06 EKİM, PERŞEMBE, 2022

“Hiçbir Hak Diğerinden Daha Değerli Değil”

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden yola çıkarak hazırlanan “Birileri” projesini, projenin ilk oyunu Özgürlük Üçlemesi “Öykü, Onur, Ferda”yı projeyi tasarlayan ve yönetmenliğini yapan İlyas Özçakır ve yazarları Çağdaş Ekin Şişman, H. Can Utku, Alis Çalışkan ile konuştuk.

“Hiçbir Hak Diğerinden Daha Değerli Değil”

Bir Civil Production yapımı olan “Birileri” projesi İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin her bir maddesi için 30 farklı yazar tarafından yazılacak 30 kurmaca hikâyenin 30 farklı oyuncu tarafından sergileneceği bir proje. İlyas Özçakır’ın 2014 yılından beri üzerine düşündüğü bu proje, yolunun beraberce Derneği ve Friedrich Naumann Foundation (FNF) ile kesişmesi üzerine bu yıl hayata geçti. 2022 yılının ilk ayında projenin ilk üçlemesi olan Renkler Üçlemesi “Arjen. Zülfünaz. Aylin." izleyiciyle buluşmuş ancak yoluna devam edememişti. Yeni bir başlangıç yapan proje, Özgürlük Üçlemesi “Öykü, Onur, Ferda” ile yoluna devam ediyor şimdi. Çağdaş Ekin Şişman’ın bildirgenin 12. maddesinden yola çıkarak yazdığı, İrem Kalaycıoğlu’nun can vereceği “Öykü” adlı kısa oyun özel yaşamın korunması hakkı üzerine olacak. H. Can Utku’nun yazdığı “Onur”u Özgür Yetkinoğlu canlandıracak ve bildirgenin 16. maddesinden esinlenerek evlenme ve aile kurma haklarını işleyecek. Alis Çalışkan’ın yazdığı ve Gül Doğa Selvi’nin “Ferda” olarak rol alacağı oyun ise bildirgenin kanaat ve ifade özgürlüğü ile ilgili 19. maddesinden yola çıkacak.

​İlyas Özçakır ile projenin evvelini ve bugününü, nasıl bir süreçten geçtiğini; yazarlar Çağdaş Ekin Şişman, H. Can Utku, Alis Çalışkan ile projede yer alan oyunlarını, ele aldıkları maddelerin yarattıkları karakterlerdeki temsiliyetleri üzerine konuştuk.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden hareketle tasarladığınız “Birileri” projesinden bahseder misiniz? Bu proje için sizi harekete geçiren neydi? Tasarım sürecinde nasıl bir yol izlediniz?

