Erdem Tepegöz ile distopik bir mekân ve zaman kurgusu içinde, ilkel teknolojiyle yönetilen bir madende geçen hikâyesiyle sisteme dair eleştirilen sunan bilimkurgu türündeki ikinci uzun metrajlı filmi Gölgeler İçinde’yi, çekim sürecini, bilimkurgu türüne bakışını ve festival sürecini konuştuk.
Gölgeler İçinde, dünya prömiyerini 42. Moskova Uluslararası Film Festivali’nde yapan ve festivalden Jüri Özel Ödülü - Gümüş George ile dönen; Türkiye prömiyerini ise 57. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde gerçekleştiren ve festivalden Film-Yön En İyi Yönetmen ve SİYAD En İyi Film ödülleri başta olmak üzere toplam beş ödül kazanan, bunun yanı sıra 20 ülkede seyirciyle buluşma şansı yakalayan önemli başarılara imza atan bir film. İlk uzun metrajlı filmi Zerre ile de pek çok ödül kazanan Erdem Tepegöz ilk kez bilimkurgu türünde bir film ile izleyici karşısına çıkıyor. Fotoğraf, antropoloji ve eski bilimkurgu kitaplarından yararlanarak kurduğu hikâyesini Gürcistan’daki eski ama hâlâ faaliyetini sürdüren, yapı itibariyle distopik bir atmosfere sahip Sovyet dönemden kalma maden şehrinde anlatıyor. Tepegöz, bu filminde de etkileyici görüntülerin eşlik ettiği, metaforlarla beslediği hikâyesiyle izleyicinin dikkatini çekmeyi başarıyor. Erdem Tepegöz ile yurt dışında ve yurt içinde başarılı bir festival yolculuğu olan şu sıralar beyaz perdede izleyiciyle buluşan Gölgeler İçinde’yi, çekim sürecini, hikâyesini beslediği kaynakları ve filmin serüvenini konuştuk.
Gölgeler İçinde, bilimkurgu türünde, distopik bir yapı üzerinde, bir sistem eleştirisi olarak karşımıza çıkıyor. Sizi bu hikâyeyi anlatmak, bu filmi çekmek için harekete geçiren sebep neydi?
Ana sebep merak diyebilirim. Hem hikâye için hem de bu tür için. Birçok anlamda merak ettiğim şeyleri sorgulamak ve denemek için yola çıktım. Filmde anlatmak istediğim eleştirel bakış, benim de cevabını merak ettiğim sorulardan oluşuyor. Tek başıma cevabını bulamayacağım sorular. İkinci merak öğesi de bilimkurgu janrında bir şeyler üretebilir miyim düşüncesiydi. Bu alandaki filmlere ve kitaplara duyduğum heyecan ve ufkumu açan bu tür beni harekete geçirmiş oldu.
Gölgeler İçinde oldukça farklı ve etkileyici bir atmosfere sahip. Filmin hazırlık ve yapım süreçlerinde bu keskin atmosferi yaratmak/yakalamak için nasıl bir çalışma yönteminiz oldu?
Teknik olarak dersimizi iyi çalıştığımız bir film oldu diyebilirim. Teknik ekibim ile üzerine çok düşünülmüş bir görsel ve işitsel dünya var beyaz perdede. Tabii ekibin hepsi alanlarında çok iyi isimlerden oluşuyordu. Gerçekten bana ve hikâyeye çok inanıyorlardı. Bunu sette çok hissediyordum. Ayrıca mekân gerçekten çok sinematografikti. Bu mekânın detaylarını görüp, inceledikten sonra senaryoya yedirmek için birkaç draft daha yazdım. Bunun da çok etkisi olduğunu söyleyebilirim. Mekân ile senaryo çok fazla iç içe geçmiş ana karakter hâline gelmişti. Mekânı bulup öyle mi bu fikri, senaryoyu yazdığınız sorusu festivallerde en çok gelen sorulardan biriydi.
