04 EYLÜL, ÇARŞAMBA, 2019

“İçeri Girdiğinde Yalnız Hissetmediğin Bir Dünya: Biraderler Cabaret”

On dokuzuncu yüzyıldan unutulmaz bir sahne sanatını Pink Floyd, Beatles ya da Daft Punk’la hayal edin. Nasıl görünüyor, zor değil mi? Eğer edemiyorum diyorsanız yanılmaya hazır olun çünkü Biraderler Cabaret tam da buna hazırlanıyor. Biradeler Yapım tarafından sahnelenen, yapımın kurucusu Arda Aydın, ekip arkadaşları Mert Yavuzcan ve Anıl Altınöz’ün rol aldığı kabare, üç yapımcının müzikli bir oyunu gerçekleştirme çabasından yola çıkıyor. Biraderler Yapım’ın kurucusu Arda Aydın ile Biraderler Cabaret ve sahne sanatlarında kabarenin yeri hakkında sohbet ettik.

“İçeri Girdiğinde Yalnız Hissetmediğin Bir Dünya: Biraderler Cabaret”

“Israr etmek, devam ettirmek. Hikâyenin aslı bu.” Söyleşinin bir noktasında bu sözleri duydum kendisinden. Arda Aydın’ın devam ettirdiği, ısrarla gerçekleştirdiği daha pek çok proje var. Biraderler Cabaret ile başlayan yolculuğunda, Shakespeare’in unutulmaz eseri Bir Yaz Gecesi Rüyası’nı Aleksandar Popovski yönetmenliğinde bir kabareye dönüştürdü. Sen Yaz Ben Oynarım, çocukların oyunu olarak Türkiye’deki çocuk-tiyatro ilişkisine deneyimlenmemiş bir kapı açtı. “Premium Back Stage” izleyiciyi kulise ve sahne arkasına taşıdı, Çocuk Genç Sanat Tiyatro, otizm tanılı çocukları tiyatro sahnesiyle tanıtıştırdı ve hepsi kendi oynadıkları oyunun ışığında bir kez daha parıldadı. İlelebet,Atatürk ile ilgili sahnelenen Türkiye’deki en büyük yapım ve en pahalı prodüksiyonlardan. Kültürü değiştirmenin gerekliliğine inanan Arda Aydın ve Biraderler Yapım, ilk yapımları Biraderler Cabaret, bizlerle buluşurken içeri girdiğimiz an yalnız hissettirmeyen, yenilikçi bir sahne kapılarını aralıyor.

Arda Aydın Biraderler Yapım, üç senedir farklı başlıklar altında Türkiye tiyatrosuna kabare kültürünü aşılıyor.Biraderler Cabaret ile başlayan bir yolculuk söz konusu. Biraz bu oluşumdan ve nasıl şekillendiğinden bahsedebilir miyiz? 

Arda Aydın Biraderler Yapım, 2016 yılında, daha doğrusu ben Şehir Tiyatroları’ndan atıldığım zaman başladı diyebilirim. Aynı dönemler “3’ün 1’i” adlı bir YouTube programı da başlatmıştım, o da çok meşhur olmuştu o ara. O dönemler daha az popülerdi YouTube ama “3’ün 1’i” bize çok büyük getiriler sağlamıştı. Biraderler Cabaret’ye gelince, o dönemler Şehir Tiyatroları’ndan atıldığım için bir şeyler yapmam gerek diye düşünmüştüm çünkü politik anlamda sözünü söyleyebildiğin yegâne sahneleme biçimi kabare. Bunu sanatsal bir hicivle (taşlamayla) yapabiliyorsun orada. Müzik var, dans var, şov var, oyun var, her şeyin bir arada olduğu bir yapı kabare. Fakat müzikalden farklı, doğaçlama olarak giden bir sürece sahip. Bir ana hikâyesi var ve o hikâye doğaçlama şekilleniyor. Biraderler Cabaret’de 3 yapımcının hikâyesini ele aldık. Oyun gereği 3 yapımcı, bir oyun ve bu oyuna yönelik seçmeler yapmaya başlar. Müzisyen, oyuncu ya da dansçı seçmeye çalışan yapımcılar, gelen hiç kimseyi beğenmez ve en sonunda kendileri çıkıp oynamak zorunda kalır, oyun da o şekilde biter. Kendimiz oynuyoruz karakterleri, 4 kişiden oluşan bir müzisyen ekibimiz de var. Oyuncular Mert Yavuzcan, Anıl Altınöz ve ben; müzisyenler de Orçun Tekelioğlu, Şafak Kocadağ, Doruk Bora ve Bilal Nazlıgül’den oluşuyor. Orçun aynı zamanda bizim orkestra şefimiz ve müzik direktörümüz. Orada sıkı bir çalışma var çünkü bilinen şarkıları yeniden yorumladık ve piyasada da “Biraderler Cover”ı denilen, o şekilde bilinen bir şey var şu an. Güzel coverladık ve güzel düzenlendi şarkılar. Nasıl şekillendiğinden bahsetmek gerekirse ben tiyatrodan atılınca yola bildiğim insanlarla devam etmeye karar verdim. Oyuncu ve müzisyen arkadaşlarım, aynı zamanda dans da edebiliyorlar. Ben de onları bir araya getirdim ve bir prova sürecine başladık. Tamamen benim atılmamla başlayan bir süreç. Sekiz yaşından beri içindeyim bu işlerin, 30 küsur yıllık bir tecrübem var. O zamandan bu zamana getirdiğim tecrübeyi artık kendi işim olarak insanlara sunmam gerekiyordu. Çok yoğun, 17-18 senelik bir Şehir Tiyatrosu geçmişim de var. O tecrübeyi de bir şekilde bunun içinde eritmem gerekiyordu. Bir araya getirdiğim insanların hepsi Şehir Tiyatrosu’ndandır bu arada. Böylelikle Biraderler Cabaret’yi yapmaya başladık ve sonrasında aklımda hiç olmayan Arda Aydın Biraderler Yapım oluştu. Böyle başladı hikâyemiz ve hâlâ da devam ediyor. Üçüncü sezonu bitirip dördüncü sezona girdiğimize inanamıyorum. Buradaki asıl mesele şu; Biraderler Cabaret’nin bu kadar uzun süreceğini düşünmüyordum. Israrcı olmak, devam ettirmek yatıyor bu işin temelinde. Hikâye tamamen bu aslında ve ben ısrarcı olup hep devam ettim. Hemen hemen hiç seyircinin gelmediği günler de oldu çünkü seyirci kabarenin ne olduğunu bilmiyordu. Kabare, bilinmeyen bir şey, yakın geçmişimizde var halbuki.