Projeler benim kafamda bir bulut hâlinde dolaşıyor. Tek bir sebepten proje üretmiyorum aslında. “Birileri” de bende 2014’te başladı. Sarı Sandalye’nin kurucularındanım ve ilk projesinin fikir babasıyım: Georges Perec’in Ücret Artışı Talebinde Bulunmak İçin Servis Şefine Yanaşma Sanatı ve Biçimi. Perec bunu yazarken “kimsenin okumak istemeyeceği ya da okuyup da bitiremeyeceği” bir metin olarak tasarlıyor. Biz de tuttuk sahneye uyarladık ama çok zor bir metin gerçekten, noktalama işareti bile yok. Birçoğumuzun en sevdiği işi odur, Birdman’imizdir bazılarımızın. “Biz bunu uyarlayabildiysek her şeyi uyarlayabilir, her şeyden proje türetebiliriz” gibi bir motivasyon geldi bana. Edebiyatla aram, tiyatroyla olandan daha iyi. Bir gün bir öykü toplamı okudum, onda da İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin her maddesi için farklı bir yazar bir öykü yazmış, Uluslararası Af Örgütü yayımlamış bunu. Ben de bunun oyun versiyonunun daha güzel olacağını düşündüm. İşte “Birileri” projesi ilk o zaman aklıma geldi. O zaman daha farklıydı matematiği. Sahnesi olmayan bir tiyatrocu olarak tek başıma yapamayacağımı düşündüğüm için sahnesi olan bir tiyatroya göndermiştim. O zaman bugünkü gibi üçleme değil altılı beş oyun olarak düşünüyordum ve bunu bir sene içinde sahnelemeyi düşünüyordum – nasıl düşündüysem J. Sahneye teklif ettim ve bu bizim için de büyük iş dediler. Gel zaman git zaman yolum Karahindiba oyunuyla, beraberce Derneği’yle kesişti. Derneğin bir açık çağrısı vardı, 20 farklı ülkeden 20 farklı kişiyi zor geçmişler ve hatırlama ile ilgili bir müzeye gönderiyordu. Orada bir deneyim yaşayıp geliyor ve burada bir workshop düzenliyordunuz. Ben de Polonya’da bir toplama kampı müzesine gittim ve tek kişilik oyunum Karahindiba’yı oynadım orada. Sonra ben onlara İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile ilgili projemi anlattım ama onlar bizim böyle bir fonumuz yok ama bizim de fon aldığımız bir kurum var dediler, o da FNF işte. Bunlar hep pandeminin başında oluyor bu arada. Dernek, benim projemle FNF fonuna başvurdu. Korona Günlerinde Özgürlük öyle çıktı. Sonra onlara bu projemden bahsettim, tamam dediler ama 30’unu birden fonlayamıyoruz her sene açık çağrı yapıyoruz, sen her sene üçleme şeklinde başvur dediler ben de her sene üçleme şeklinde başvuruyorum.

Tiyatro sahnesine taşınması bu bildirge için nasıl bir ifade alanı açmış olacak?

Böyle bir bildirge var ve kimse farkında değil, kaç madde olduğunu bilmiyoruz, nelerden bahsediyor, bilmiyoruz. Aslında önemli olan içerik, yoksa orası harfler ve sayılar. O harfler ve sayıları içeriğe dönüştürüyoruz. En önemli nokta benim için, didaktik olmaması. Zaten kitapçık olarak var orada, bir yerlerde. Bir şeyi direkt olarak anlatılınca anlamaya yatkın değiliz. O yüzden tiyatronun hikâyeleştirme ve empati gücünden yararlanarak yapmak istiyorum. Direkt değil de dolaylı olarak verdiğinde, izleyicinin bir karakterin yerine kendini koyduğu zaman, konuyu daha iyi özümseyeceğini düşünüyorum. Bende böyle işliyor en azından, öğrendiğim şeylerin %90’ını kurmacadan öğrendim ben. Bilgiyi içselleştirmedikten sonra kalıcılığı olmuyor. Edebiyatın, tiyatronun böyle bir gücü olduğuna da inanıyorum.

Proje dahilinde 30 farklı yazar tarafından yazılacak 30 kurmaca hikâyenin 30 farklı oyuncu tarafından sergileneceğini biliyoruz. Öncelikle neden “Birileri” ve neden böyle tekil bir format tercih ettiniz?

Projede her bir üçlemeyi tek bir yönetmen yönetecek, yönetmenler değişebilir ama 30 yazar ve 30 oyuncu olacak. Projelere bütüncül bakan biriyim ve her hak bir karakterle özdeşleşsin istiyorum. Tek kişilik olma sebeplerinden biri de o. Yoksa 2-3 kişilik kısa oyunlar da olabilirdi ama ben 30 maddeyle, 30 farklı insanın hikâyesiyle, oyuncunun yarattığı persona ile de özdeşleşsin istiyorum.

​İsmini de şöyle açıklayabilirim: İlk bulduğum isim “Hak İnsanları”ydı ama bu farklı çağrışımlar yaptı insanlarda. Sonra düşünürken “Birileri” ismi geldi. Birileri kelimesi de belirsiz bir şey, kim olduğunu bilmiyoruz. Birileri geliyor, birileri çalışıyor gibi, doğurgan bir isim oldu.

