Bu yıl 24. İstanbul Caz Festivali’nin Vitrin etkinliğinde sahne alan Bilal Karaman, Türkiye’nin en iyi gitaristlerinden biri olarak anılıyor. 2011 Bahane, 2013 Patika ve 2014’te Hayyam Sessions albümleriyle karşımıza çıkan sanatçı Django Reinhardt'a ithaf ettiği son projesi Manouche A La Turca’da; Avrupa Caz'ına yakın, alaturka müzikleri swing ritmi ile buluşturuyor.
Bilal Karaman müziğini tanımlarken “kendi sesim” diyor. Yurt içi ve yurt dışında pek çok konser veren sanatçı, geleneksel Türk Müziği’ni caz ile buluşturuyor. Şu sıralar son projesi Manouche Ala Turca’ya odaklanan Karaman ile müzikal yolculuğu, usta isimlerle verdiği konser deneyimleri ve Türkiye’de caz müziğin konumunu konuştuk.
Çok genç yaşta gitar çalmaya başlamışsınız. Genellikle müzisyenlerin müzikal yolculuğu böyle başlıyor. Sizce müziğe bu kadar erken başlamak kariyer seyrinde ne kadar etkili?
Mesleki kariyerinizi hangi yönde yapmak istiyorsanız erken yaşlarda o branşa yönelmek ve eğitimini almak tabii ki büyük bir avantaj sağlıyor. Fakat kişisel gelişim dışında kariyerle ilgili konuşacak olursak eğer daha sonradan da müziğin iş kısmını fevkalade geliştirebilirsiniz çünkü çağımız bireysel pazarlama çağı.
Yaptığınız müziği nasıl yorumluyorsunuz?
En yalın haliyle, benim hayallerimin sesler aracılığıyla müziğe dönüşmesi diyebilirim.
Kendinizi ifade ederken enstrümanınız sizinle nasıl bir paralellik gösteriyor?
Gitarımı kullanabildiğim kadar kendimi ifade edebilirim dolayısıyla enstrümanımla birlikte kendimi hep geliştirmeye çalıştım.
Yurt dışında pek çok konser ve workshop’a katılma deneyiminizi düşünürsek sizce Türkiye’de müzisyen olmak diğer coğrafyalara kıyasla nasıl bir etki yaratıyor?
Her meslekte olduğu gibi müzisyenlik mesleğinin de kendine has zorlukları var. Türkiye gibi tutucu ve baskıcı ülkelerde sanatçıların alanları çok özgür değil dolayısıyla maddi ve manevi tatmin yaşamakta zorlanabiliyoruz. Halkın büyük bir kısmı müziği hayatına dâhil edebilmiş değil. Ülke olarak kültür politikamız da bu yönde olmadığı ve desteklenmediğimiz için zor.
Sanatçılar yolculuklarında genellikle yalnızdır ve uzun bir süre inatçı olmaları gerekir. Özellikle kariyerlerinin başlarında insanlar ne derece teşvik ediliyor ve eğitim süreçlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ülkede sanata teşvik ve sanatçıları destek anlamında bir politika yok dolayısıyla eğitim alanında da çok fazla eksikler var.
Dünya ile kıyaslandığında Türkiye’de yapılan cazın niteliğini hakkında neler söylersiniz?
Gelişmiş batı ülkelerine göre çok gerideyiz, hiç gelişmemiş Ortadoğu ve Afrika ülkelerine göre de ilerideyiz. Türkiye, büyük kültür mirası, Anadolu coğrafyasında olduğu için zamanın ötesinde çok özgün müzikler de çıkabiliyor.
Her ne kadar birçok etkinlik düzenlense, birçok duayen isim gelip konser verse de caz bu topraklar için hâlâ biraz “yabancı”. Siz kendi müzik tarzınızda geleneksel Türk Müziği’ni, caz ile buluşturuyorsunuz. Bu müzikal harman İstanbul’un kültürel etkileşimiyle de fazlasıyla uyuşuyor. Farklı kültürlerden etkilenmek, müzik tarzlarından ilham almak sizi nasıl besliyor?
İstanbul nasıl bir şehir diye sorsalar. Anadolu nasıl bir coğrafya diye sorsalar. Türkiye nasıl bir ülkedir diye sorsalar. Herkesin ortak vereceği cevaplardan birtanesi çok kültürlü veya karmakarışık olacaktır. Yani ben bunun için özel bir şey yapmıyorum, çocukluğumdan beri farklı kültürlerin etkisiyle savrulduğum için yaptığım müzik de çok etkileşimli, melez bir şey oluyor.
Lawrence Butch Morris, Ricky Ford, Donovan Mixon ve Aydin Esen gibi ustalarla çalışma fırsatı yakaladınız. Bunun kariyerinize nasıl etkileri oldu?
Kariyerin içerisinde daha sonradan edinilebilecek, öğrenilebilecek çok fazla işle ilgili unsur var. Benim hiçbir öğretmenim bana kariyerimi nasıl kurmam gerektiğini veya kimlerle nasıl bağlantılar kurmam gerektiğini söylemedi. Bu bahsettiğiniz isimler çok büyük sanatçılar ve müzik adına çok beslediler beni. Ve tabii ki bunun kariyerime olumlu yansıması da olmuş olabilir.
Bestelerinizi oluştururken nelerden etkilenirsiniz, ilham kaynaklarınız neler?
Bir sanatçının yaşadığı süre boyunca algılarının, duyularının açık olduğu her an onun için ilham kaynağıdır dolayısıyla ilham dediğimiz şey yaşamın ta kendisidir diye düşünüyorum. Ben de yaşadıkça, gezdikçe, gördükçe ve duydukça ilham alıyor, dağarcığımı dolduruyorum ve daha sonra bunlar vakti geldiğinde beste olarak insanlarla buluşuyor. Çok beste yapmak gibi bir çabam da hiç olmamıştır.
Nardis Caz Gitar Yarışması'nda kazandığınız birincilik ödülü sonrası kariyerinizde nasıl bir değişim oldu?
Açıkçası çok bir değişim olduğunu söyleyemem. Ülkemiz bu konularda cv bilgilerinden daha çok insan ilişkilerine önem veriyor diye düşünüyorum.
Türkiye’nin en iyi gitaristlerinden biri olarak anılıyorsunuz. 19. İstanbul Caz Festivali’nin en dikkat çeken konserlerinden biri The Istanbul Project: Marcus Miller & Friends olurken sizin konserdeki performansınız çok konuşulmuştu. Sizin için nasıl bir deneyimdi?
Tabii ki müthiş bir deneyimdi. Beni en çok mutlu eden konserden sonra Marcus Miller ve ekibi başta olmak üzere herkesten çok olumlu tepki almam oldu.
Bu yıl 24. İstanbul Caz Festivali’nin Vitrin etkinliğinde JUNUN featuring Shye Ben Tzur and the Rajasthan Express, Miles Mosley ve MadenÖktemErsönmez ile aynı gün, aynı mekânda sahne aldınız. Konser nasıldı?
Bu konserde uzun bir süredir birlikte çaldığım kendi grubumla çaldım. Kontrbasta Yunan kontrbascı Apostolos Sideris yer aldı, davulda Erdem Göymen, ilk iki albüm Bahane ve Patika'dan şarkılar çaldık.
Müzik ile toplumsal sorunlara eğilme konusuna nasıl yaklaşıyorsunuz? Aklınızda gerçekleştirmek istediğiniz müzikal veya sosyal sorumluluk içeren bir projeleriniz var mı?
Müzik bir şifa aracı olarak da kullanılabilir aynı zamanda bir kişisel eğitim aracı olarak da kullanılabilir. Büyük bir karavanla tüm Anadolu’yu köy köy, kasaba kasaba dolaşıp küçük çocuklara müzik eğitimi verip, oyunlar oynatıp, konserler yapıp bütün Türkiye'yi dolaşmak istiyorum ama bunun için bir sponsor gerekli tabii. Ülkenin kültür sanat politikası bu yönde olsa yapılabilecek çok fazla proje var tabii ki fakat hayata geçirilemeyeceğini düşünerek birçok kişi artık düşünmüyor bile böyle şeyleri.
2011 Bahane, 2013 Patika ve 2014’te Hayyam Sessions albüm çalışmalarınız oldu. Yakın gelecekte yeni bir albümle müzikseverlerle buluşacak mısınız?
Evet daha çok Avrupa Caz'ına yakın, alaturka müziklerimizi swing ritmi ile buluşturduğum Django'ya ithaf ettiğim projem ile yeni albümü yapıyorum adı Manouche A La Turca.
Manouche Ala Turca projenizden biraz bahsedelim. Django Reinhardt’a ithafen yaptığınız proje nasıl ortaya çıktı? Hikâyesi nedir ve içeriğinde bizi neler bekliyor?
Django Reinhardt ismini ilk duymam 97 yılında akademi İstanbul'da Önder Foça'nın Caz Ensemble derslerine katıldığım sırada Önder Abi’nin benim çalışımı ona benzetmesiyle oldu. Ben o sıralarda daha modern müziklerle ilgileniyordum 2010 yılına kadar. O yıl Nardis, Django Reinhart’ın 100. doğum yılı nedeniyle özel bir konser yapmamı istedi ve ben de repertuvarı oluştururken birkaç alaturka parça koydum ve her şey o yıllarda başladı.
Müziğinizi tanımlarken “kendi sesim” diyorsunuz. Bu artık yaptığınız müziği bir parçanız olarak gördüğünüzü düşündürtüyor. Müziğin iletişime etkileri nelerdir sizce?
Müzik şüphesiz ki bir iletişim aracı fakat ne anlattığını herhangi birimizin tam olarak bildiğinden emin değilim. Herkes kendince bir şeyler hissedip, o hisleriyle hayal kuruyor ve müzik ona neyi düşündürtüyorsa o dünyada anlık bir illüzyon yaşıyor. Ben hikâyemi gitarımla anlatıyorum ve ortak bir nokta yakalayabildiğim dinleyicilerle de bir köprü kurmuş olabileceğimizi düşünüyorum.
Yakın dönemlerde gerçekleşecek başka etkinlikleriniz ya da proje çalışmalarınız olacak mı?
Bir süredir Manouche A La Turca ile uğraştığım için sanırım önümüzdeki süreçte çok fazla yeni proje üretmeyeceğim, en azından bir yıl kadar. Daha fazla konserlere ağırlık vereceğim ve belki birkaç şarkıcı arkadaşımla ortak çalışmalar yapabilirim.
*Styling: Beril Kın