Mekân, gerçekten çok etkileyiciydi. Filmin kurgusunun kurulmasında önemli bir unsur, çok güçlü bir yapı olarak karşımıza çıkıyor burada. Gürcistan- Tiflis’te Sovyet döneminden kalan bu maden kasabasını nasıl keşfettiniz? Malum soruyu da ekleyerek - hikâyeyi yaratma ve çekim süreçlerine mekânın fiziki özellikleri, bölgenin tarihinin bir etkisi oldu mu?
Senaryoyu yazarken mekân aklınızın bir ucunda sürekli canlı bir şekilde yavaş yavaş beliriyor ve bir süre sonra yazdığınız sahneler ve mekân detayları o kadar baskın hâle geliyor ki o yerin aynısını gerçek hayatta da arıyor oluyorsunuz. Gölgeler İçinde’nin yazımında da böyle oldu. Kafamda çok şey oluşmuştu ama Gürcistan’daki bu maden kasabasını görünce eksiklerin ve endişelerin yerini senaryoyu mekâna göre revize etmek kaldı. Uzun süre mekân araştırması yaptım. Şu an elimde çok fazla distopik mekân listesi var. Sonra bir yönetmen arkadaşımın önerisi ile Gürcistan’daki bu kasabayı ziyaret etmeye gittik. İlk görüşte gerçekten de çok etkilendik. Çekim süreçlerinde ve hikâyenin içerisinde direkt bu mekânın gerçekliği var. Çünkü gerçek fabrikalar ve hâlen aktif çalışıyorlar. İşçiler aynı filmdeki gibi sabah akşam taş yıkayarak bir avuç yiyecek alıyorlar. Ve babadan oğula orada yaşayan işçiler, o bölgeden dışarı hiç çıkmamışlar. Tam film ve senaryo ile örtüşen bir bilim kurgusal mekân. Fırsatı olanların fotoğraf çekimi veya saha araştırması için o bölgeye gitmesini kesinlikle öneririm.
Hâlâ faaliyetlerine devam ediyor ve orada böyle bir hayatın yaşanıyor olması şaşırtıcı. Filminizin başrolünde yer alan Numan Acar, karakteristik özellikleriyle öne çıkan bir aktör. Kendisini yurt içi ve yurt dışında da pek çok önemli projede izledik daha önce. Gölgeler İçinde için Numan Acar ile çalışmaya nasıl karar verdiniz? Bu karakter için Acar ile çalışmanızda neler belirleyici kriterler oldu?
Başrol karakteri senaryo aşamasında biraz mekanik ve robotik bir üslupta hayal ediyordum hep. Özdeşleştiğimiz, duygusal ve derin bir oyunculuk yerine; tek tip, yabancılaşmanın baskın olduğu, belki de düz bir oyunculuk stili kafamda vardı. Tüm bunların yanında ifadesi ve vücudunun, yürüyüşünün agresif ve hayvani bir güç içermesini tasavvur etmiştim. Bu açıdan başrolümüzün gerek agresif oyunculuk stili gerek yurt dışı set tecrübesi nedeniyle karar vermiş oldum.
Makineler, makineleşme, gözlenmek, gözetlenmek, zaman, döngüsellik… Gölgeler İçinde’nin senaryosunun yazım sürecinde, metnin kavramsal çerçevesini belirlemenizde beslendiğiniz kaynaklar neler oldu?
Çok fazla kaynak var. Ben okuduğum gördüğüm şeyleri defterlerde biriktirmeyi seven biriyim. Bu açıdan bir süre sonra hangi fikri nereden gelmişti nasıl bir kaynaktan beslenmiştim diye çok fazla birbirine karıştırdığım olur. Örneğin antropolojik bir araştırmayı, bir fotoğraf veya hikâye gibi not alıyorum. Bu açıdan bu film özelinde eski tabletler ve eski yazmaları çok okudum. Belki film ile hiç alakası yok diyebilirsiniz. Ama oradan aldığınız esin, siz de başka türlü bir yansımaya neden oluyor. O açıdan Gölgeler İçinde’deki topluluğu antropolojik bir toplulukmuş gibi hayal ettim. Hatta senaryonun bir aşamasında kendi dilleri olsa ve onu konuşsalar diye değişik fantezilerim de vardı. Sonra çok iddialı olacağı ve senaryoyu ana derdinden uzaklaştırabileceği gerekçesiyle vazgeçmiştim. Özetle bu film özelinde fotoğraf ve antropolojiden çok beslendiğimi ve geçmiş zaman bilimkurgu kitaplarından çok etkilendiğimi söyleyebilirim.
Filmin farklı disiplinlerin etkisi altında oluşu izleyene de geçiyor. Ana karakter sistemde sarsılmalara yol açarken aslında “zaman”ın temsili bir tamirci figürü var. Bilge sözlerin de sahibi tamirci, “Yaşayan görür, zaman yiter, yaşam sürer.” gibi. Bu söz özelinde tamirci ve zaman ilişkisini sizden dinleyebilir miyiz?
Aldığım en güzel soru. Bu söz üzerine saatlerce konuşabilirim ama şöyle özetleyeyim: Bu tarz detayları filmlerin içine gizlemeyi seviyorum. Kimsenin keşfetmediği çok fazla sembol ve metafor da saklıyorum. Birileri elbet yıllar geçse de o detayı yakalayabilir belki diye. Çok büyük bir cümle bu. Altında çok fazla mana var. Zamanın bir madde olduğu artık bilim tarafından da sorgulanıyor. Zaman aşamalarına uğramış zaman partiküllerini incelemek ileriki çalışmalarda daha çok bizlere yardımcı olacak. Zamanın bile bittiği ortamlarda düşünce frekansı mevcut olabilir mi? Ve hiçbir enerjinin, aynı zamanda maddenin olmadığı ortamlarda düşünce formları ile yaşam devam edebilir mi? İşte ışık partiküllerinden bu tarz sorulara cevap verilebilir belki de. Bu felsefi ve biraz karışık bilgi ve düşünce deneyi bu cümlenin özeti diyebilirim. Zaman ortadan kalktığında düşünce devam edebilir ve bu da asıl yaşamın kendisi demektir.
İmgesel yanı ağır basan, metaforlarla bezeli bir film sahiden. Merak ettiğim bir figür de, bu kurguda makineleşen insanların içinde tek canlı olarak atı seçmenizin nedeni ne oldu? Bunun simgesel karşılığı nedir?
At üzerine çok fazla okuma yapılabilir. Bir önceki Zerre filmimde yaklaşık 5 saniye görünen bir fare için 6-7 sayfalık bir yazı okumuştum. Benim bile düşünmediğim bir okumaydı. Ama zaten değerli olan o. Bazı imgeler size çağrışımlarla geliyor. Bu açıdan sembolik karşılıklarını söylemek izleyiciyi kısıtlamak olur. Ama ben de bir izleyicisi olduğum için, atın bende yarattığı ana sorgulama o dünyaya ait olmayan tek varlık gibi olması. Orada sabah akşam çalışan işçiler ile köşede zamanı bekleyen o at arasında hiçbir fark yok gibi. Zamanı ve evrimi hissettiren bir varlık gibi orada.
İlk uzun metraj filminiz Zerre de sınıf meselesini, sistemin bozuk çarklarında sıkışıp kalanları odağına alıyordu ama bunu daha gerçekçi bir zeminde anlatıyordu. Yine bir sistem eleştirisi sunuyorsunuz ancak bunu daha gerçek üstü bir yapı kurarak yapıyorsunuz. Bu konu özelinde düşünmek, bunu sinemada ele almak sizin için neden önemli? Sınıfsal çelişkilere işlerinizde yer vermeye devam edecek misiniz?
Uzun süre belgesel çalışmalarında bulunmam ve antropoloji üzerine yüksek lisans eğitimi almam sebebiyle bu tarz toplumsal hikâyelere yatkınlığımı perçinlediğini düşünüyorum. Sistem eleştirisini seviyorum ama bunu dünyasal taraftan gündelik sorunlar ile düşünmek yerine daha kozmolojik açıdan bakmayı seviyorum. Evren, yaradılış, diğer yaşam boyutları, düşüncenin gücü, kozmoloji bu tarz kavramları; işsizlik, çalışma koşulları, fabrika, para, bir öğün yemek gibi çok dünyasal kavramlar ile birbirine bağlandığınızda hem ilginç hem garip bir düalite oluyor. O yüzden bu konular şu dönem ilgimi çekiyor. Sosyal gerçekçi konulara devam edecek miyim, inanın bilmiyorum. O amaçla hiç yola çıkmıyorum. Hikâyelerin beni yönlendirmesine inanıyorum.
Sinemamız için benzeri nadir olan bir türde film çekmek nasıl bir deneyim oldu sizin açınızdan? Sinemamızda ve kendi filmografinizde Gölgeler İçinde’yi nasıl konumlandırıyorsunuz?
Bu filmi çekmek için geç kaldığımı düşünüyorum hep. Halbuki ikinci filmim daha. Ama sürekli keşke bu filmi 20 yıl önce çekmiş olsaydım diyorum. Çok saçma bir dilek, anlamını da bilmiyorum. O zamanlar ben bu düşünsel sorgulamalarda değildim ama nedense filmin zamanının bugün değil gelecekte veya geçmişte bir yerde olması gerektiğini düşündüm hep. Bunun ötesinde her izlediğimde gerçekten etkileniyorum. Hikâyenin dünyasını, o karakterleri, filmin kendine has tonunu çok seviyorum. Anlatmak istediğim şeyleri biraz da olsa seyirciye yaşatabildiğimi gördüm. En azından festivallerdeki etkisi ve seyircilerin filmden sonra saatler süren soru cevapları beni bu tarz bir filme cüret ettiğim için memnun ediyor. Tekrar bilimkurgu işler çekmeyi istiyorum. Hem bilimkurgu hikâyeleri hem bu işin tekniği üzerine çalışıyorum.
Aslında festivallerdeki karşılaşmalarınızdan bahsettiniz ama yine de sormak isterim. Filminiz yurt dışında da pek çok festivale katıldı, buralarda ödüllerle döndü. Festivallerde Gölgeler İçinde hakkında izleyenlerden nasıl dönüşler aldınız? Evrensel bir meseleyi anlatmak festivallerde nasıl bir etki yaratıyor? İzleyicilerde nasıl karşılık buluyor film?
Açıkçası filmin biraz tür sinemasına yakınlığı beni endişelendiriyordu. Bunu vizyonda mı, festivallerde mi seyirci ile buluşturacağız diye. Pandemi döneminin tüm sektördeki etkisini hissetsek bile, çok başarılı bir festival süreci geçiriyor diyebilirim. Şu ana kadar 18 ülke gezdi, çok fazla ödüle hak kazandı. Soru cevaplarda gerçekten en uzun süren tartışmalar Gölgeler İçinde için oluyordu. Bunların bana tekrar risk almak konusunda güven verdiğini söyleyebilirim. Filmdeki evrensel sorgulamalar her ülkede veya her izleyende farklı yorumlandığı için belki de film üzerine bu kadar konuşuluyordu. Kimi festivalde film, pandemi üzerinden saatlerce tartışıldı. Bazen ekonomik sistemler üzerinden okuma yapıldı. Bu yüzden izleyici için zor olan bir film olsa da farklı bir tecrübe ile seyretmesi ve üzerine kafa yorması en büyük amacım oldu. Sinemanın kocaman bir odada, büyük bir düşünce deneyi yapılan laboratuvar gibi kullanılmasını çok önemsiyorum.