İlyas Özçakır

“Birileri” geçtiğimiz ocak ayında aslında Renkler Üçlemesi “Arjen. Zülfünaz. Aylin." hikâyeleri ile başlamıştı ancak sonra devam etmedi. Şimdi yeniden Özgürlük Üçlemesi “Öykü, Onur, Ferda” ile başlıyorsunuz. Neler oldu, neden yeni baştan kuruldu yapı? Diğer oyunlar yer almayacak mı projede?

Projenin en başından beri 30 farklı yazar ve 30 farklı oyuncu ile olacağı belliydi ancak ben ilk üçlemede, “Üç farklı yönetmen olsa nasıl olurdu?”yu da denemek istedim. Bazı tecrübeler yaşanmadan elde edilmiyor, bu şekilde challenge’ı büyüttüğümü fark ettim. Zaten büyük bir proje, ben tuttum bir de üç yönetmen yaptım. Üç yönetmenle üç farklı oyun yapmaya dönüştü bu sefer iş. Bu beni prodüksiyon açısından çok zorladı. Bütçe olarak da zorladı. Üstüne bir de pandeminin ardından herkesin oyun yaptığı bir dönemdi ki benimkinin deadline’ı vardı, fon aldığım için. Sahnelerin programları prova anlamında çok doluydu. Özel gösterimi yaptığımız sahnede prova bile yapamadık, oyun günü girdik. Aslında bir de ilk üçleme dijital olacaktı, aşı gelip açılma olunca fiziksele döndük. Bu iki düzlemin bütçeleri çok farklı, dolayısıyla yolda çok şey değişti. Ben de projeye yeni başlıyordum, öngöremediğim çok şey vardı ve çok zorlandık.

Çalıştığım yönetmenler kendilerine kadrolar oluşturdular, dolayısıyla tanımadığım da çok fazla kişi oldu, bu benim pek alışık olmadığım bir şeydi. Dolayısıyla bir ekip ruhu da tam olmadı bu üç oyun arasında, çok dezavantaj doğdu. Yine de eli yüzü düzgün bir iş çıktı ama bu dezavantajlı durumlar yüzünden birbirimizi biraz yıprattık bu süreçte ve baktık ki mutsuz olacağız o yüzden prömiyerden sonra toplantı yaptığımızda birlikte karar verdik, sonlandırdık. Profesyonel sebeplerle bitti.

Psikolojik olarak ilk üçleme diyoruz ama fiziksel olarak tabii öyle değil, bu ikinci üçleme. Hiç bilmeyen insanlar için de durup dururken tanıtıma ikinci üçleme diye başlamak istemedim çünkü “biz hiç duymadık, ilk üçleme nerede?” durumu yaşanacaktı. Çok az kişi duydu aslında ilk oyunu. O sorular çok olmasın, buna odaklanılsın istedim. Proje yoluna başladı, kaçıncı olduğu önemli değil.

​Aslında Renkler Üçlemesi benim için bitmedi. İşin bir proje kısmı bir de projenin uygulama kısmı var. Siz bir oyun yapıyorsunuz, ışık tasarımını yaptınız ama ışığı uygulayan sürekli değişebilir mesela. Renkler Üçlemesi’ni orada sergileyen de operasyon kısmıydı teoride. Benim için metinler hâlâ “Birileri” projesinin metinleri. Dolayısıyla üç maddeye ilişkin metin kazandırmış olduk zaten. Onlar projenin metinleri ve tekrar hayata geçebilir. Projenin en önemli kısımlarından biri zaten yazmak, metni oluşturmak. Uzun vadede en kalıcı ürün de metindir zaten her zaman.

Bu üçlemelerin her birinin ismi de farklı olacak o zaman “Renkler”, “Özgürlük” üçlemesi gibi. Neye göre değişecek?

Bu üçlemelerin dört tanesi İstanbul’da olacak. Her sene bir tane. Kalan altısı Marmara bölgesi dışında olacak. Onlar da Akdeniz’deyse “Akdeniz Üçlemesi”, Doğu Anadolu’daysa “Doğu Anadolu Üçlemesi” gibi bölgeye özel olacak. İstanbul’dakiler tematik olacak mesela “Emek Üçlemesi”, “Yargı Üçlemesi” gibi.

Projenin kapsayıcılığı açısından mı İstanbul dışına çıkmak istiyorsunuz?

İstanbul’da kalsın istemedim, tüm Türkiye’ye yayılsın istedim. Kültürlerarası bir diyalog yaratmak da bir amacım. İstanbul dışına çıkıldığında yönetmen buradan gidecek ama oyuncu ve operasyon ekibi oradan, yerel bir tiyatrodan olsun istiyorum. Oraların yerel tiyatroları oynamaya devam etsin. Aslında burada yaratacağımız kaynağı oraya aktaralım ve böyle bir diyalog olsun. Maddeleri de oralara özel başlıklardan seçerek yerel hikâyelerden toplamak istiyorum.

Bu projenin çok sesliliğine de katkı sunacak, zenginleştirecek bir tercih olacaktır. Projede yer alacak yazar ve oyunculara nasıl karar veriyorsunuz? Kalan 24 maddenin kimler tarafından kaleme alınacağı belli mi mesela? Maddelerle yazarlar nasıl eşliyor?

İlkinde, Renkler’de yönetmenlerle birlikte yazarları belirlemiştik, onlar öneride bulunmuştu zaten. Sonra yazarlar da maddelerini seçtiler. Yazarların maddelerini seçme durumu hiç değişmeyecek. Şimdi ise yönetmenliğini ben yaptığım için yazarlara teklifi ben götürdüm. Eğer yönetmen değişirse o zaman o yönetmenin çalışmak isteyeceği yazarı yine birlikte belirleriz diye düşünüyorum.

​Maddeleri seçerken yazarlar temaya bağlı oluyorlar ve zaten her maddeyi seçemiyorlar. Özgürlük daha kapsamlı tabii ama şimdi Emek üçlemesi var ve hangi maddeler olduğu belli zaten 7/23/24 çünkü çalışma hakları ile ilgili onlar. Mesela bu üçlemede daha beyaz yaka geçmişi olan yazarlarla çalışırım gibi düşünüyorum henüz belli değil tabii kimler olacağı.

"Ferda" oyunundan

O hâlde Özgürlük Üçlemesi: “Öykü, Onur, Ferda”dan bahsedelim mi? Yazarların maddeleri ele alırken anlatım biçimleri olarak birbirlerinden ayrıştıkları ve buluştukları noktalar ne olacak?

Aslında buluştukları tek nokta özgürlük. Temayı baştan belirledik ve yazarlar da ona göre bir madde seçtiler ve ondan sonra tamamen özgürlerdi. Dolayısıyla birbirinden çok başka  metinler ortaya çıktı. Yazarlar da farklı tarzı olan yazarlardı. Yönetmen olarak ben de üç farklı üslup ortaya koydum. Üç metnin de kendisinin bana verdiği ilhamla rejiyi yapmaya çalıştım.

Özgürlük Üçlemesi’nde tek etkinlikte üç kısa oyun olacak. Her oyun ne kadar sürecek?  Karakterler arasında bağ var mı? Geçişlerde özellikle birbirine seslenen metinler mi olacak?

Oyunlar 25-30 dakikalık üç oyun şeklinde oynanacak. Başta da yazarlarla bu süreler için konuşmuştuk. Aralarında çok küçük bir bağ var. Metinsel olarak bir bağ yok aralarında ama, öyle anlaşılmasın. Rejisel bir bağ sadece, yoksa üç bağımsız oyun izleyeceğiz.

FNF fonunun desteği söz konusu ama bağımsız bir projeyi günümüz şartlarında hayat geçirmek nasıl mümkün? Bu projede başka destekçiler, sponsorluklar yer alıyor mu?

FNF’in prodüksiyon anlamında çok ciddi bir desteği var. Bizim üzerimizden büyük bir yük alıyorlar. Bundan sonrasında sahneleme anlamında alacağımız riskler var tabii her zaman.

​Senede 200-300 oyun çıkıyor ve yarısı zarar ediyor bunların. Zaten pandemide sahnelerin yarısı kapandı, özellikle biz sahnesiz tiyatrolar küçük sahnelerle ayakta kalabiliyorduk. Dolayısıyla böyle bir destek görmek üretme gücü veriyor. Birçok arkadaşımın projesi var ama nasıl yapacağız konusunda endişeleri var. Masraflar üç katına çıkarken bilet fiyatı çıkamıyor mesela. Ertelenebilir olarak görülüyor kültür sanat. Bu şartlarda önce ekmek tabii ki, insanları da suçlayamıyorsun. Doğal bir şey bu. Bu noktada “Biz ne yapabiliriz?”e dönüyoruz. İşte dekoru küçült, masrafları azalt, destek bulmaya çalış gibi.

Hem pandeminin etkisi hem ekonomik durum tiyatrolarda da tek kişilik oyunların artışına yol açtı son yıllarda.

Çok doğru, tek kişilik oyunla geçinen bir sürü arkadaşım var. Karahindiba’da yönetmen ve ben vardım gişe paylaşımını ikimiz yapıyorduk, teknik ekibe de yevmiye veriyorduk. O süreçte iyi geldi. Az kişiyle oyun yapmak çok mantıklı ama insanlar da bu arada tek kişilik oyunlardan sıkılmaya başladı galiba yavaştan. Ben çok seviyorum tek kişilik oyunları, hatta Tehlikeli Oyunlar fenomeninden beri bu böyle.

"Öykü" oyunundan

Geçtiğimiz aylarda Tiyatro Hemhâl ekibi ile söyleşirken onlar da Tehlikeli Oyunlar’ı milat gibi anlattılar tek kişilik oyun furyasında. Neydi onu tek kişilik oyunlar içinde özel kılan sizce?

Üniversite tiyatro kulübünde, o dönem yeni başlayanlar için öyledir belki. Bizim kulüpte çünkü “Abi Tehlikeli Oyunları izledin mi?” diye sorardık birbirimize. Benim için Tehlikeli Oyunlar, izlediğimde ilham kaynağı olmuştu. İki tane salıncak, tek bir kişi, iki buçuk saat, hiç sıkılmadan… Ayak parmaklarını bile karaktere dönüştüren bir oyuncu Erdem Şenocak. Kendi dönemindeki tiyatro yapanlara çok fazla ufuk açtığını düşünüyorum. Seyirci olarak da görüşüm Tehlikeli Oyunlar’ın üstüne çıkan çok az oyun oldu, bana göre. Döneminde üst kalem bir işti, şimdi izlesem ne düşünürüm bilmiyorum, ilk izlediğimdeki görüşümle konuşuyorum.

“Birileri” projesine dönersek, izleyici açısından nasıl bir hafıza oluşturmasını istiyorsunuz?

İzleyicinin gerçekten haklarını içselleştirmesini, kendi hakları konusunda daha detaylı düşünmeye başlaması istiyorum. 30 maddeyi bir gün bitireceğim gücüm yeterse çünkü yarıda bırakmak istemem, 30’unu da anlatmazsam çok şey eksik kalır. Buradaki önemli nokta şu: Hiçbir hak diğerinden daha değerli değil. Herhangi bir hakkı dert edinmiş kişilerde sadece onu düşünmek, onu tartışmaya açmak gibi bir durum oluyor bazen. Ama bir sürü hak var ve hiçbiri, birbirinden bağımsız değil. O yüzden sadece bir hak üzerine fokuslanılmasını sempatik bulmuyorum. Söylemek istediğim, senin büyük derdin olmayan bir yere omuz atmanı sağlamak daha değerli. Belki 30’unu da birlikte ele almak önemli. O yüzden 30’u tamamlandığında rahat edeceğim. İzleyicinin de bu noktada içselleştirmesini istiyorum, bütüncül yaklaşmak istiyorum. Kağıt üzerinde didaktik bilgiler olmaktan çıkmasını istiyorum.

Konu bütüncül olmasına varınca şunu da sormak istiyorum, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi gerçekten evrensel, çağdaş bir bildirge mi sizce?

