Danimarkalı dream-pop grubu Sleep Party People’ın kurucusu ve solisti Brian Batz ile 16 Aralık’ta sahne almadan önce bir araya geldik. Batz ile albümlerinin yaratım süreci, ilham kaynakları, yerel müzisyenlerimize olan ilgisi ve tavşan maskesinin hikâyesini konuştuk.
Sleep Party People, Danimarkalı müzisyen Brian Batz'ın bir projesi olarak başladı. Boards Of Canada, David Lynch ve Erik Satie'nin çalışmalarından ilham alan grup, kendi adını taşıyan ilk albümünü 2010'da yayımladı. İlk albümü We Were Drifting On a Sad Song (2012) ile Avrupa ve Asya turları ile dinleyici kitlelerini iyice genişletti. 2014'te dinleyicilerle buluşan albümleri Floating’in ardından şimdi de en yeni albüm Lingering’den yepyeni şarkılar ve eski hitleriyle birlikte yeniden hayranlarıyla buluşmaya geliyor. Sahneye tavşan maskeleriyle çıkan ekip yeniden rüyalarınızın fon müziklerini 16 Aralık Cumartesi günü Salon İKSV’de icra edecek.
Bugüne kadar Sleep Party People, We Were Drifting on a Sad Song, Floating ve Lingering olarak dört albümünüz mevcut. İlk albümünüz We Were Drifting on a Sad Song’dan son çalışmanız Lingering’e kadar nasıl bir müzikal değişiklik yaşadınız?
We Were Drifting on a Sad Song albümü Kopenhag'daki evimde yapıldı. Sanırım bu yatak odası projesi albümlerinden biri oldu. Ve We Were Drifting on a Sad Song albümüyle çok turne yaptıktan sonra daha canlı bir müzik grubu olmak ve albümün elektronik yapısını biraz kaldırmak için bir albüm daha yaratmak istedim. Daha geniş ve dinamik olmasına özen gösterdim. Dolayısıyla Floating ve Lingering albümleri, farklı profesyonel stüdyo ortamlarında kaydedildi. Bu yüzden canlı bir his yaratmaya daha çok zaman da ayırabildim. Ayrıca son iki albümüm olan Floating ve Lingering albümlerimin lirik yönlerine daha fazla çaba harcadım. İlk iki albümüm benim için bu anlamda bir şey ifade etmedi. Fakat Lingering'in yapım süreci ve sesi daha doğrudan ve de dürüstçe geldi. Bu yüzden sözleri yazmak için daha fazla zaman ayırmak zorunda hissettim.
Boards Of Canada, David Lynch ve Erik Satie'den ilham aldınız. Bu aldığınız ilhamları kendi müziğinize nasıl yansıttınız?
Evet, 2008'de ilk albüm üzerinde çalışmaya başladığımda diğer sanatçılar arasında bu üç sanatçı bana daha fazla ilham kaynağı oldu. Hâlâ onları dinliyorum ancak artık o kadar çok ilham vermiyorlar. Yeni bir albüm yaparken her zaman ufkumu geniş tutup yeni sesler aramaya çalışıyorum. Lingering'de Serge Gainsbourg‘un Silver Apples’ını, David Bowie'nin Can and Scary Monster'ını çok dinledim. Bence eskiden dinlediğiniz müziği sürekli dinlemekten ve tüm albümlerinizde aynı sesi tekrarlamaktan kaçınmak önemli.
Şarkılarınızı yaratırken veya kayıt stüdyosuna girdiğinizde sizin için hangisi önce geliyor; deneyimleriniz, hayal gücünüz veya duyduğunuz bir melodi?
Aslında çok değişiyor. Bazen piyanoda oturup şarkıyı yazıyorum. Bazen de tüm süreci başlatan bir vuruş ya da ses olabiliyor. Sanırım o anda karşınıza çıkan şeyin size ilham kaynağı olduğunu kucaklamak önemli. Her zaman yaptığım tek şey melodilerin kaydedilmesinden sonra şarkı sözlerini yazmak oluyor. Fakat bunun dışında benim için doğru olanı ve bana hissettirdiği şeyi yapmaya çalışıyorum. Yaratıcı süreç hakkında çok fazla düşünmemeye çalışıyorum.
Tavşan maskesinin özel bir anlamı var mı?
Pek yok aslında. İlk başladığımda, canlı performans esnasında farklı bir şeyler yapmak istedim ve bu projeyle ilk konserimi vermek zorunda kaldığımda bu bana bir tür rahatlık verdi. Başlangıçta bunun üstesinden gelmeye çalışmak beni çok zorladı. Çünkü bir grubun ana solisti olmaya alışkın değildim ve bu benim için çok korkutucuydu. Ancak maske bana biraz sakinlik vererek bu korkuma yardımcı oldu. Şimdi canlı performanslarda eğlenirken hâlâ maskeleri takıyoruz çünkü Sleep Party People’ın bir sembolü haline geldi.
Şarkılarınızın melodisinde bazen rüyada gibi, bazen de umut verici hislerin içinde gibiyiz. Siz müziğinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Öncelikle teşekkürler. Çünkü her zaman müziğimi tanımlamak çok zor oldu. Dışarıdan bakamıyorum ama sanırım rüya hissi gibi diyebilirsiniz ve evet kesinlikle umut dokunuşları var içinde. Bir albüm üzerinde çalışırken daima aydınlık ve karanlık gibi kontrastlarda çalışmaya özen gösteririm. İnsanların beklentilerini şaşırtmayı seviyorum. Gürültülü bir arka plan müziğinin içinde güzel bir piyano sesini duyup altındaki ani başka bir ses patlamasını yaratmayı seviyorum. Böylece beklenmedik olanı vermek hoşuma gidiyor. Bunu yaparken stüdyodaki soundscapes'lerle farklı bir şeyler denemeyi ve şarkının istediği melodilerle oynamayı seviyorum.
Müzik videolarınız oldukça dramatik ve gerçeküstü. Kliplerinizi oluştururken nasıl bir çalışma süreci geçiriyorsunuz?
Aslında videolara karışmam. Yaptığım tek şey yönetmenlere şarkının öyküsünde ve elbette şarkı sözlerinde anlatmak istediğimi aktarmak ve sonra da istedikleri şekilde yorumlamada özgür olduklarını söylemek. Böyle yapmak da gerçekten hoşuma gidiyor. Sleep Party People’ın diğer her işiyle her zaman ilgileniyorum ancak sıra videolara geldiğinde yönetmenlerin benden daha yetkili olduğunu düşünüyorum. Çünkü şarkı için doğru olduğunu düşündükleri şeyleri yapmak ve bu işi daha iyi hale getirebilmek için daha çok zamanları var. Çalışmalarına müdahale etmek istemiyorum çünkü bu kısım onların uzmanlık alanı.
A Dark God Heart şarkısının kendisi de video klibi de gerçekten harika. Bu şarkının hikâyesinden biraz bahsedebilir misiniz?
Aslında sözleri 10 yaşındayken ailemin boşanması ve benim çok bilindik bir biçimde babamın evine dönüşümü ifade ediyor. Babam gerçekten harika ve sevimli bir adam ve yalnızca iyi niyetleri olan biri. Ama hayatını defalarca mahvetmiş çok karanlık ve melankolik bir zihni de var. Bunu her dönemde ve her seferinde bir şekilde yaşıyor ve bu gerçekten etkileyici. Sanırım kedi gibi dokuz canı var. Yani temel olarak bu şarkı hayatla ilgili ve video da bunu yansıtıyor.
Üç yıl önce de Türkiye'ye geldiniz. Burası hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kesinlikle İstanbul'u seviyorum. Türkiye'de kaldığım tek şehir burası. Atmosferini ve ortamını seviyorum. Dinleyiciler çok tatlı ve özverili. Buraya tekrar dönmek ve Salon IKSV'de yeniden performans sergilemek için sabırsızlanıyorum. Ve her zaman İstanbul'a geldiğimizde burada bir gün geçirmeye çalışıyoruz.
Türkiye'de herhangi bir yerli müzisyen veya grubu takip ediyor musunuz?
Son zamanlarda Türk müziğinden ve birçok müzisyenden hoşlanmaya başladım. Erkin Koray’a bayılıyorum. Selda Bağcan ve Gülden Karaböcek dee müthiş. Normal batı müziğine karşı Türk müziğindeki ton farklılıklarına çok merak duyuyorum. Hazır ilham kaynakları gibi…
Gelecekteki projeleriniz neler?
Önümüzdeki yıl bir tur planlıyoruz ve ardından bir sonraki Sleep Party People albümü üzerinde çalışmaya başlayacağız. Lustre adlı bir grupla turneye çıkacağız. Ve elbette diğer sanatçıların albümleri üzerinde editlemeler ve mix’ler yapmaya devam edeceğim. Fakat öncelikle ocak ayında bir tatil yapmam gerekiyor. Kız arkadaşımla biraz güneş ve rahatlama zamanı istiyoruz.