Biraz da riskli o hâlde ancak geçmişten gelen ve hatırlatılması gereken yönüyle de bir bakıma oldukça pozitif bir etkiye sahip. Siz buradaki riski de göze alarak işe başladınız sanıyorum.

Evet, biz risk aldık ve o dönemler kabareye başladıktan hemen sonra birkaç kabare daha oluştu.

O hâlde günümüz sahne sanatlarında kabare kültürünün yayılmasında öncü bir rol üstlendiğinizi söylemek mümkün mü?

Evet ancak devam etmediler onlar. Çünkü bu alanda izleyici, bir müşteri yoktu ve bizler onu yakalamak için bir süre beklememiz gerektiğinin farkındaydık. Biz bir süre bekledik ve o seyirciyi yakaladık. Sonrasında teklifler geldi, turneler geldi. Bu oyunu kendileri için oynamamızı isteyenler oldu çünkü hikâyenin kendisi de değiştirilip dönüştürülebilen bir yapıya sahip. Örneğin, bir şirket bizden aynı oyunu oynamamız istediğinde biz bu oyunu onların yapısına adapte edebiliyoruz. Söz konusu şirket bir süt üreticisiyse, bizler o oyunda 3 yapımcı yerine 3 süt üreticisine dönüşebiliyoruz. Bu, gösterinin en iyi tarafı adapte edilebiliyor oluşu. O zaman da ineği sağabilecek, onu besleyebilecek adamlar arıyoruz mesela. O bakımdan güzel bir hikâyesi var.

Bu noktada izleyicinin sürekli olarak yapılan işin öncesini gördüğü bir yaklaşım söz konusu. Kabareyi uyarladığınız her formatta izleyici, aslında bir tür katılımcıya dönüşüyor. Bu bağlamda işin arka planını görme ihtiyacı nereden geliyor, bunu deneyimlemek izleyici için neden bu kadar önemli?

Aslında izleyici, izleyici olarak kalmak istemiyor. Herkes her şeyin içinde olmak istiyor. Herkes her şeyin nasıl yapıldığı ve ne olduğunu görmek, oyuna dahil olmak istiyor. Normal şartlarda bir izleyici oyuna dahil olamaz, yapısı gereği oyun başlar ve biter. Burada başlangıçtan itibaren seyirci oyunun içinde. Biz izleyiciye çok fazla sataşıyoruz, fakat yaptığımız sataşmanın ötesinde, onu işin içerisine dahil etmek. Onu sahneye çıkarıyoruz mesela; 3 yapımcının oyununda oynamak için seçmeye gelen biri olarak sahneye çağırıyoruz. Zaten hiç kimse seçmeleri kazanamayacağı için o da kazanmıyor, yoksa onu da ekibe dahil etmek zorunda kalırız. (Gülüyor) Herkes bir deneyim satın almak istiyor ama kimse bu deneyimin içerisinde bir izleyici olarak kalmak istemiyor. O deneyimin içinde deneyimleyen olarak yer almak istiyor. Sonrasında başka kabarelere geldiğinde yine o deneyimin içinde olacak. Hikâye tamamen bu.

İzleyicinin katılımcıya dönüştüğü oyunlarda pek çok izleyicinin çekimser bir tavrı oluyor. Orada bulunma amacını bilse dahi yine de bu çekimserlikten ilk başta kurtulamıyor. Siz bu durumu aşmak için nasıl bir yöntem izlediniz, kabarede böyle durumlarla karşılaştınız mı? 

Tabii, ancak ısrarla üstesinden gelebilirsiniz bunun. Çekiniyor mu birileri, ben onu bir şekilde ısrarla ayağa kaldırıyorum. “Gel! Tam aradığımız tipsin sen.” diyorum ve sahneye davet ediyorum. Sonrasında değilmişsin deyip geri gönderiyorum. (Gülüyor) İşin eğlenceli kısmı bu, seyirci kendisi gibi bir seyirciyi sahnede gördüğü zaman “Tamam, ben de oyunun içindeyim” diyor ve rahatlıyor. İlk sıradakini bulmak önemli, sonrası kendiliğinden geliyor.

Arda Aydın Biradeler Yapım’ın “Yeni nesil sahne sanatları yaratıcısı” misyonu, güncel Türkiye tiyatrosuna alışıldık düzenden farklı olarak neleri kazandırıyor ya da oradaki hangi eksiği kapatıyor? 

Biraderler Cabaret ve aslında Arda Aydın Biradeler Yapım ile ilgili söyleyeceğim şey kültürü değiştirmek olur. Kültürü dönüştürmeden hiçbir şeyi değiştiremez, dönüştüremezsin. Biz bunu yapmaya çalışıyoruz. Başlangıç noktası kültürü değiştirmektir çünkü. Türkiye toplumu okumaktan uzak, merakı farklı şeylere yönelmiş bir toplumdur. Bunu aşağılamak için söylemiyorum, bir durum tespiti bu. Ben de bazen bu olumsuz tarafa yönelebiliyorum; okumadığım, okuyamadığım, daha az meraklı olduğum konular ve zamanlar da oluyor. Batıdan bizi ayıran nokta olarak moderniteyi daha geç ancak daha hızlı yakalamaya çalıştığımız için bir tür “nihai tüketici” durumuna geldik. Yani malın üreticisi değil alıcısı durumundayız şu noktada. Orada eğer kültürü değiştirebilirsek malın da üreticisi konumuna geleceğiz. Biz insanları bir şekilde bilgi edinmeye, okumaya, bu kültürün değişmesi gerektiğine ikna edersek buradan hareketle maddi anlamda kazancımız artacaktır. Kendimizi daha iyi hisseder ve dışarıda daha medeni bir hayata kavuşuruz. Başımıza gelen şeyler aslında kültür eksikliğinden kaynaklanıyor ve biz bunu değiştirmek için önce Biraderler Cabaret’yi yarattık. Öbür türlü 3 oyuncu ve 4 müzisyen olarak bir araya geldiğimizde klasik anlamda bir oyun yapıp onu da bir saat içerisinde bitirerek gişeyi toplayıp gidebilirdik. Bunu yapmamayı tercih ettik. Asıl mesele bu. Biz sahne sanatları yaratıcısı misyonunu üstlenirken Türkiye’de yapılması çok zor hatta imkânsıza yakın ne varsa onları gerçekleştirmeye çalıştık. Batı’da, Avrupa toplumlarında zaten pek çok şey kolayca ve kısa sürede yapılabiliyor çünkü olanakları, özellikle de mali olanakları bizden oldukça fazla. Burada iş şuraya geliyor; misal, Türkiye için çok büyük bir meblağ olan 500.000 lirayı tutup da bir sahneye yatırmaz kimse. Bir yapımcı, belki de çok ünlü insanları bir araya toplar ve şehrin göbeğindeki en büyük salonu tutarak bir tiyatro oyunu oynatmadan , yalnızca bir müzikli oyunla, o insanları görmeye gelecekler için böyle bir yatırım yapabilir. Bu mantıkla hareket edip oradan para kazanabilir. Fakat çok büyük bir miktar olan “x” tutarındaki bir miktarı sahne sanatlarına yatırmak demek aslında yeni nesil bir sahne sanatına çıkan kapı açmak demektir.İlelebet…Bir Atatürk Hikâyesi,Türkiye’de Atatürk’e ithafen yapılmış en kapsamlı, en büyük prodüksiyon. Kabare kültürünü yeniden canlandırdık. Bir Yaz Gecesi Rüyası, yapılması imkânsız görünen ancak sahneye taşımayı başardığımız bir hikâye. Pencere, Çocuk Genç Sanat Tiyatro (ÇGST)’nun çatısı altındaki tiyatro oyunumuz, otizm tanılı çocuklarla sahneye çıktığımız ve hepsinin gayet iyi oynadığı bir müzikal gerçekleştirdik onlarla. Sen Yaz Ben Oynarım, daha önce Türkiye’de yapılmayan bir işti, bir çocuğun yazdığı, dekorunu yaptığı bir başka oyun daha yok burada. Çocuk oyunu demiyoruz, çocukların oyunu dediğimiz bir oyun o. Dışardan getirdiğimiz bir format, ilk defa biz yapmıyoruz aslında. Chicago Improvisation Theatre adındaki çok ünlü bir ekibin yarattığı bir format. Çocuklar sana söylüyor, sen onlar ne diyorsa ona göre oynuyorsun. Eksiliği kapatan kısım bu, yapılması imkânsız görüneni, yapılmayanı yapmaya çalışıyoruz biz. Ya da finansal olarak yapımcının kendisini tatmin etmeyeceğini düşünerek kaçtığı şeyi yapıyoruz; kaçmadan. Çok az insandan destek alarak yapıyoruz bunu. Kendi cebimizden koyuyoruz. Ortağım İdil Türkmenoğlu ve ben, kendi cebimizden yapıyoruz tüm bunları.

