismaël’in 20 yıl önce sırra kadem basan ve izini kaybettiren eşini bulduğunda bile mantığını kalbinin önüne geçirebilen bir karakter. Elbette kıskançlık, insanın doğası gereği mantığın önüne geçerek bir noktada ona “kalmak mı gitmek mi?” ikileminde gitmek seçeneğini seçtiriyor. Karşısındaki kadın Carlotta ise eşi ve babası –ki o da ünlü bir sinemacı olan- altında ezilen ve kendini bulmak için sahip olduğu her şeyi bir anda ardında bırakan ve artık resmi olarak ölü sayılan ama 20 yıl sonra kalkıp güvende hissettiği ve bir zamanlar sahip olduğu eve geri dönen çocuksu bir kadın. Bu noktada filmi Ismaël’in her açıdan iki farklı hayat deneyimi olan iki kadın arasında kalışı ya da ikisi arasında yapmak zorunda olduğu bir tercihten çok Sylvia’nın hissettikleri ve Carlotta’nın istedikleri sürdürüyor. Bir tarafta hayatının hiçbir döneminde sahiplenme, aidiyet duygusu yaşamamış Sylvia’nın özgür iradesi ile aldığı kararlar; diğer yanda bu özgürlüğü aramak için çıkıp gittiği eve ait olma isteği içinde dönen Carlotta. 

Film boyunca perdede izlediğimiz şey Ismaël’in hayatının bütününü oluşturan yazdığı ve yaşadığı hayatlar. Geçmişte bıraktığı bir hayaleti -her ne kadar günleri yılları saysa ve bu dönüşte ondan etkilense bile gerçek anlamda artık geçmişte bırakan- hazırlığını sürdürdüğü filmin ve karmaşık bir diplomat kurgulaması içinde ona sevgiyi, huzuru sunan, aile olmanın hissini sağlayan Sylvia ile ilişkisi içinde izliyoruz. Film, geçmiş ile bugün arasında ve hikâyeler arasında hızlıca gezinen anlatı tarzı sebebiyle bir labirent etkisi yaratıyor. Çoğu görüşe göre asıl yapılmak istenen “hikâye hikâye içinde” hissini veremeyişi açısından zayıf bir film olarak görülmesi de iki saatinizi Desplechin’in yaratmak istediği şiirselliğe ve iyi oyunculuklara ayırabilirsiniz.

https://www.youtube.com/watch?v=lLos0v9f6zk

0
18481
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage