15 MART, ÇARŞAMBA, 2023

Hayatın Eşiğinden Aşağı Bakmak: “The Banshees of Inisherin”

Martin McDonagh'ın Colin Farrell ve Brendan Gleeson'u başrollerde buluşturduğu, iki yakın arkadaşın arkadaşlığını bir anda bitirmeye karar vermesiyle gelişen olayları konu alan filmi The Banshees of Inisherin üzerine bir yazı.

Hayatın Eşiğinden Aşağı Bakmak: “The Banshees of Inisherin”

Susan Sontag, Başkalarının Acısına Bakmak kitabında “Savaş, iç deşer; savaş, bağırsakları boşaltır. Savaş, teni yakıp kavurur. Savaş, organları bedenden koparır. Savaş, yıkıp yok eder. Ve savaş, insan türünün doğasından gelir.” cümleleriyle savaşın insan hayatında sebep olabileceği yıkımı tarif eder. Belli bir mesafeden savaşın sildiği izlere bakmak, insanı kendi hayatına daha derinden bakmaya zorlar. Elimizden kayıp gidebilecek olanın idraki ve başkalarının yitirdikleri üzerinden elimizde olana şükretmenin iki yüzlülüğü… Ölüme bakmak bizi hayatın eşiğine biraz daha yakınlaştırır. Oradan aşağıya baktığımızda içine düşebileceğimiz ve düşmeye mahkûm olduğumuz sonu görürüz. O sonu gördüğümüzde de aslında eşikteki hâlimize bir bakış daha atma fırsatı doğar. Kendini yoklamanın öylesi böylesi olmaz ama kendine bakmaktan başka çare bulamayacağın zamanlar vardır.

​Kendini bir eşikte hissetmek zamanın ritmini değiştirir. Çabucak elimizden kayıp gider her şey ya da her şeyin elimizden kayıp gideceği hissiyle kendimizi sakınırız. Her yerde olamazmışız, her şeye yetişemezmişiz gibi hissederiz. Yaptıklarımız, yapabildiklerimiz, elimizden kaçırdıklarımız yakamıza yapışır. Hayatın eşiğine gelmek, bize verilen yaşamın sonunu görmemiz ve çizilen sınırlarımızın farkına varmamız için bir kapı aralar. İçinden geçip gittiğimiz bu hayatla ilgili bildiğimiz yegâne şey onun bir sona mahkûm olduğu. Zamanın akışında sona doğru savrulurken hayat çizgisi üzerinde kendimizce fark yaratmak ve iz bırakmak isteriz. Onca belirsizlik arasında bildiğimiz sonun karşısında dimdik durabilecek, onun geçip gidiciliğine meydan okuyacak bir uğraşıyı yaşamamıza katmak için debelenip dururuz. Her yerden uzak, sınırları toplumsal olanın gerçekliğiyle çizilmiş zaman ve mekânın içerisinde kendimizi bir şeylere bağlı, bazı ilişkilere bağımlı hissederiz. Birbirine bağımlı hâle gelen iki insanın birbirinden uzaklaşma hâlini anlatan bir filmden, The Banshees of Inisherin’dan bahsetmek istiyorum.

Yüreğimizi Yakarken Sırtımızı Sıvazlamayı İhmal Etmeyen Bir Film

The Banshees of Inisherin, İrlandalı yönetmen Martin McDonagh tarafından yazılan ve yönetilen, iki dosttan birinin arkadaşlıklarını aniden nedensiz şekilde bitirmesinden sonra olanları konu alan film. McDonagh'ın ilk yönetmenlik denemesi olan In Bruges filminde birlikte çalışmış olan Colin Farrell ve Brendan Gleeson'u yeniden bir araya getiriyor. İrlanda İç Savaşı'nın sonlarına yaklaşılan yıllarda, kurgusal Inisherin adasında yaşayan müzisyen Colm Doherty, en iyi arkadaşı Pádraic Súilleabháin'ı birdenbire görmezden gelmeye başlar. Hayatının geri kalanını müzik besteleyerek ve hatırlanacak şeyler yaparak geçirmek isteyen Colm, adalılar tarafından sevilen, iyi niyetli Pádraic'i sıkıcı bulmaktadır. Pádraic reddedilmekten giderek daha fazla rahatsız olurken, Colm eski arkadaşının onunla konuşma girişimlerine karşı daha kararlı görünmek için, Colm sonunda Pádraic'e, ne zaman onu rahatsız etse veya onunla konuşmaya çalışsa, parmaklarından birini keseceğini söyler.

İki yakın arkadaşın dostluklarını sonlandırması gibi basit görünen bir durum, ikilinin yaşadığı kasabayı bekleyen savaş tehdidinin de varlığıyla tüm kasabayı derin etkiler. Aynı anda hem sert hem trajik hem de dokunaklı olan film, iki insanın hayatlarından koparken ne kadar acımasızca birbirlerinin alanına saldırabileceklerini, savaş alegorisi altında derinlikli olarak işler. Bir yanda savaşın ve ölümün tehdidi altında henüz bu hayattan geçip gitmeden hatırlanacak bir şeyler bırakmak isteyen Colm, diğer yanda sadece yaşamanın ve nefes alıyor olmanın  konforuna sığınan, kendilerini bekleyen son karşısında Herman Melville’in Katip Bartleby karakteri gibi “yapmamayı tercih ederim” diyen Pádraic… Birbirine hem yakın hem de çok uzak resmedilen iki karakter, insan ruhunun hayata karşı aldığı tutumların içte ve dışta, yaratılan ve yaşanılan çatışmaların tezahürü olarak filmin içinde yer alırlar. Doğasından gelen müzik yeteneğiyle bir eser yaratmak isteyen Colm ve doğasından gelen kibarlığı yaşatmaya devam ederek hayatta iz bırakmayı tercih eden Pádraic’in birbirlerine yakınlaşmaya ve birbirlerinden uzaklaşmaya çalışırken yaşadıkları çatışma filmin temposunu, çarpıcılığını ve vuruculuğunu her daim diri tutuyor. Martin McDonagh’ın senaryosu ve rejisi, savaşın gölgesi altında bir dostluğun anatomisini çizmeye çalışırken insan ruhunun atomlarını parçalarına ayırıyor.

The Banshees of Inisherin, sebepsiz yere gerçekleşen beklemelerin, küsmelerin, barışmaların, gülüşmelerin, sessizliklerin filmi. Zamana yenik düşme belasından korkan, kaçınılmaz olanı ertelerken kendini oyalamanın endişesinden kurtulmaya çalışan insanlar... Toplumsal tarihin ve gerçekliğin, yaşanılan coğrafyanın insan üzerinde bıraktığı hissizlikten kurtulmak için hayat rutinini sorgulayan karakterler. Ve bir yandan da hiç değişmeyen duyguların savunucusu olanlar. Herkesin kendince zamanın uçuculuğundan kurtulmaya çalışma yolları. Bir arada yaşayıp gidenlerin insani dürtü ve içgüdülerinin çatışması... Tüm bunların toplamı ve nefis ritimli diyalogları sayesinde The Banshees of Inisherin, ilaç gibi geldi. Arkaya yaslanıp olan biteni izlerken, büyüleyici bir şey izlediğinin lezzetini hissettiren bir film. Yüreğimizi yakarken sırtımızı sıvazlamayı ihmal etmeyen ve yanımızda durmaktan gocunmayan filmler vardır. The Banshees of Inisherin tam olarak böyle bir film. Tek kelimeyle anlatmam gerekirse “nefis”. Birden çok kelimeyle cümle kurmak istersem “bıraktığı etkiyle bir süre yaşanacak ender bulunan filmlerden.”

Hayatın Sonuna Hep Yalnız Gidilir

Hayat; tavır almak, bu tavrın arkasında cesaretle durabilmekle katlanır ve üstesinden gelinebilir hâle gelir. Kimi Colm gibi peşini bırakmayarak, sürekli arayarak kimi Pádraic gibi hiçbir şey yapmamayı tercih ederek, elinde olanın kıymetine sahip çıkarak bu tavrı gösterir. Fakat sınırlı bir alanda ve imkânda herkes herkesle yaptığını yarıştırır. Hikâyelerimizin nefes alıp verdiği yerleri ayaklarımızı aynı yere sürterek ortak bir alan hâline getiririz. Kendisiyle yalnız kalmayı beceremeyen yalnızım diye düşünmeye cüret edemez. Hayatın sonuna hep yalnız gidilir. Yalnız ölmemek için yanında götürecek bir şey aramak, anılacak bir şey bırakmak bizi kalabalık kılar. Herkes kendini bir şey değilmiş ya da bir şeymiş gibi göstermeye çalışıyor. Her günü yarını olmayan bir gün gibi yaşadığında kaç yarının kaldığını tahmin edemezsin. Böyle olunca da hiçbir şey yapmazsın. Varlığımızdaki boşluk giderek büyür hâle gelir. 

Yaşam tuhaf. Amaçsız geldiğimiz şu hayatta tek amacımız hayatta kalma becerisine erişmek hâline dönüşür. Başkalarının varlığı kendimizi bu hayatın parçası hissetmemize yardım eder. Kaçınılmaz olan sonun gelmesini oturup beklemektense ona kendince yön vermek için bir yol imkânı yaratmak isteriz. Böyle yaparak sadece kendine değil, etrafındakilere de bir kapı aralamış olursun. Bir anlam yaratmaya çalışırken karşımızdaki ve iletişim kurduğumuz kişinin, nesnenin, oluşumun varlığına muhtacızdır. Kimse kimsenin beklentisine uymasa da herkes kendince bir iz yaratmanın peşinde. Hayat bir meydan okuma. Sınırlarımıza ve sınırlarımızı oluşturan şeylere karşı meydan okumak. Bu meydan okuma sırasında müzik siniyor içimize, başkalarının hikâyeleri canlanıyor zihnimizde, resimler şekilleniyor gözlerimizin önünde, şiirler sızıyor hayatlarımıza, başkalarının yaşadıkları kazınıyor bedenlerimize… 

​Ve en nihayetinde zamanın kabul ettiği, hayatın bir parçası olduğumuzu hissettiğimiz yaşamak hevesi düşüyor içimize… Zamanın bir yerinde döne döne etrafımıza baktığımız, birbirine nefes olmaya çalışanların gözlerinin içini görmeye çalıştığımız, yitip gidenleri hem aklımıza hem de bedenimize kazımak istediğimiz her şey geleceğin ve mümkün olanın simgesi gibi… Yani yaşamak, birlikte olmak ve dayanışmak hâli. Ve bu dayanışma hâlinin üzerine düşen gölgeleri, umut etmenin verdiği ışıktan bir hesap sorma gücü devşirerek yok edebiliriz. Tıpkı içinden geçtiğimiz günlerde yaptığımız gibi. Çünkü yaşamak, hayatın eşiğinden aşağıya bakmak ve devam edebilmenin gerçekten büyük bir çaba olduğunu anlamak!

0
19178
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage