Bu yıl 70. Cannes Film Festivali’nde olay yaratan ve Güney Kore sinemasının en önemli üç yönetmeninden biri sayılan Joon-ho Bong’un hayvan hakları üzerinden küresel dünyayı sarkastik bir dille ele aldığı film olan Okja’yı inceledik.
Bağımsız ve özgün yayınlarıyla son dönemlerde gittikçe daha da iddialı yapımlar ortaya koymaya çalışan Netflix, bu yıl Okja filmi ile katıldığı 70. Cannes Film Festivali’nde oldukça olay yarattı. Festival kuralları gereği yarışmaya katılacak filmlerin Fransa’da gösterime girmiş ve beyazperdede gösterilmiş olması gerektiğinden, internet yayını yapılmış filmin festival gösterimi Netflix logosu ile açıldığında yuhalamalara maruz kaldı. Üstelik filmin beyazperde formatına uygun versiyonu ilk etapta perdeye yansıtılmayınca gerginlik 10 dakika süren teknik problem çözülene kadar devam etti. Festival jüri başkanı Pedro Almodovar "Büyük perdede izlenmeyecek bir filmin Altın Palmiye almaması gerektiğini düşünüyorum" dedikten sonra “Aslında söylediğim yanlış anlaşıldı, çeviri yanlışı olabilir” diyerek durumu toparladı.
Chan wook-Park ve Kim ki-Duk gibi yönetmenlerle anılan ve Güney Kore sinemasının en önemli üç yönetmeninden biri sayılan 1969 doğumlu Güney Koreli yönetmen Joon-ho Bong’un “Etnik kökenleri ve sınırları aşan” bir film olarak tanımladığı ve anlatmak istediğine ulaştığını söylediği Okja filminin festivalde internet yapımı mı, televizyon filmi mi yoksa bir sinema filmi mi diye tartışmalara yol açması da oldukça ironik. Çünkü Okja her şeyden önce formatı, biçimi ve gösterildiği mecradan ziyade anlatmak istediği, oyunculuk performansı veya sinematografisiyle değerlendirilmesi gereken bir film.
Netflix’in 50 Milyon dolar bütçeyle başarılı bir CGI tasarımı sunduğu ve şimdiye kadar yaptığı en iyi yapımlardan biri olan Okja, alışık olduğumuz kalıpların biraz dışında, kendi stilini yaratmış bir film. Yönetmenin daha önce de kendi yazıp yönettiği Snowpiercer (2013) filminde gördüğümüz sinematografinin tadını bu filmde de yakalıyoruz. Sınıflı toplumların acımasız hiyerarşisini, tren vagonlarında fraksiyonlara bölerek anlattığı Snowpiercer filminin ardından yeni liberal politikaların iki yüzlülüğünü, medya aldatıcılığını ve küresel şirketlerin acımasız tavrını bu sefer hayvan hakları üzerinden, biraz da mizahi bir üslupla aktarmayı seçmiş. Üstelik oldukça objektif bir bakışla, iyi ve kötü organizasyonları olduğu gibi sergilemek gibi bir tutum da izlemiş.
Medyanın manipülatif tavrını daha film başlarken bizlere aktarıyor Okja. Film, Mirando şirketinin yıllarca kuruttuğu dereler, ürettiği GDO’lu yiyecekler ve zehirli atıklarının yeni varis Lucy Mirando (Tilda Swinton) ile düzeleceğini müjdeleyerek açılıyor. Lucy, geçmişe dönük kötü belleği, şirketin kurucusu olan dedesini hatta eski ceo ikiz kız kardeşi Nancy Mirando’yu (Tilda Swinton) yererek, onların yaptığı kötülükleri ifşa ediyor herkesin ve medyanın önünde. Günümüz medyasının önce günah keçisi yaratıp, sonra da tüm suçları kabul eden, itirafından dolayı sempati duyacağımız “kurtarıcı ve bizden birisi” olarak görüp sonra da aklayacağımız kişi tasviri, arkada dönen görsel desteklerle harika bir şekilde servis ediliyor. 10 yıl sonra piyasaya çıkacağı vaad edilen organik ve GDO’suz domuz fikri medyanın yönlendirici etkisi, ünlü yüzlerle ılımlı birliktelikler ile tüketici belleğinden kötü imajın silinmesi de bu ve devam eden sahnelerde görülebiliyor. Bir orkestra şefi gibi kalabalık önünde yapılan konuşmaların yönetilmesi filmin medyaya yönelik getirdiği eleştiri ve medyatik hayvan dostu Dr. Johnny’nin (Jake Gyllenhall) gerektiği kadar kullanımı, ikircikli karakter özelliği ve işi bittiğinde “tüketilen ünlü” olarak yer alması da anlaşılır oluyor. Bu durum yeni medya eleştirisinin yönetmen açısından tutarlı bir aktarımı olurken, oyunculuk yönelimi açısından tek boyutlu kalıyor. Bu anlamda Tilda Swinton’ın yarattığı karikatürize karakter Snowpiercer’da olduğu gibi yine tutarlı olurken Jake Gyllenhall’ın performansı demode bir sulu komedi hissi yaratıyor.
Okja bakıldığında bir vegan filmi ancak hayvan örgütlerini ve vegan olmayı da sorgulatıyor bizlere. “Hayvanlara Özgürlük Cephesi”nin Mirando Şirketi’nin genetiği ile oynadığı devasa domuz Okja’yı kesimhaneye gitmeden önce kurtarma çabası oldukça sarkastik bir biçimde ele alınıyor. Hayvan örgütü olan bu kuruluş, inandığı ideolojileri yeri geldiğinde uygulayamıyor veya her şeyi oldukça yanlış anlamış bir biçimde yürütmeye çalışırken, üyelerden birtanesi doğada hiçbir canlıya zarar vermek istemediğini ifade eden inanışıyla bir domates bile yemeyerek açlıktan tansiyonunu düşürüyor. Bu yüzden her türlü organizyona objektif bakabilmemizi sağlıyor yönetmen. Öte yandan Seul’un yüksek tepelerinde bir çiftlikte yaşayan minik Mija (Seo-Hyun Ahn) ile Okja başta göllerde dans edip, akşam balık güveci için topladıkları balıklarla dönüyor evine. Burada ilk etapta hayvan dostu bir filmde balık yeme fikri rahatsız etse de doğal ortamda, insan gereksinimlerinin sınırlı ölçülerde bilinçli tüketilmesi önerisi film sonunda anlam kazanıyor.
Filmde dikkat çeken unsurlardan bir diğeri kültürel yayılım ve bozulma. Seul’un yeşilliklerle dolu tepelerindeki doğal ortam, Dr. Johnny’nin ve yazılımcı asistanların gelişiyle bozuluyor. Küfürler, teknoloji ve metropol ruhundan nasibini almış samimiyetsiz tutumlar tüm bu doğallığı parçalamaya başlıyor. Mija’nın Okja’yı kurtarmak için çıktığı macera, aslında küçük bir kızın gözünden, ağaçların içinden egzoz dumanlarına kadar değişen yaşamın ve dostluğun öyküsü. Filmde herkes kendini, inandığı davasını önemli kılmaya çalışırken Mija’nın yalnızca bir derdi var; tek değerli varlığı, dostu Okja’yı kurtarmak ve evine geri dönmek.
Filmde her ne kadar bazı şeyler fazlaca göstermeci ve deyim yerindeyse kör göze parmak olsa da her şeyin pazara çıktığı, kültür, inanç, insan, hayvan ve doğanın bir değer ve bedelinin olduğu küresel dünyayı ele alması takdiri hak ediyor. Fantastik ve traji-komik bir film olan Okja, günümüzde geçse de içinde bulunduğumuz yılların artık bir distopya dahilinde olduğunu ve kötülüğün gelecekte değil şimdi varolduğunu anlatırken, sevgiye karşı daha töleranslı ve daha az açgözlü olmamızı öneriyor.