Arda Aydın Biradeler Yapım (AABY) ekibinde kimler yer alıyor? Teknik ekip ve oyuncu kadrosuna katılmak için hangi koşullar aranıyor? 

Biraderler ekibinin içerisinde oyunlarda oynayanlar, teknik ekip (ışıkçılar-sesçiler-sahne teknisyenleri) derken 130’a yakın kişi yer aldı bu zamana kadar. Bir buçuk, neredeyse iki sezon boyunca Biraderler ekibi 20.000 küsur bilet satmış ki bu çok büyük bir sayıdır. Çok ciddi bir girdisi ve çıktısı var bu işin. Biraderler Yapım’da ortağım İdil Türkmenoğlu yer alıyor. Beraber yapıyoruz bu işleri ancak Biraderler Cabaret’ye başlarken tek başımaydım. Bir Yaz Gecesi Rüyası’nı yapmak istiyordum çok, o nedenle İdil Türkmenoğlu’na bir teklifte bulundum ve böylelikle ortak olduk. Bulut Güneş, Nejat Yıldız ekibimiz. Harun Karaburç basın ve iletişim danışmanımız. İş geliştirme ve satış pazarlama için de 3-4 arkadaşımız bulunuyor. Genç bir ortak yapımcımız var, ismi Oğuz Alp Kutluğ. Kendisi 23 yaşında ve “Benim belirli bir bütçem var, bu oyuna para yatırmak istiyorum!” diyen biri. Bir Yaz Gecesi Rüyası’nı yapabilmek için yaptığımız yeniliklerden biri olarak internet sitemize “Hayal Ortakları”adında bir bölüm kurmuştuk. Çok az insan okumuştu ancak doğru hedefe ulaşmışız ki Oğuz Alp de o yazıyı okuyanlardan biriydi. Bu oyunda yapımcı olmak ve işi öğrenmek isterse oturup konuşabileceğimizi söyledim. Şimdi hem ortak yapımcımız hem de çeviri biriminin başında yer alıyor kendisi. Ben, İdil Türkmenoğlu ve ekip içerisindeki herkes bu yolda bir sahne sanatları şirketi nasıl olur, bu şirkette neler yapılır bir şekilde bilgi sahibi olduk. Şu an çok profesyoneliz ve hiçbir organizatöre ihtiyaç duymadan, kendi organizasyonlarımızı kendimiz yapıyoruz.

“Hayal Ortağım” sekmesinden biraz daha bahseder misiniz?

Biz internet sitesini kurarken Bir Yaz Gecesi Rüyası’nı gerçekleştirmek için destekçiler ve hayal ortakları adı verilen bir sekme açalım dedik. Bu sekmede insanların oyunumuza her anlamda katkı verebileceği bir alan yaratmak istedik. İlla para değil; mesela biri sahne dekorunda yer alacak kumaşları satın almayı teklif edebilirdi. Bu çok iyi bir şey ve maliyeti düşürdüğü için oyunun sürdürülebilirliğini sağlıyor. Dünyadaki tüm yapımcıların yaptığı ortak şey, kendi cebinden para koymamaktır aslında. Başkasının parasını ortaya koyarsan sen gerçek bir “yapımcı”sındır fakat biz öyle yapmadık. Biz kendi paramızı ortaya koyduk ve yapımcı olanların %99’u bizim yaptığımıza “aptallık” gözüyle baktı. Fakat şu an sekizinci işimizi çalışıyoruz, aptal olsak böyle bir şeyi asla gerçekleştiremezdik. O sekme, Bir Yaz Gecesi Rüyası için oluşturulmuştu ve amacına oldukça iyi hizmet etti diyebilirim.

Bir Yaz Gecesi Rüyasıoldukça ilgi gören bir oyununuz. Orman sahnesi için kilometrelerce kırmızı perde kullandığınızı da özel olarak belirtmişsiniz. Nedir bu kırmızı perdenin sihri, oyuna nasıl bir yaklaşım getiriyor?  

Bir Yaz Gecesi Rüyası’nın en önemli özelliği çok iyi oynanan bir oyun olmasıydı, bu gerçekten ilk sırada yer alıyor. Şehir Tiyatrosu’ndaki versiyonunda biz o oyunu çok iyi oynayan bir ekiptik ve insanlar o ekipten de etkilenerek sahnelediğimiz oyunu görmeye geldiler ilk etapta. O kırmızı perdelerin nasıl hareket ettiğini ve nasıl efektler yapıldığını görünce de izleyici büyülendi fakat buradaki asıl hadise, Bir Yaz Gecesi Rüyası’nın yönetmeni Aleksandar Popovski’nin tasarımı ve oyunu nasıl kabarevari bir hâle getirebileceğini çözmesinde yatıyor. Bu oyun Shakespeare’in yazdığı en enteresan sahne eseri. Bu eseri dönem oyunu ya da bugüne taşıyarak da, hızlı ya da yavaş biçimde oynayabilirsin. Aleksandar, bu oyunu hızlandırarak kabarevari bir hâle getirdi ve çok işimize yaradı bu durum, güne ait pek çok şeyi esere ekleme şansı elde ettik. Zaten Aleksandar’ın tasarımı da bu yöndeydi.

Güne dair pek çok şeyi katabildik dediniz, onları biraz daha açabilir misiniz?

Mesela günümüzde çok iyi bilinen bir pop şarkıyı, oyunun belki de en alakasız yerine dahil ederek o esnada söyleme imkânımız oldu. Aşk ve rüyalar üzerine enteresan bir komedi ve sahnede tuhaf tuhaf insanların gezdiğini düşünün, gerçekten çok komik. Shakespeare bu oyunu ve insanları görse, oyunu kendisinin yazmadığını iddia edebilir fakat biz Shakespeare’in yazdığı oyunun kendisini oynuyoruz. Bir sürü şey var bugüne dair, mesela kostümler oldukça güncel. Şık, oturaklı kıyafetler seçtik ama. Öte yandan dekor, perdeler var güne dair olan. Belirli bir düzenek içerisinde hareket edebilen bir yapıya sahip. Dekor durduk yerde hareket etmeye başlıyor çünkü yukarda motorlu bir sistem var. Bunlar zaten çok büyük maliyet ve ciddi bir çaba gerektiriyor, onu yaptırmak ayrı dert malzemesi ayrı dert açıkçası. Dekoru yukarı asılan tek oyun bu, oynayacağımız yerlerde mutlaka bir bar konstrüksiyonu olmak zorunda. Aksi takdirde oyunu oynayamayız. Konserlerde vardır dört ayaklı trussslar, biz de oyun için onları kurdurmak zorundayız mesela. Çok maliyetli bir oyun olmasına rağmen, bir kurum tiyatrosunun bile 30-35 oyunu zor götüreceği bir ortamda biz 43. temsilimizi gerçekleştirdik. Sonrasında bu 30 kişilik bir ekip, dev bir dekor ve kostümlerle turnelere çıktık. Hiçbir şey olmasa bile yalnızca o 30 kişinin bir yerden bir yere taşınmasını hayal et. Bunlar gerçekten zor işler.

Oyun aynı zamanda çocuk seyircilerle de buluşmuş bir yapım. İki seyirci arasında nasıl farklılıklar vardı, bu farklılık oyuna nasıl yansıdı? Nasıl dönüşler aldınız? 

Normalde bir Shakespeare oyunu çocuklara izletilmez mi, elbette izletilir fakat çocuk için çekici olan bir şey değildir o oyunlar. İngiliz edebiyatı, tiyatro tarihi ya da dünya tiyatro tarihi gibi alanlar bir çocuğun özel ilgisidir ve o çocuk Shakespeare izlemek istediğinde sen elbette ki izletirsin. Buradaki esas hikâye şu; kabare tarzına yakın bir oyun olduğu için Bir Yaz Gecesi Rüyası, çocukların eğlenebileceği bir sürü öge barındırıyordu içinde. Komik karakterler var bir kere ve küfretmiyor kimse. Fakat küfürden kastım şu; küfür yeri geldiğinde kullanılması icap eden bir şeydir çünkü onun yerini karşılayabilecek bir kelime yoktur. Ama edepsizlik, arsızlık ve ahlaksızlık üzerine kurulu bir şey değil söz ettiğim, küfür öyle bir yapının içinde olmadığı sürece kullanılabilir. Bizde öyle bir durum yok, Bir Yaz Gecesi Rüyası’nda bir çocuğun dışarda görebileceğinden bile çok daha hafif bir yönü var oyunun. Çocuklar için ne yapabiliriz diye düşündük ve Batı’da yapılan bir yöntemi biz de denemeye karar verdik. Bir çocuk Batı’da tiyatro izlemeye gittiği zaman onlara birtakım broşürler verilir. Bu broşürlerde oyuna yönelik sorular, bulmacalar ve bir takım düşündürücü içerikler yer alır. Biz bunlardan yaptık çocuklar için. O çocuklara oyuna girmeden önce, izledikten sonra buradaki sorulara cevap vermelerini ve onun bir tür oyuncak olduğunu belirttik. Oyunun bitiminden sonra tüm çocukları sahne arkasına geçirdik ve oyuncu ekibiyle tanıştırdık. Onlara sahne arkasını, oyundaki dekorları ve nasıl çalıştıklarını gösterdik. Elbette ki çok hoşlarına gitti çünkü bu şekilde onların hayal dünyalarını geliştirmiş olduk aslında. Çocuklara en büyük artısı bu oldu ilk olarak.

​Bir diğer önemli noktaysa oyunu pazar günleri de oynamış olmamız. Pazar matinelerini yeniden başlatmış olduk aslında. Bu kararla çok iyi bir şey yaptığımızı fark ettik çünkü çok çok olumlu dönüşler aldık ve her pazar kapalı gişe oynadık. Çocukların aileleri gelip teşekkür ettiler bize. Onlarda bir şey başlattı bu daha sonraki bir işi merak edecek hâle geldiler.

“Premium Deneyim/Backstage Pass” biletleri oldukça ilgi çekici. Tiyatro seyircisi ile oyuncuları oyun sonrasında ve sahne arkasında bir araya getiriyorsunuz. Bu uygulamadan ve izleyicinin oyunla-oyuncuyla kurduğu ilişkide size göre niçin ve nasıl bir katkı sağladığından bahseden misiniz? 

“Premium Deneyim/Backstage Pass” enteresan bir şeydi çünkü böyle bir şey Türkiye’de daha önce hiç yapılmadı. İngiltere’de, Amerika’da ya da Fransa’da bir tiyatroya gittikten sonra kulisin kapısında beklemek söz konusu bile olamaz. Bu her anlamda tehlikeli ve sakıncalı bir şey. Peki dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir şey neden benim ülkemde mevcut? Yani bir izleyici neden bir oyuncudan imza alabilmek için soğukta 45 dakika söz konusu kişiyi bekliyor ve üstelik o kişi de kulisin arka kapısından çoktan çıkıp gitmiş oluyor? Bunun yerine bir sistem getirelim ve kendimize yeni nesil sahne sanatları yaratıcısı diyorsak sahne gerisinde de yenilikler yapalım istedik. Böylelikle “Premium Deneyim/ Backstage Pass”i satalım dedik. Amerika’da yapılan bir şey bu. oyuncular ödeyeceğin bir ücret karşılığında seni sahne arkasında bekler ve izleyici oyuncularla tanışma imkânı bulur. Biletix’te böyle bir seçenek yoktu ve biz onlara bunu açtırmak için gerçekten çok uğraştık. “Sahne arkasına geçmek için neden para veriliyor ki?” şeklinde bir cümleyle karşılaştık. Bu özel bileti satın alan kişiye bir kere sahne arkasını tanıtıyor ve ona dekorlar hakkında bilgi veriyoruz. Ayrıca oyunculularla çok medeni bir ortamda çayı, kahvesi ya da varsa içkisini içerken sohbet edebileceği bir alan yaratıyoruz. Aslında en önemli noktalardan biri de kimsenin kimseden kaçmak zorunda hissetmediği bir atmosferde, tüm bunların gerçekleşebiliyor olması. Bunu sağlarken bir deneyim satıyoruz ve orada yeme içme masraflarını da seyirci yerine biz karşılamış oluyoruz. Çünkü bir oyunu izlemeye gelen seyirci kapanışın ardından bir yerlerde bir şeyler yemek içmek ister. “Premium Deneyim/ Backstage Pass” bileti alan izleyici için biz bu ihtiyacı zaten karşılamış oluyoruz. Nitekim hepsine değdi ve biletler çok da iyi sattı.

Çocuk Genç Sanat Tiyatro, AABY’ın inisiyatifi olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca otizm tanılı gençlere yönelik tiyatro atölyeleriniz de bulunuyor. Bu yapının hazırlık süreci, aldığınız tepkiler ve projenin size dönüşü nasıl oldu? 

Bir Yaz Gecesi Rüyası’nın başlamasından hemen sonra, tiyatroya yönelik çocuk yetiştirmenin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladık. Bizim de çocuk oyunculara ihtiyacımız olan zamanlar oluyor ancak bakıyoruz ki gerçekten bu sayı çok az. Bizim yaptığımız işte tanıdığımız çocuk oyuncular var, onları çağırıp da oynayabilirdik ama neden biz kendi koşullarımızda çocukları yetiştirmiyoruz dediğimiz bir noktaya geldik. Dışarının koşullarında maddi yön daha ön planda. Mesela yaratıcı drama kurslarını örnek alalım. 0-5 yaş, 5-12 yaş gibi kategorileri bulunuyor ki 0 yaşında birine ne öğretebilirsin o çok ayrı bir konu. O kurumların bazısı çok iyi ama dediğim gibi, temelinde maddi bir kaygı yatıyor bir çoğunda. Bizim avantajımız, iki ortak olarak, dışarda yaptığımız işlerden elde edilen kazançları bu alan koyduğumuzda, kimseye ihtiyaç duymadan bir sürdürülebilirlik sağlamış olmamız. Hatta çocuk eğitme işini hiç kimseden para almadan gerçekleştirebiliyorduk. Elbette ki oraya gelen çocuklar yalnızca eğitim alıp gitmiyorlar. Oraya girdikleri andan itibaren sabah kahvaltısıyla başlayıp diğer tüm insani ihtiyaçlarını ücretsiz karşılıyoruz. Maddi katkı olarak çocukların velilerinden yalnızca tek bir şey istedik. Eğitmenlerin, derslerin, yeme-içme masrafları tarafımızca karşılanırken günün sonunda onların da yapması gereken ancak piyasa bedelinin neredeyse 5-10 katı daha az olan bir ücret talep ettik. Çocuğun yediği bir sabah kahvaltısını karşılamasını istiyoruz en azından. Pek çok veli bunun çok daha ötesinde şeyler yapmak istiyor. Çocuk Genç Sanat Tiyatro’nun sahnelediği Pencere oyunu başladığında velilere söylediğimiz bir şey oldu. Bu oyunun Bir Yaz Gecesi Rüyası’ndan hiçbir farkı yoktu bizim için. Fakat bunun tanıtımı konusunda kendilerinden yardım istedik ve onlar da buna sonuna kadar destek oldu. İlk gün kapalı gişe oynadık mesela. Bir toplanma alanı yaratmış olduk. Elinde keki, dolmasıyla gelenler oldu. Çocukları yedirip içiren aileler vardı çokça. Elbette ki bu çalışmaları Moda’da yapmak büyük bir artı oldu bizim için. Biz her şeyi yapmaktan ve karşılamaktan mutluluk duyuyoruz fakat en nihayetinde dara düşebileceğimiz olası anlar için de yanımızda güvenebileceğimiz insanlarla bu yola devam etmek istiyoruz. Velilerden aldığımız ücretin karşılığı da bu aslında.

Trainspotting belirli bir bütçe hedefi olan, katılımcıların desteğiyle gerçekleşecek bir proje. Ferman Akgül ve ekibinden Kaan Demirci’ye kadar farklı disiplinlerdeki sanatçıları bir araya getiren bir tiyatro projesi bu. Hazırlık sürecinden ve şu an hangi aşamada olduğunuzdan bahseden misiniz?

Trainspotting, sert ancak underground kültürü yansıtan çok güçlü bir roman. Irvine Welsh’in kaleme aldığı roman, 1991 yılında ünlü yönetmen Danny Boyle ile başrolünde Ewan McGregor’un yer aldığı bir filmle bireyin hayata dair seçimleri üzerine odaklanıyor. Hayatı mı seçeceksin yoksa kendini zincire bağlayacak başka şeylere mi yöneleceksin? Mesela, ev kredisini mi yoksa hayatın kendisini mi seçeceksin? Birincisi, hiçbir şeye bağlı olmadan, seni bağımlı hale getiren şeylerden uzakta yaşadığın bir özgürlük var. İkincisiyse seni bağımlı kılan bir özgürlük ortamında yaşama alanın var. Trainspotting’in hikâyesi kısaca bu ve senden hayatı seçmeni istiyor aslında. Seksenlerin sonunda yazıldığında underground kültürün oldukça revaçta ve yükselişe geçtiği bir dönemdi. Bukowski’yi deneyimlemiş bir kitle vardı o zamanlarda. Bu underground kültürü bilen ne kadar insan varsa, Trainspottingfilme çekildiği zaman onların ilgisi ve bilgi birikimi sayesinde bugün bir kült hâline gelmiş durumda. Ancak underground kültürü anlattığı için sakıncalı görülen bir durum da vardı orada. Şu an herkesin çok iyi bildiği ve bildiği hâlde merak ettiği bir yapım hâline geldi. Benim hayatımda da çok önemli bir yeri vardı, o yüzden özellikle yapmak istediğim bir şeydi. Ben Trainspotting’i gençlerin oynayabileceği bir şey olarak başlattım ve sonrası da çorap söküğü gibi geldi. Bu proje bizi o dönemler bu filmi çok iyi özümseyen insanlarla bir araya getirdi. Mesela Kaan Demirci’nin çizimleri dahil oldu bu sürece, onun aracılığıyla Ferman Akgül ve Manga’yla tanıştık. Birçok disiplini bir araya getiren bir yapım olarak Trainspotting’i günümüze taşıyoruz aslında. O artık 80-90’larda bildiğimiz Trainspottingdeğil. Bu zamandayız ve bu zamandaki insanlar hâlâ aynı ve güncelliğini koruyan o meselelerle uğraşıyorlar. Öte yandan Manga, oyun içerisinde tüm şarkılarını doğaçlama coverlıyor ve oyun içerisinde her şey dev ekranda, canlı olarak çiziliyor. Oyun süresi içerisinde oyunun kendisi, müzik, animasyon çizimlerinin hepsi canlı olarak yapılıyor ve oyun sonunda animasyon, bir ürüne dönüşüyor. İster bir kağıda istersen de bir tişörte bastırabiliyorsun onu. Manga, bize oyun için bir şarkı yapacak ve o şarkının kaydı tüm online mecralara yüklenecek. Yani iki saatlik oyun bitiyor ama oyun bittikten sonra hemen yüklendiği için orada iki saatlik oyunun tüm performansını görebiliyorsun. Bir sonraki oyunda oyuncular başka bir oyun oynuyor olacak, Kaan başka bir şey çiziyor ve Manga başka şarkılar üretiyor olacak. Ancak oyun aynı. Bütün hikâye doğaçlama ve buradaki asıl mesele bir oyunun ürüne dönüşmesi. Üründen kastım şu; kupasından rozetine, tişörtten sticker’ına kadar tamamıyla Trianspotting’e özgü ürünler serisi.

Metalaşma ve ürün arasında ince bir çizgi var ama değil mi?

Tabii ki. Bir kişi Kaan Demirci’nin çizdiği bir animasyonu sevdiği bir şeyin üzerine bastırdıysa bu bir tek onda vardır ve tekrarı da yoktur. Çünkü bir sonraki oyunda o şekil yok ve olmayacak. Biricik bir deneyim veriyoruz aslında. Bu bağlamda ben bilet fiyatlarına da değinmek istiyorum, bilet fiyatlarının düşük olmaması aksine yüksek olması gerektiğini düşünenlerdenim. İnsanlar geldiği zaman hakikaten değiyormuş diyecekler çünkü. Trainspotting, 2019 Kasım sonunda, 42 Maslak’taki Ininal Espor Arena’da izleyiciyle buluşacak. Orası Trainspotting’in yegâne ve ana sahnesi olacak, üstelik çok az sayıda oynayacak. Üç ayda maksimum altı temsil yapacak gibi görünüyor, sonrasını planlayacağız elbette.

Son olarak Maslak’ta tiyatro izleyicisinin çok seçeneği yok, bu bağlamda 42 Maslak önemli bir rol oynuyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? 

Maslak bölgesinde yaşayan çok fazla insan var, uyuyan da çok insan var. Ne demek istiyorum? Yani orada gerçekten yaşayanlar bir de sadece uyumaya giden insanlar var aslında. Hem çalışıyorlar hem de iş çıkışında sadece evine gidip yatmayı tercih ediyorlar mesela. Ya da onlara daha cazip gelen “çeşitli etkinliklere” katılıyorlar. Bu insanlara daha farklı şeyler deneyimleyebilecekleri daha farklı mekânlar arz ettiğin zaman, onların düşüncesini değiştirebileceğin yeni işler de yaratman gerekiyor. 42 Maslak içerisindeki İninal Espor Arena’nın temel hedefi bu olmalı. “Biz orada bir sahne açtık, belki gelirsin” gibi değil de “Biz orada bir sahne açtık ve gerçekten çok acayip şeyler yapıyoruz” gibi söylenmeli bazı şeyler. Burada Transpottingvar mesela Biraderler Cabaretvar. Tiyatro Kedi’nin oyunlarını görebilirsiniz. Haldun Dormen’i sahnede görebilirsiniz ki bu çok çok kıymetli bir şeydir. Bir sahne, bir salon yapmak gerçekten çok büyük yatırımlardır. Bu kadar büyük yatırımlar yapan insanların yalnızca iki üç insan kendini ikna edemeyip gelmedi diye bu salonları kapatmasını düşünemeyiz bile. Orası artık yaşayan bir mekân, canlı bir organizmadır hatta. O organizmanın içinde senin olman gerekiyor çünkü insanın ilk vasfı sosyalliktir. İnsan sosyal bir varlıktır ve bu yönünü devam ettirdiği sürece mutlu ve huzurlu yaşamaya başlar. Sahnede yalnızca bir şey izlemeye gidilmez. Konser dinlemeye gidersin, film izlersin, konuşma dinlemeye gidersin ve büyülenirsin. Bir sahnede bir şey başladığında, o salona girdiğin anda sen beş dakika önceki insan değilsindir. Ufkun genişler bir kere. Bu anlamda yapılan yapıya sadece bir bina gözüyle değil, bir yaşam alanı olarak bakmak gerekir. AVM’lerden bahsetmiyorum onlar gelir ve mallarını satar. Ben mal değil bir ürün satıyorum. Bir oyun bir üründür artık çünkü bir parayla finanse edilebilen hâle dönüşmüştür artık. Mal değildir çünkü onu elinle tutamazsın. Görür, duyarsın ve sana bir his, duygu verir. O nedenle bir mal değil, üründür ve ikisi arasında çok büyük farklar vardır. Bir sahnenin yapımı bu kadar zor ve insanın sosyalleşmesi bu kadar kolay bir şeyken ikisini bir araya getirdiğimizde orada bizimle veya başka bir toplulukla hemhâl olmayı denemeliler. Çünkü ondan vazgeçemeyecek ve belirli bir yerden sonra bu durum onun hayatı, yol çizgisi olacak. Yalnız hissetmezsin bir kere, insan bir salona gittiğinde yalnız hissetmez kendini. Hele ki 42Maslak gibi UNİQ Hall gibi yerlerde. UNIQ Hall benim ilk sahnem ve ana sahnem. Böyle yapıları kurmak ve devam ettirmek kolay değil. İnsanlar bir şekilde buralara gelip bu mekânların yaşamasını sağlamalılar.

Son olarak Yazılmış Tüm Mektuplar başlığını taşıyan yeni albümünüzden bahsedelim mi?

Biraderler’de yalnızca tiyatro üzerine çalışmıyoruz biz, müzik gibi farklı disiplinleri bir araya getiren bir yaklaşımımız var. Diğer disiplinler de Biraderler’in içine girecek ama müzik onlar içerisinde ilk giren oldu. Ben senelerdir müzikle hemhâl oldum; müzisyenlik de yaptım şarkıcılık da ve bunlardan para da kazandım. Fakat tiyatronun çok yoğun olduğu zamanlarda müzikten biraz uzaklaştım. 2018 yazında Orçun Tekelioğlu ile bu zamana kadar yazdığım tüm şarkıları toplayıp bir albümde bir araya getirdik. Yazılmış Tüm Mektuplarismini verdik albüme çünkü hepsi, zamanında yazmış olduğum mektupların bir araya gelişinden oluşuyor. Bazıları aynı kişiye iki üç kez yazılmış mektuplardan oluşan şarkılar oldu. Haziran 2019’da dinleyicilerle buluştu ve gerçekten içime sinen, etkili bir çalışma oldu. Çok insan dinledi ve çok insana ulaştı. Şimdilerde Ekim’in başında bir lansman konserimiz olacak. Konser, UNIQ Hall Glass Room’da dinleyicilerle buluşacak.

*Arda Aydın’ın Yazılmış Tüm Mektuplar albümünü dinlemek için tıklayın.

0
8260
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage