03 MART, SALI, 2020

İnsana Yalnızlığı Sevdiren Bulaşıcı Tınıların İsmi: Christian Löffler

Bu yıl 5-7 Mart tarihlerinde 4. kez Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde %100 Music katkılarıyla düzenlenecek Sónar Istanbul’a konuk olacak prodüktör ve DJ Christian Löffler ile konser öncesi bir söyleşi gerçekleştirdik.

İnsana Yalnızlığı Sevdiren Bulaşıcı Tınıların İsmi: Christian Löffler

Almanya’nın gözde elektronik müzik sanatçıları arasında zirvede bulunan Christian Löffler, duyguları harekete geçirme konusundaki maharetiyle eşi benzeri görülmemiş ses manzaraları yaratıyor. Baltık Denizi kıyısındaki kulübesindeki melankolik dünyasının kapılarını 2012 yılında açtığı çıkış albümü A Forest ile insanlara yalnızlığı sevdiren Löffler ile görsel sanatlara olan ilgisi, yeni albümü ve müzikal yolculuğu üzerine söyleştik.

Baltık Denizi’ne bakan basit bir odada samimi bir şekilde müzik yapmaya başladığınızı biliyoruz. Kendi odanızda müzik yapmaya başladığınız o günlerden bugüne kariyerinizde neler değişti? Bize biraz bu yolculuğunuzdan bahsedebilir misiniz?

Müzik yapmaya çok basit bir kurulumla başladım. Yıllar içerisinde daha fazla synth’ler ve ekipman satın aldım, böylelikle stüdyom daha büyük bir hâle geldi ama tabii bu süreçte bir yandan bazı şeyleri de kaybettim. Bundan dolayı pek mutlu değildim ve donanımımı tekrar azalttım. Eğer her şey basit ve anlaşılır olabilirse düşüncelerimi daha iyi bir şekilde takip edebileceğimi öğrendim. İşin performans kısmındaysa başlangıçtan beri birçok şey değişti. Gittiğim mekânlar ve karşılaştığım kalabalıklar yıllar içerisinde arttı ve izlediğim bu yolda böyle değerli dinleyenlerim olduğu için çok şanslıyım.

Çoğunlukla tek başınıza çalıştığınızı biliyoruz. Aynı zamanda görsel sanatlar ile de müzikle ilgili olduğunuz kadar ilgilisiniz. Üretimlerinizde sizi motive eden şeyler neler?

Yıllarca sadece müziğe odaklandıktan sonra tekrar resme dönmek ve tekrar fiziksel olarak çalışmak oldukça ilham vericiydi. Tuvali düzenlemek ve renkleri karıştırmak benim için ekran ve bilgisayarlardan uzak durmama yardım eden birer ritüele dönüştü. Bir şeyler yaratmak konusunda ortak bir dürtüleri olmasına rağmen ikisi birbirinden çok farklı şeyler. Yoğun geçen 2016 ve 2017 turnelerinden sonra tekrar yaratıcılığımı bulmak için ara vermeye ihtiyacım vardı. Müzik yapmayı bıraktım ve neredeyse üniversiteden ayrıldıktan sonra bıraktığım çizim ve resim yapmaya yeniden başladım. Bu oldukça canlandırıcıydı; bu süreç boyunca sanat sergilerini ve favori ressamlarımın eserlerini ziyaret ettim, sonra kendimi de resmederek birçok müziksel fikirle geri döndüm.

Video kliplerinizi izlediğimde (özellikle Haul ve Nil) aynı bakış açısıyla çekilmiş olduğunu görüyorum. Görsel sanatlara duyduğunuz ilgiden de yola çıkarak bu video klipleri sizin çekip çekmediğinizi merak ediyorum. Eğer siz çekmediyseniz kliplerinize ne kadar müdahalede bulunduğunuzu sormak istiyorum.

Kendim de çeşitli videolar çekiyorum ama bunlar genellikle canlı performanslar ve konserlerdeki şovlar için kullanılıyor. Video klipler için çalışmalarına hayranlık duyduğum yakın arkadaşlarımla çalışıyorum. Böylelikle aslında kendi vizyonumu yüzde yüz takip ettiğimden emin olabiliyorum. Versailles, Hold albümünün ilk single’ı için videoyu Fredrik Altinell çekti. Kendisi Berlin’de yaşayan İsveçli bir fotoğrafçı ve video sanatçısı. Son şarkı The End için Oslo’dan Pernille Sandberg müzik videosunu hazırladı. Onunla birkaç yıl önce tanıştım ve ikimiz de Mare albümünün çıktığı sırada portre çekimleri gerçekleştiriyorduk. Noah isimli bir sonraki şarkı için Mishka Kornai çok ilginç bir kısa film çekecek. Kısa filmde hâlâ telefon kulübesi kullanan insanlar ile bunun arkasındaki neden ve onların hayatları yer alacak.

Instagram hesabınız da oldukça soft görünüyor. Belli bir konseptte ilerleyen hesaplardan olduğunuzu görüyorum. Sakin ve dingin bir hayatınız var sanırım, en azından kendi adıma müziğinizin böyle hissettirdiğini söyleyebilirim. Sosyal medya üzerinden dinleyicilerinizle etkileşim hâlinde olmayı seviyor musunuz?

Deniz kenarındaki bir ülkede yaşıyorum. Turne hayatımla kontrast oluşturacak bir biçimde buna da ihtiyaç duyuyorum. Dürüst olmak gerekirse bir sosyal medya hayranıyım. İnsanlarla etkileşim hâlinde olmayı seviyorum. Bunun bugünlerde bu kadar kolay olması harika bir şey. Bu aslında neden kendi dünyamı olabildiği kadar Instagram, YouTube ve Spotify gibi farklı platformlarda göstermeye çalıştığımın da bir nedeni.

2019’da Graal isimli yeni bir albüm çıkardınız. Bu albümün oluşum sürecinden biraz bahsedebilir misiniz? Nasıl bir konseptle yola çıktınız?

Graal, benim turneler sırasında yazdığım karalamalardan oluştu. Basit bir ifadeyle bu karalama defteri benim müzik hakkındaki düşüncelerimi ifade ediyor. Sadece 6 şarkı vardı, yani aslında aslında Lys gibi bir albüm için tam bir başlangıç olarak da değerlendirilemez. Geçen yıllar boyunca gerçekleşen birçok turneden sonra müzik konusunda yeni fikirler üretmekte zorlanıyordum. Ben de biraz ara vermeye karar verdim ve fiziksel sanatlara geri döndüm. Daha sonra da Graal’a eşlik eden bir dizi seri çizim yaptım. Yeniden bir şeyler çizmek ve resmetmek çok ilham vericiydi. Bu yeni ilgimle birlikte yeniden müzik üretmeye dönmüş oldum.

Youtube kanalınızda Graal albümünüzle aynı isimde bir belgesel yer alıyor ve bu belgeselde bize yaşadığınız yeri, hayatınızı ve çalışma alanınızı açıyorsunuz. Belgeseli izledikten sonra, 20 milyon nüfusu olan bir şehirde yaşayan biri olarak hayatınıza özendiğimi söylemeden geçemeyeceğim. Bu belgeselin ardındaki hikâyeyi bizlerle paylaşabilir misiniz?

Ben Graal’i düzenlerken çekimleri gerçekleştiriyorduk. Benim nasıl çalıştığımı ve Almanya’nın kuzeyindeki Mecklenburg-Vorpommern’da nasıl yaşadığımı gösteriyor. İlginç bir bilgi; videoyu Fejká adıyla müzik yapan arkadaşım Brian çekti.

Şarkılarınızı oluştururken belli bir duyguya göre mi hareket ediyorsunuz yoksa özel hikâyeleri mi var?

Genellikle bir şeyler beni düşündürür veya ilham verir. Bu bir film sahnesi de olabilir, bir sergi sırasında gördüğüm bir tablo da olabilir, herhangi biriyle yaptığım bir konuşma da. Bu bazen seyahat etmek de olabilir. Geçenlerde ilk kez Japonya’yı ziyaret ettim ve çok ilham verici bir seyahatti. Ne zaman yeni bir müzik için çalışmaya başlasam her zaman önceliğimi karalamalara veririm. Çoğu zaman çeşitli tarzlarda alt sesleri ararım. Synth’leri kaydederim ve onları çeşitli versiyonlarda denerim. Ardından bu parçaları keser ve yeni örneklemeler denerim. Başlamak için farklı bir yol olarak ağaçlıklı bir arazide yürürken duyduğum sesler veya bir filmden hatırladığım kısa sesler de ilham verici unsurlar olabilir. Daha sonra bunu kendime örnek olarak alırım ve olduğundan başka ve yeni bir şeye dönüştürmek için hareket ederim.

Daha önce de birkaç kez İstanbul’da konser verdiniz? Buradaki dinleyici kitlenizi nasıl tanımlarsınız? Dinleyicileri bu sefer neler bekliyor?

Bence bunun cevabı çok açık ama İstanbul’daki insanlar bana karşı her zaman çok iyi davrandılar. 2015’de konser için ilk kez şehre geldiğim ânı hâlâ hatırlıyorum. Çok sıcak ve yoğun bir geceydi. Bundan sonraki her gelişimde daha da iyiye gitti. İnsanlar müziği anlıyor ve seviyorlar. Her zaman çok dikkatli, aynı zamanda hevesliler. Kesinlikle en güzel performanslarımdan birkaçını İstanbul’da gerçekleştirdim. Ama bu sefer tamamen yeni bir şov gerçekleştireceğiz. Mohna benimle birlikte sahnede olacak ve onunla özel bir ışık şovu gerçekleştireceğiz. İlk kez yeni albümümden şarkılar çalmayı dört gözle bekliyorum.

Sizinle bu söyleşiyi gerçekleştirmek bizi çok mutlu etti, zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Sizi İstanbul’da göreceğimiz ve canlı dinleyebileceğimiz için çok şanslıyız. Yakında görüşmek dileğiyle!

Beni ağırladığınız için çok teşekkür ederim! Yeniden İstanbul’da olmayı dört gözle bekliyorum!

* Christian Löffler’i Sonar İstanbul’da 6 Mart 2020 Cuma saat 23.15’te SonarClub by %100 Music sahnesinde canlı izleyebilirsiniz.

0
6181
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage
yükleniyor