1975 Buenos Aires doğumlu Lisandro Alonso bugüne kadar beş film çekti: La libertad (Özgürlük, 2001), Los muertos (Ölüler, 2004), Fantasma (Hayalet, 2006), Liverpool (2007) ve Jauja (Hayal Ülkesi, 2014). Alonso, işleri "nuevo cine argentino", Yeni Arjantin Sineması kavramıyla ifade edilenler arasında yer alıyor. Arjantin sinemasına yeni bir soluk getiren bu hareketin diğer temsilcileri arasında Lucrecia Martel, Israel Adrián Caetano ve Pablo Trapero sayılabilir. Ama sinemadaki her yenilik hareketinde olduğu gibi bu yönetmenlerin de yıllar içinde birbirlerinden çok farklı yerlere yönelmeleri sonucunda Yeni Arjantin Sineması bir akıma dönüşemedi. Çok düşük bütçelerle ve alışılagelmiş dramaturjinin alabildiğince uzağında filmler yapan Lisandro Alonso, bu hareketin içinde yer alanların en radikal olanı olarak kabul edilebilir. Bütün bu özellikler tahmin edilebileceği gibi Cannes gibi uluslararası festivallerde takdir toplayabilir ama aynı zamanda Alonso’nun kendi ülkesinde de düşük seyirci sayısının garantisi olmuştur.
Yönetmenin ilk dört filminde olay örgüsü veya diyaloglara pek rastlanmaz. Mesela La Libertad’da, bir belgesel olmamasına karşın sadece bir oduncunun gününü nasıl geçirdiğini izleriz. Genç oduncu elindeki machete ile genç dalları keser, baltayla köklerin etrafında çukur açar, kabukları soyar, öğle tatili yapar, radyo dinler, ustabaşı kendisini almaya gelir, bir kamyonetin arkasına binerek araziyi geçer, daha sonra ağaçları bir müşteriye satar. Filmdeki ilk konuşmayı ustabaşı ortaya çıktığında duyarız ki bu sırada filmin yarısına gelinmiştir.
Los Muertos’da hapisten salıverilmek üzere olan elli dört yaşındaki bir adamı görürüz. Tıraş olur, saçlarını kestirir, diğer mahkumlarla vedalaşır. Hapisten çıktıktan sonra bir fahişenin yanına gider, bir sandal kiralayarak nehirde ilerlemeye başlar. Yolda bir bal kovanını tütsüleyip, petekteki balları emer, arada bir beş litrelik galondan şarap içer, bir keçi öldürür, karnını açıp içini temizler.
Kent arka planında geçen tek filmi olan Fantasma’da iki adamı Buenos Aires’te, yanında şehrin sinemateğinin yer aldığı kültür merkezi Teatro San Martin’de izleriz. Orada seyircinin pek ilgi göstermediği Alonso’nun filmleri gösterilmektedir. Filmdeki iki adam, La Libertad ve Los Muertos filmlerinde başrolleri oynayan Misael Saavedra ve Argenino Vargas tarafından canlandırılmaktadır. Alsonso’nun Çinli yönetmen Tsai Ming-liang’ın Altın Lale’li Goodbye, Dragon Inn/Elveda Sinema’daki boş sinema tasvirinden etkilenerek çektiği filmde iki adam tıpkı Tayvanlı yönetmenin filminde olduğu gibi koridorlar, merdiven boşlukları ve tuvalet arasında dolaşıp dururlar.
Liverpool filminde bir yük gemisi Arjantin’in en güneydeki şehri Ushuaia’da demirler. Farrel isimli denizci yıllar önce terk ettiği Patagonya’daki köye doğru yola çıkar. Zahmetli bir yolculuktan sonra yoksul ahşap evlerin yer aldığı köye ulaştığında muhteşem bir karşılama bulamaz. Bulduğu, oğlunu tanımayan yatalak bir anne, annesinin yanında kalan ama yaşlı kadınla ve Farrel’la ne ilgisinin olduğu anlaşılamayan Analia isimli genç bir kadın, tuzaklarını düzenlerken Farrel’a aslında hiç dönmemesi gerektiğini söyleyen kuşkulu bir komşudur. Çatışmalar derinleşene, çözümler ve akrabalık ilişkileri kendini belli edene kadar Farrel karlar arasındaki derinliklerde kaybolur. Kamera bir çeyrek saat Farrel’ın yokluğunda insansız bir ortamı yansıtır, açıya bir figür girer kamera bir süre onun hareketlerini takip eder, sonra yeniden gözden kaybeder.
Yönetmenin bütün filmlerinde anlamlandırılamayan sahneler ve durumlar vardır. Alonso bir röportajında “Şeyleri belirsizlikte bırakmayı” sevdiğini söylemişti. Anlayacağınız gibi filmlerin sonunda da bilinmeyenler için bir çözüm getirilmez. Bilinmezlikler amaç ve anlamlarının verilmediği bir hiçlikte dolanıp dururken, hiçbir anlama atıf yapmak istemeyen görüntüler de sırf kendileri için var olurlar. Bu da Alonso’nun sinemasında görüntünün bizzat kendisine ek bir yoğunluk kazandırır.
Alonso’nun, Viggo Mortensen’in başrolünde oynadığı son filmi Jauja yönetmenin ilk tarihi filmi. Filmin ismi hayalle gerçeklik arasındaki mitolojik ülke Jauja’ya atıfta bulunuyor. Film yerli halka karşı bir savaşın verildiği 1882 Patagonyası’nda geçiyor. Harita için saha ölçümü yapan Danimarkalı Gunnar Dinesen (Viggo Mortensen) bir askerle birlikte ortadan kaybolan küçük yaştaki kızını aramaktadır ve olaylar giderek sürreal bir hal alır. Filmin çıkış noktası aslında Arjantin tarihinin kirli bir dönemine dayanıyor. Tarih kitaplarında “Campaña al Desierto”, Çöl Fethi olarak geçen şey aslında 1878 ve 1885 yılları arasında Arjantin’e geniş verimli toprakları katmayı, Pampa ve Patagonya’da Arjantin ve Batı egemenliğini güvence altına almayı hedefleyen Fransız, İngiliz ve Danimarkalılar tarafından desteklenen askeri harekata verilen isimdi. Bu sırada yerli halkın büyük bölümü katledilmişti. Ama Alonso filmde Arjantin tarihinin sömürge geçmişini anlatma derdinde değil. O, Jauja denen yaratılmış bir mekân üzerinden tarih, coğrafya ve insanlara bakıyor.
Çocukluğunda birkaç yılını Arjantin’de geçirmiş olan, dolayısıyla bölgeye yabancı olmayan Viggo Mortensen aynı zamanda bu filmle ilk kez Danimarkalı babasının dilini de bir filmde kullanma şansını yakalamış. Mortensen filmde sadece başrolü oynamıyor aynı zamanda ortak yapımcısı ve müziklerin de yaratıcısı. Alonso filmin yazımında Arjantinli yazar Fabian Casas ile birlikte çalışmış. 2011 yapımı La Havre’den önce de uzun yıllar Aki Kaurismaki ile birlikte çalışan Timo Salminen’nin kamerası ise film üzerinde belirgin bir etki yaratıyor.
Yönetmenin bütün filmleri gibi Jauja da zaman algısı üzerine bir film. Film genelde statik ve genel çekimlerden oluşuyor. Çok az kamera hareketi görüyoruz. Uzun açılış sekansında geniş bir arazide sadece iki figür görülüyor, baba ve kızı. Kız yüzü, baba sırtı dönük şekilde oturuyorlar. Özenle kadrajlanmış, ufuk çizgisi yatay olarak ortalanmış karede iki figürü tepeden tırnağa görebiliyoruz. Bu topraklarda insanların, varlıkların, bedenlerin nasıl kaybolup gittiklerini anlatan film, figürleri heykelsi bir havada sergiliyor.
Genelde statik olan görüntüler özenle kompoze edilmiş. Resimde kimin nerede duracağı kadar, nerede hangi rengin parlayacağı da önemli. Resmin içinde yer alanla içinde yer almayan arasındaki ilişki üzerinde de özenle çalışılmış. Jauja’da bir asker yakın çekimde yüzbaşının kızını öperken kızın üzerine doğru eğilir, ikisi görüntünün altına doğru kayarlar ve kamera kıpırdamadan kalır ve bu sırada biz ot saplarını, bir atı ve görüntünün derinliklerinde bir tepeyi görürüz. 35 mm ve 4:3 formatında çekilen filmde yuvarlatılmış köşeler fotoğraf ve sinemanın ilk zamanlarını hatırlatıyor.
Arjantinli yeni sinemacılar film festivallerinin gözdesi... Peki kendi ülkelerinde durum nedir? Alonso 2008 yılında verdiği bir röportajda “Tabii ki orada da yeni Arjantin sinemasından bahsediliyor ama her işin kendi hikayesi var. Benim filmlerim Arjantin’de başarılı olamıyor. Bugüne kadar bir tanesini salonlarda düzenli olarak gösterebildim ama o da üç bin beş yüz seyircinin üzerine çıkamadı. Birkaç eleştirmen benim filmlerim hakkında yazacak kadar ilgilendi ama o da pek bir gişe getirmedi. Evimde fazla popüler değilim ama bu normal, çünkü bunun için çaba sarf etmiyorum” diyor.
Gelelim Lisandro Alonso sinemasının en belirgin özelliği olan tek başına yaşayan, yalnız seyahat eden, pek konuşmayan erkek karakterlerin sırrına. Alonso’nun cevabı basit: “Aynı anda birçok kişi üzerine değil sadece tek bir kişi üzerine daha kolay konsantre olabiliyorum. Bunun dışında iki ya da üç temel karakter olduğunda bunları birbirleriyle konuşturmanız gerekiyor. Ve ben kelimelerden fazla hoşlanmıyorum. İnsanların söylediklerine pek inanmıyorum. Ama gördüklerime inanıyorum. Filmleri resimlerle anlatabilmenin muhteşem olduğunu düşünüyorum. Karakterlerim az konuşmasının tek nedeni yalnız olmaları, yoksa kaçık değiller.”