1948 yılında yazılmış bir metinden bahsediyoruz, elbette ki çok eksikleri vardır. Bu tarz şeylere pek eleştirel yaklaşmam, tam tersine 1948’de bunu yapmışlar, tutun 2022’de daha iyisini yazın, derim. Bu tür bildirge, manifesto, akımlar birazcık daha rahatı yerinde ülkelerin insanları tarafından yazılır, bu yüzden kendi çıkarı için de bir şeyler eklemiş olabilirler. Ama baktığında bizim için bir hareket noktası oluyorsa, değerli. Biz bu bildirgenin ne kadarını sağlayabiliyoruz ki daha kapsayıcısından bahsedelim? H.G. Wells’in İnsan Hakları diye bir kitabı var. Çok temelinde o zaman bildirge hazırlanırken birkaç yazar bir araya gelip önerilerde bulunuyorlar, o kitapta çok daha temeli var. Zaten Wells de söylüyor, bunların eksik olduğunun farkındayız ama bir temel yaratmak, genişletebilmek ve kağıt üzerinde kalmaması önemli. Ki bizi harekete geçiriyor, hiç etkisi yok değil.

Projenin ilk gösterimi 6 Ekim’de TiyatrOPS’ta daha sonrası için takvim belli mi? Diğer maddelerin sahneye taşınması için nasıl bir program var -ki aslında biraz anlattınız her sene üç oyun şeklinde?

Her sene bir üçleme düşünüyorum. Aslında bölge dışındakileri beşinci, altıncı sene gibi değil aralarda yapabilsem yaparım ama onun için çok daha büyük bir desteğe ihtiyaç var.

​“Birileri” takvimi de 6 ve 8 Ekim’de ilk iki oyunumuz TiyatrOPS’ta. Sonra 25 Ekim’de Hann Sahne’de olacak ve sezon boyunca devam edecek.

"Onur" Oyunundan

Çağdaş Ekin Şişman ile “Öykü” adlı oyunu için söyleşimiz:

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 12. maddesinden yola çıkarak hazırladığınız “Öykü” adlı oyundan bahseder misiniz? Maddeyi kurmaca bir metne dönüştürürken nasıl bir yol izlediniz, bu maddeye yaklaşımınız nasıldı, neleri öne çıkartmak istediniz? Proje dahilinde Öykü karakteri neleri temsil edecek? Nasıl bir yeri olacak?

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden yola çıkan bir oyun projesi olması ve “Özgürlük” başlığını taşıyacak bir üçleme fikri beni heyecanlandıran temel nedenlerden biriydi. İlyas bana bu üçleme için bir oyun yazmamı teklif ettiğinde bir havayolu şirketinin içkili fotoğraf paylaşan çalışanını kovması, Gülşen’in kıyafetlerinden dolayı hedef alınması gibi mevzular ülke gündeminde yer alan konulardı. Ben yazmaya karar verdiğim sıralarda bir yakınım da benzer bir süreç yaşadı. Dolayısıyla aslında 12. maddeyi seçmem hiç zor olmadı. 12. Madde: “Hiç kimsenin özel yaşamına, ailesine, evine ya da yazışmasına keyfi olarak karışılamaz, onuruna ve adına saldırılamaz. Herkesin, bu gibi müdahale ya da saldırılara karşı yasa tarafından korunma hakkı vardır.” der. Ama ülkemizin gerçekleri ise bambaşka bir telde. Kamusal hayatımızda bile festivallerin, yürüyüşlerin ve daha pek çok şeyin yasaklanması, kısıtlanması, azaltılması adım adım etrafımızı saran bir süreç. Özel hayatımızın, arkadaşlarımızda buluştuğumuz bir rakı sofrasının da bundan ayrı olmayacağı çok açık bir biçimde karşımızda. Kurumlara, kişilere, erke verdiğimiz tavizler; mevki, maddiyat ya da sosyal aidiyet sebep her ne olursa olsun kabul ettiğimiz yasaklar ve sansürler bizi nasıl bir gayya kuyusuna sürüklüyor diye düşündüm. Günümüzde büyük bir kurumsal şirkete girdiğinizde sizden attığınız tweet’lere dikkat etmeniz isteniyorsa bunu çoğunluk normal karşılıyor, normal karşılamasa da kabul ediyor. Hatta tweet’lere gelmeden bile “esnek çalışma saatleri” adı altında köleleştirilme kabul ediliyor. Bu durum özellikle, işçi sınıfı olduğundan bihaber beyaz-yakaların, turuncu-yakaların düştüğü ya da düşmek istediği bir tuzak. Ama burada sınır neresi? Nereye kadar kabul edebilir insan hayatının işgal edilmesini, yasaklanmasını? “Öykü”de kamusaldan başlayıp özele doğru giden yasaklar silsilesinde bir noktada karşı tavır geliştirilmezse, kabul ede ede ne hâle gelebileceğimizin distopik dünyasını kurmaya çalıştım. Öykü’nün başına gelenler bugüne dair benzerlik kurabileceğimiz yerden giderek daha saçma, radikal, daha akıl almaz bir yere ilerliyor. Nihayetinde bence insanlık da oraya ilerliyor.

​“Özgürlük” temasının içinde “Öykü” oyunu, hayatında “oyunu kuralına göre oynamalı” diyen, çakal olmaya çalışan insanların yansıması. Bana dokunmayan yılan misali… İş, kariyer, maddi güç için verilen tavizlerin, ses çıkarmamanın kişiyi birey olmaktan nasıl çıkardığının bir göstergesi benim için. Öykü, “gönüllü kulluk” eden biri. Kendisine iş, statü, para veren şirketlere kulluğu kabul eden Öykü, böyle bir kabulün nihayetinde kulluktan köleliğe, kölelikten de hiçliğe doğru gittiğinin farkında olmadan hareket ediyor. Kuralına göre oynadığı oyunda, kuralı kimin belirlediğinden de haberdar değil. Erke teslim edilmiş iradenin sonunda insanı yok hükmünde boş bir çuvala çevireceğini de hâliyle tahmin edemiyor. Kabul ettiğimiz, sindirdiğimiz, kanıksadığımız, normalleştirdiğimiz tüm akıl almazlıkların temsili diyebilirim.

H. Can Utku ile “Onur” adlı oyunu için söyleşimiz:

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 16. maddesinden yola çıkarak hazırladığınız “Onur” adlı oyundan bahseder misiniz? Maddeyi kurmaca bir metne dönüştürürken nasıl bir yol izlediniz, bu maddeye yaklaşımınız nasıldı, neleri öne çıkartmak istediniz? Proje dahilinde Onur karakteri neleri temsil edecek? Nasıl bir yeri olacak?

16. madde her bireyin evlenme ve aile kurma hakkına sahip olduğunu belirliyor ve bunun kişilerin kendi isteği ve özgür iradesiyle yapılması gerektiğini, evlilikte tarafların eşit şartlara sahip olacaklarını öngörüyor. Günümüzdeki uygulamalara baktığımızda bunun çoğunlukla böyle yürümediğini hemen görebiliyoruz. Benim olası birkaç konu arasında Onur’un öyküsünü seçmiş olmam, onun örneği olduğu durumun yalnızca uygulamadaki aksaklıklarla ilgili olmayıp, dünya genelinde yaygın olarak bir yasal zemine bile oturtulmamış olmasıyla ilgiliydi. Günümüzde hem bizim ülkemizde, hem de dünyanın başka birçok yerinde toplumun “cinsel azınlık” olarak tanımlanan bireylerine kendi seçtikleri yetişkin kişilerle evlenmeleri için yasal hak tanınmıyor, dolayısıyla dünya ülkelerinin ezici bir çoğunluğunun uyguladıkları hukuk sistemi, bildirgenin bu maddesiyle apaçık biçimde çelişiyor. İşin daha da vahim olan boyutuysa, kendilerine aile kurma hakkı tanınmayan bu kişilerin çoğu zaman toplumun aile yapısını bozmak, aile değerlerine zarar vermek gibi dayanaksız ve mantık dışı suçlamalarla karşılaşıyor olmaları. Onur da bu kişilerden biri ve kendisine yasal olarak yalnızca gizlenmek ya da olmadığı biri gibi yaşamak seçeneklerini sunan bir toplum karşısında kendine bir çıkış yolu arıyor. Başka bir deyişle insan haklarının en temel olanlarından birini görmezden gelen bir hukuk sistemi içinde sisteme karşın var olmanın mücadelesini veriyor. Bu açıdan bakıldığında Onur’un, benzerleri için son derecede sıradan ve doğal olan birtakım haklardan yoksun bırakılan, topluma ait olmak için elinden geleni yapsa da toplumun kendi değerler sistemini kuruş biçimiyle daha en başından dışarıda bırakmış olduğu bütün bireyleri temsil ettiğini söylemem çok yanlış olmaz sanırım.

Alis Çalışkan ile “Ferda” adlı oyunu için söyleşimiz:

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19. maddesinden yola çıkarak hazırladığınız “Ferda” adlı oyundan bahseder misiniz? Maddeyi kurmaca bir metne dönüştürürken nasıl bir yol izlediniz, bu maddeye yaklaşımınız nasıldı, neleri öne çıkartmak istediniz? Proje dahilinde Ferda karakteri neleri temsil edecek? Nasıl bir yeri olacak?

Ferda bir yazar. Yapımcılar onun yarattığı kadın karakteri fazla açık fikirli bulunca onu değiştirmek istiyor. Ancak yarattığı karakter olan Feza da yazar olmak isteyen biri. Feza bu değişime kendi yöntemleriyle karşı koyuyor ve Ferda’yı yazmaya başlıyor. Böylece rolleri değişiyorlar. Ferda giderek bir karaktere dönüşürken kendi kendine konuşmaya, dolayısıyla kendini dışarıdan görmeye başlıyor. Tabii Ferda’yı çevreleyen koşullar da var. Oyun bodrum katındaki bir dairede geçiyor. Fakat bu bodrum katındaki dairede yalnızca onlar mı var? Bunu göreceğiz.

Benim seçtiğim madde temelde ifade özgürlüğüyle alakalıydı. Ve projenin üç metni de birbirine bağlayan bir teması vardı: Özgürlük. Seçtiğim madde temayla bir bakıma ilişkili olduğu için direkt ifade özgürlüğü dediğimiz şey üzerine düşünmeye başladım ve tesadüf olmayacak bir şekilde ilk çağırdığım şey sansürdü. Sansür üzerine, özellikle Türkiye’deki istatistiklere baktım. Hepimizin bildiği gibi durum fecaat. İlk düşündüğüm şey şuydu: Bu fecaati fazla göze sokmadan yani meseleyi sloganlaştırmadan nasıl anlatabilirim? Ferda ve Feza böyle ortaya çıktı. Özgürlüğüne kavuşmaya çalışan bir karakterle, giderek karakter hâline gelen bir yazar.

​Ferda bana kalırsa bir otosansür örneği. Hepimiz bunun sansürden daha tehlikeli olduğunu biliyoruz. Çünkü orada yalnızsınız. Aslında orada hem hiç kimse yok hem de çok kalabalık. Ferda yalnızca kendisini çevreleyen koşulları gördüğü için Feza’ya, kendi karakterine yaptığının farkında değil. Dolayısıyla Feza’yı sansürlerken aslında kendini de sansürlüyor. Zaten sıkıntı da yarattığı karakter onu yazmaya, bir bakıma açık etmeye başladığında çıkıyor. Tabii Ferda bunu anlıyor mu? Bence en sonunda bir nebze de olsa anlıyor.

"Birileri" projesinin Özgürlük Üçlemesi “Öykü, Onur, Ferda” oyununu 6,8 Ekim'de TiyatrOPS'ta, 25 Ekim’de Hann Sahne’de izleyebilirsiniz. 

"Birileri" projesi hakkında ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. 

0
4089
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage