Sattas’ın kurulduğu günden bugüne 10 yıldan fazla zaman geçmiş neredeyse. İlk stüdyo hayal kırıklığı olsa da pes etmeyip, reggae dinleyen dinlemeyen herkese kendini sevdiren Sattas geçtiğimiz günlerde Montreal Jazz Festivali’de, ardındansa Rototom Sunplash Reggae Festivali’nde sahne aldı. Bu vesileyle Sattas grubundan Orçun Sünear ile hem yaklaşmakta olan albümlerini, hem Türkiye’de reggae yapmayı hem de reggae kültürünü konuştuk.
Sattas, 2004’te kuruldu, kuruluş hikayesinden biraz bahsedebilir miyiz?
Aslında 2005 demek daha doğru yani 2004’te konuşuldu ama 2005’te kuzenim Derya Eke ile beraber kurduk. Ben önceden davul çalan bir müzisyendim. Çok amatör ama. Sonra evde dinlerken, çalışırken gitar eşliğinde bir şeyler denemeye başladık. Reggae dinliyorduk sürekli. Stüdyoya girsek mi dedik; Aybar Aydın, Derya Eke, ben ve klavyeci arkadaşımız Erdem Birgül ile stüdyoya girdik. Fakat o kadar kötüydü ki biz bu işi yapmıyoruz, hemen bitiriyoruz dedik. Korkunçtu. Ama o gece ben uyuyamadım, çünkü yapabileceğimizi hissediyorum. Sonra bir kere daha dinledik Bob Marley’i ve stüdyoya girdik. Ardından Derya, Almanya’ya gitti. Bizim sahne gibi bir planımız yoktu o dönem. Mehmet Yüzbaşıoğlu ile tanıştık. Davulda onunla beraber devam etmeye başladık, gitarda da Murat İnak. İlk resmi Sattas o. Nayah’ı kuran Osman Osman bir gün geldi ve Nayah’ta sahneye çıkartıyorum sizi dedi ve ilk konserimize çıktık.
İlk albümünüz de 2012’de çıktı. Hayli uzun bir zaman aralığından bahsediyoruz aslında. Sizce de geç diyebilir miyiz?
İki tane durum var esasında. Birincisi tembellik durumu. Ama bu işi öğrenmemiz gerekiyordu ki hala öğrenmeye devam ediyoruz. Reggae, Jamaikalılara ait bir müzik, bizim başka bir müzikal modülasyonumuz var; onların başka. Bunu da iyice öğrenmek lazım açıkçası. Öğrendik birazcık.
Nasıl öğrendiniz?
Bolca cover çaldık başta. Sonra minik cesaretle bir şeyler karalamaya başladım ben. İlk yazdığım şarkı da Savaş Bitmeli’ydi ama War is Over diye İngilizce yazdık onu. Fakat Türkçesini yapabiliriz bunun dedik. Ben hala çok korkuyorum Türkçe şarkı söylemekten mesela.
Neden?
Ağzımı yayarak söylemek istemiyorum hakikaten. Reggae çok rahat bir müzik. Ben yine de o şeyin içine giremedim. İngilizce yazmak daha kolay; çünkü İngilizceyi bozabiliyorsun istediğin gibi. Patois denilen Jamaika İngilizcesi de bozuyor bunu. Fakat Türkçe yazmaya başladık ve güzel tepki de aldık. Sonra devamı geldi. Yazmaya başladıkça elimizde materyal birikmeye başladı. Bunu kalıcı bir hale getirelim dedik. Ama şöyle bir durumumuz vardı albümü yaparız sonra herkes kendi yoluna gider diyorduk. Fakat güzel oldu bir şeyler, başkaları sevsinden de ziyade biz zevk aldık en azından. Elbette parayla ilgili bir durum da var. Çok kolay bir şey değil albüm yapmak.
Türkiye’de reggae albümü yapmak istiyoruz dediğinizde tepki nasıl oldu?
Güldü insanlar. Beni en çok kızdıran şey, “Türkiye’de bir bu eksikti siz de bu boşluğu dolduracaksınız” yorumuydu. Sanki tüm Türkiye reggae dinliyormuş biz de buradan kendimize çıkar sağlayacakmışız gibi. Ben kültürünü, düşünce sistemini seviyorum. Özünü kalp atışından almış bir müzik. Bundan güzel bir şey olamaz.
Sattas’ın kendine has bir özgürlük tanımı var. Bunu biraz açabilir miyiz?
Annemin beni büyütürken söylediği bir söz var, “özgürlük herkesin her istediğini yapabilmesi değil; özgürlük bir bireyin başka bir bireye saygı duyması demektir” diye. Biz bunu motto olarak edindik, aramızda da çok sevdik. Bunun üzerinden gidelim dedik.
Siz reggae’yi ve rasta olmayı nasıl tanımlıyorsunuz peki?
Reggae bir yaşamdır. Öncelikle kendine saygı duyman lazım. Bedenim mabedim diyorsun. Şekilden ibaret değil reggae. Rasta da bir yaşam biçimi, bir bireydir. Ben henüz rasta değilim, hala öğreniyorum. Kötülükten arınmaya çalışıyorum. Arınmaya çalışmak çok güzel bir şeymiş onu yeni yeni öğreniyorum. Ben öldükten sonra birileri söyleyince rasta olabileceğimi düşünüyorum ben. Ardımda bir şeyler bırakabildiysem, arkamdan güzel konuşabiliyorlarsa, evet ben o zaman rastayım.
Çok kalabalıksınız. Bu iki ayaklı bir durum. İlki müziğinizde jazz, ska pek çok janr iç içe geçiyor. Ama diğer yandan koordinasyon sorunu demek değil mi bu?
Koordinasyon hakikaten çok zor, provalar için bile toplanırken zorlanıyoruz; çünkü ben hariç herkes başka bir işte çalışıyor. Müzik kısmı ise çok zevkli. En başta jazz, ska, rock formları seni besliyor. Şimdi alaturka da işin içine girdi. Türkü hayatımıza girdi. Ben türkü çok seviyorum. Neşet Ertaş hayranıyımdır. Askere gitmeden önce babamın bana hediye ettiği Neşet Ertaş konseri vardı. Konserde şarkının ortasında durup “sakın meşhur olmayın” dedi. Bütün askerlik hayatım boyunca onu düşündüm. Sonra anladım ne demek istediğini. Bütün o formlar seni beslemeye başlıyor. Yakında çıkacak single Bir Ben Miyim? de göreceksiniz. Yaşadığımız toprağa Anadolu’ya döndük sonunda.
Neşet Ertaş, Aşık Veysel gibi isimleri de reggae ile özdeşleştiriyorsunuz. Halk müziğindeki aktarımdan bahsediyoruz, Türkçe söz de burada devreye giriyor aslında.
Babasıyla beraber bir eşeğin üzerinde gidip, bir şehirden aldığını öteki şehre anlatıyor, düşün. Bob Marley’den hemen önce ve onunla başlayan dönemde Kingston’da okuma yazma oranı çok düşük. İnsanlar radyo dinleyebiliyorlar. Öğrendikleri şeyi de dinleyerek öğreniyorlar. Aynı şey Neşet Ertaş için, Aşık Veysel için hatta Pir Sultan Abdal için de geçerli. Hayattan aldığını başkasına aktarıyorsun. Zaten güzel olan orada başlıyor. Halk müziğinde bu inanılmaz. Neşet Ertaş’ın Hata Benim Günah Benim Suç Benim, Yalan Dünya şarkıları bunlar çok etkileyici.
Türkçe söz yazmak konusuna gelirsek, bunu nasıl oturttunuz?
Biraz deneyimle oluyor, bir de birilerinden bir şeyleri görerek. Burçin Özdemir ve Özkan Uğur’la stüdyoya gittik. Benim için Türkiye’deki en önemli gruplardan biridir MFÖ. Özkan Uğur bizim demo kaydımızla ilgili bana sadece bir iki tane şey söyledi, şunu şöyle kullansan nasıl olur diye ve şaşırıp kaldım. Beraber yürüdüğün insanlarla aile oluyorsun. Sonra devamı geliyor. Kendimi Türkçe yazarken buldum. Buna mesai ayırıyorum ama bazen kendiliğinden de ortaya çıkıyor. Mesela Irie şarkısı kardeşimle denizde yüzerken aklıma geldi.
Sizin baya sadık bir kitleniz de var, bu nasıl bir kitle?
Bu çok ekstrem bir örnek olacak ama Grateful Dead’in “Deadhead” diye bir fan grubu vardır, grup nereye giderse onlar da oraya giderler, bizde de biraz öyle bir durum oldu. Ben konserlerde isimleriyle seslenebiliyorum artık bizi dinlemeye gelenlere. Çok ağır ilerleyen bir süreç oldu ama böyle gelişti. Ahmet Haşim’in Merdiven şiirini çok severim. Bu da benim lanetim oldu aslında, üniversiteye çok geç gittim, askere çok geç gittim… Bir yandan da çok zevkli.
Türkiye'de reggae yapmak nasıl bir şey peki?
Çok zor bir şey. Bir Ankara konserinde yarıda kesmek zorunda kaldık konseri. Birisi neden country çalmıyorsunuz dedi. Bazen yorgun düştüğüm oluyor ama bazen de kamçılıyor. 10 kişilik bir grubuz ve yürümek zorundayız. İnadımız inat. Bu ilk stüdyoya girip korkunç diye çıktıktan sonra yine de devam etmemiz gibi. 10 senede buraya gelebildik. Biz bir önden yürüdük, sonra bir sürü güzel insan olduk. Bizden önce bu müziği çalan dj’ler vardı. Osman Osman, Ras Memo, Selekta Firuzağa onların da karşılıklı desteğiyle minik bir komünle başladı. Bizden önce Türkiye’de reggae konseri oldu ama yabancı vokaller vardı hep. Türkiye’de ilk Türkçe sözlü reggae’yi Kıbrıslı Ayhan Başkal yazdı mesela. Bizimle beraber yürümeye başlayan gruplar oldu Bosphoroots, Zeytin, Koala gibi. Reggae festivalleri düzenlenmeye başladı. Türkiye’de reggae büyüyor. Beton Orman diye bir oluşum var mesela, Concrete Jungle diye bir şarkısı vardır Bob Marley’in, oradan geliyor ismi. Beton ormanda yaşıyoruz. Rastalar gibi ormanda büyüyemedik ne yazık ki, ben sürekli beton kokusu aldım. En azından Beton Orman’ın içinde içimizdeki ağacı büyütebiliyoruz artık.
Montreal deneyimi nasıldı?
Muhteşemdi. Şehrin içindeki insanlardan organizasyona kadar. Hayatımda yaşadığım en güzel deneyimlerden biriydi. Devamı da geldi, Barcelona kısmı var Rototom Sunsplash Avrupa Reggae Festivali şeklinde. Biz Montreal Caz Festivali’ne geldiğimizde şehirdeki herkes festivali biliyordu. Evsiz bir adamla Charlie Parker’dan Bob Marley’ye kadar pek çok şey konuştuk. Şehrin içinde birbirine çok yakın 5-6 festival sahnesi vardı, bir yerde konser başladığında insanlar bir anda sana doğru geliyorlar. Yalan Dünya’yı çaldık orada, seyircilerin suratındaki ifade inanılmazdı sanki her cümlesini anlıyor gibilerdi. Zaten konser sonrasında onu sordular. Bir de Bir Ben Miyim?’i sordular. Çünkü alaturka tınılar var onda.
Yeni albüm ve single hakkında konuşalım mı?
Önce single çıkacak. Bitirdik sayılır aslında teslim edeceğiz. İki single gibi düşünün, bir tarafında bizim bestemiz diğer tarafında cover olacak. Hemen akabinde ikinci cover ve ikinci bestemiz yayımlanacak. Sonra da albüm çıkacak. İkinci cover çok daha iddialı birisinin. Daha şarkıları sahnede seslendirmeye başlamadık, ben çok korkuyorum ne olacak diye çünkü ikisinin de çok fazla hayranı var Türkiye’de. Bakalım nasıl olacak ama.