01 NİSAN, PAZARTESİ, 2019

“İstanbul’da Herkes Bunu Kendi Festivali Gibi Görüyor”

2015 yılından bugüne festival direktörlüğü görevini başarı ile devam ettiren Kerem Ayan ile 38. İstanbul Film Festivali özelinde geçmişten günümüze festivali, bu senenin seçkisini, bizi bekleyen sürprizlerini ve daha pek çok konuyu konuştuk.

“İstanbul’da Herkes Bunu Kendi Festivali Gibi Görüyor”

5-16 Nisan tarihleri arasında İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından gerçekleştirilecek 38. İstanbul Film Festivali, ölümünün 20. yıl dönümünde Stanley Kubrick’i “Başyapıt Fabrikası: Kubrick” isimli özel bölümle anıyor. Festival kapsamında 12 gün boyunca, 19 bölümde, 45 ülkeden, 187 yönetmenin toplam 186 filmi gösterilecek. Film gösterimlerinin yanı sıra söyleşiler ve atölyeler gerçekleştirilecek. Festivalin çok beğenilen afiş görselleri ve iletişim tasarımı Berlinli sanatçı, fotoğrafçı, yönetmen, yazar Sebastian Bieniek imzasını taşıyor. Bieniek afiş tasarımında Kubrick’in kült filmi Otomatik Protakal’daki Alex’e gönderme yapıyor. Uluslararası Yarışma’da Lynne Ramsay’in jüri başkanı olduğu 38. İstanbul Film Festivali üzerine editörlerimiz Damla Merve Pekdoğan ve Begüm Kakı, festival direktörü Kerem Ayan ile söyleşti.

Damla Merve Pekdoğan: Sayılı günler kala 38. İstanbul Film Festivali’nde izleyicileri nasıl bir program bekliyor? Size göre öne çıkan yapımlar neler?

Kerem Ayan: Bu sene festivalde yine oldukça dolu bir program var. 175 uzun metrajımız, 11 kısa metrajımız var. Şimdiye kadar festivale gelen seyircilerin yakından tanıdığı bölümler yine devam ediyor. Dünya Festivallerinden, Mayınlı Bölge, Genç Ustalar gibi. Yeni diyebileceğimiz şey Stanley Kubrick filmleri olabilir. Bu sene Stanley Kubrick’in ölümünün 20. yılı ve toplamda 13 filmi olan Kubrick’in tüm filmlerini gösteriyoruz. Bu da birçok seyirci için Kubrick’leri ilk defa büyük ekranda seyretme şansı demek diye düşünüyorum. Zaten yaptığı filmlerin çoğu kült filmler ama son filmini 1999’da yaptığını düşünürsek şu anda 30 yaşında olanlar bile büyük ihtimalle büyük ekranda seyretmediler Kubrick filmlerini. Ondan başka öne çıkartmak istediğimiz tabii ki de Uluslararası Yarışma. Çünkü uluslararası bir festivaliz ve bu bölümde 12 film var. Sudan’dan Arjantin’e, İngiltere’den Fransa’ya geçerek oldukça güzel filmler seçtik bu bölüm için. En özen gösterdiğimiz bölüm Uluslararası Yarışma diyebiliriz çünkü sinemaya farklı bakışlar temamız var bu bölümde. Bu bölümden Fransız yönetmen Guillaume Nicloux’nun Dünyanın Sınırında filmini söyleyebilirim. Ağaçlardan Bahsetmek isimli sinema üzerine bir Sudan belgeselimiz var. Bir İran belgeselimiz var, yalnız başına yaşayan bir kadının hikâyesini anlatan Canım diye. Çok kısa bir belgesel, 63 dakikalık, ama oldukça etkileyici ve güzel. Türkiye’den de iki film var Uluslararası Yarışmada biri Tarık Aktaş’ın Nebula’sı, diğeri de Ruken Tekeş’in Aether adlı belgeseli. Belgeseller bu sene çok fazla ön planda aslında çünkü çok iyi belgesellerle karşılaştık. O yüzden belgesel kuşağımıza da biraz dikkat edin derim, oldukça enteresan filmler var. Mads Brügger’in Faili Meçhul belgeseli tam bir polisiye film gibi heyecanla yapılmış bir belgesel mesela. Çiçek İstemez bölümümüzde beş kadının kendi sorunlarını anlattığı enteresan bir belgeselimiz var #Dişil Haz diye. Özellikle bu sene belgesellere dikkat çekmek istiyorum. 

Faili Meçhul

Begüm Kakı: Biliyoruz ki tüm sene dünya festivallerinde onlarca dikkat çekici film gösteriliyor. Kısıtlı bir sürede gerçekleşen festivalin seçkisini oluştururken hangi kriterleri göz önünde bulunduruyorsunuz? Bu yıl İstanbul Film Festivali seçkisinde hangi temalar ön planda?

K.A.: Temamız yok aslında. Sene boyunca festivallere giden filmler arasından bir seçki yapıyoruz. Beğendiğimiz, dikkat çekici filmleri ön plana çıkarmak istiyoruz. Bunun içinde tabii ki ödüllü filmler var. Bize en yakın festival olan Berlin Film Festivali’nin bütün ödüllü filmlerini aldık mesela. Cannes ve Venedik’ten de yan bölümlerden filmler aldık, çünkü ana bölümdeki filmleri Filmekimi’nde gösterdik.

Her sene filmleri seçerken o sene neler hakkında işler yapılmış diye bakıyoruz. Bu sene mesela çocuk, evlat edinme konularında filmlere denk geldik. Antidepresan bölümüne komedi filmi bulma zorluğu çekiyoruz birkaç senedir. Dünyanın hâliyle alakalı olduğu için, belki komedi filmi yapmak gelmiyordur insanların içinden. Antidepresan’a yine de film bulduk ama dediğim gibi zorlandık.

D.M.P.: İstanbul Film Festivali ve Filmekimi küçük çaplı festivaller dışında şu an Türkiye’yi uluslararası filmlerle buluşturan köklü festivaller. Bu sorumluluk üzerinizde bir baskı yaratıyor mu?

K. A.: Hayır, bir baskı hissetmiyoruz; çünkü zaten Filmekimi de İstanbul Film Festivali de yıllardır olan iki festival. Kaldı ki diğer festivallerden de farklı bir şey göstermiyoruz seyirciye. Filmleri bir şekilde paylaşıyoruz. İstanbul’da bizden başka festivaller de var, herkes film havuzundan kendi payına düşen filmleri gösteriyor. O yüzden özel bir baskı hissetmiyoruz. Nitekim geçen seneden biraz daha az film gösteriyoruz bu sene. Bir taraftan da 11 günlük festivale 175 film sıkıştırıyoruz, seyirci için de zor. Onun da farkındayız. Biz de bu sene daha az film seçmek istedik ama olamadı “bu filmi de gösterelim, bunu da kenarda bırakmayalım” dedikçe program yine şişti. Bir noktada durduk, o nokta da 175’ti bakalım gelecek sene ne olacak.

B. K.: Aslında oldukça geniş bir izleyici kitlesine hitap eden bir seçki hazırlamışsınız ancak gözümüze çarpan yapımlardan biri de Hakan Muhafız’ın ikinci sezon ön gösterimi. Bu dizinin seçkiye girme süreci nasıl gelişti ve hitap ettiği kitleyi festivale çekebileceğinize inanıyor musunuz?

K.A.: Bir kere Hakan Muhafız’ın kitlesi festival kitlesinden çok mu farklı? Netflix hesabı hepimizde var artık bir yandan da. O diziyi izleyenler festivale gelmiyorlarsa da bu vesileyle festivale gelmiş olacaklar ki, bu çok da güzel olur. Bir taraftan da Cannes ve Berlin gibi festivaller de dizi göstermeye başladılar. Başka teklifler de gelirse biz tabii ki başka diziler göstermeyi de isteriz. Bu dizinin zamanlaması çok uydu festivale; çünkü Nisan sonunda ikinci sezonu başlıyor. Keşke önümüzdeki senelerde de yine o yakınlarda diziler gelse biz de onların ekipleriyle beraber ilk gösterimlerini yapsak. Hiçbir dizi büyük ekranda seyredilmiyor, bu vesileyle seyirciler toplu hâlde izlemiş oluyorlar. Belki de Berlin Film Festivali’nin yaptığı gibi ayrı bir bölüm olabilir “Series” gibi. 

D.M.P.: Kadın yönetmenlerin azlığından bahsetmek istiyorum. Sizin de basın toplantısında belirttiğiniz gibi bu seneki filmlerin yönetmenleri arasında kadın yönetmenler oldukça az. Festival özelinde ve sinema sektöründe kadın yönetmenlerin azlığından söz edelim mi?

K. A.: Sorun çok eskilerden gelme bir sorun. Sinema sektörüne kadınların 1900’lerin başından beri dâhil edilememesiyle başlıyor bu olay. Şu anda olan durumsa festivale bir tek kadın yönetmen başvurdu. Onu da İlk Film Yarışması’na aldık. Bu filmlere daha çok destek verilmesi gerekiyor. Köprüde Buluşmalar’da bu sene sekiz tane kadın yönetmenin projesi var mesela. İnşallah bu projeler önümüzdeki senelerde doğru yollardan geçerek film olsun ve biz de festivallerde gösterelim. Bir şekilde yapımcıların, bu filmlere güvenmeleri ve para vermeleri gerekiyor ki onlar da filmlerini yapsınlar. Çok büyük paralar dönüyor bu işlerin içinde ve her sektörde olduğu gibi büyük paraların olduğu yerlerde erkekler hemen ele geçiriyor her şeyi. O yüzden bir şekilde kadın yönetmenlere yol açılması gerektiğini düşünüyoruz. Bir taraftan da festivalde çok fazla kadın jüri var. Karar merciimiz kadınlar olacak, erkek filmlerini onlar değerlendirecek. 

B.K.: Her ne kadar köklü bir festivalden söz ediyor olsak da bu sene İstanbul Film Festivali ana sponsor olmadan gerçekleşiyor. Sponsorların yanaşmamasındaki neden ne olabilir? Siz bu durumla nasıl başa çıktınız? Yapamadığınız şeyler oldu mu?

K.A.: Tabii ki oldu. Birincisi konuk sayısında bir fark olacak. Konukları Türkiye’ye getirmek belli bir para demek. Bir de bugün Euro, Dolar durumu böyle olduğu için konuk sayısını olabildiğince minimuma indirdik. Olmazsa olmazları çağırıyoruz. Tabii ki bu bizi zorluyor. Bir taraftan uluslararası festivaliz, yurt dışına gittiğimizde çok fazla duyuluyoruz, herkes gelmek istiyor ama “gelin ama size uçak sağlayamıyoruz” gibi şeyler oluyor ne yazık ki. Bu, uluslararası imaj için kötü. Onun dışında filmlerden fazla ödün vermedik, belli bir sayıyı tutturduk, istediğimiz filmleri de aldık. Tabii ki de bu filmlerin de belli bir ücreti, kira parası, gösterme parası vs. var bunlar için de sıkı pazarlıklar ettik. Ama bizi üzen bu hevesimizi bizimle paylaşacak bir sponsorumuzun olmaması. Önümüzdeki seneden itibaren inşallah sponsor olur ama sponsor olmasının yanı sıra süreklilik çok önemli. Akbank’la 10 senelik sponsorluk anlaşmasıyla ilerlediğimiz gibi yeni sponsorla da 5-10 yıl anlaşma yapalım. Türkiye’deki kültürel etkinliklerdeki en büyük sorun bu sponsorluklarda devamlılığın olmaması.

D.M.P.: Lale Kart konusuna değinmek istiyorum. Bir bakıma Lale Kart kullanıcıları da bireysel destek sağlamış oluyorlar. 

K.A.: Onlar çok destekliyorlar ve bu desteği hissettiriyorlar. Bir, Lale Kart’ı alarak yapıyorlar, bir de bizim iki sene önce çıkan hamilik meselesi var. Kurumlara ve şahıslara “Gelin seans alın, biz onları öğrencilere 2 TL’den açalım” diyoruz. Ona çok rağbet oldu, hatta Lale Kart’ı olup da hami olanlar oldu, sağ olsunlar. Bu festival hem Lale Kartlılar hem de diğer seyirciler tarafından oldukça sevilen ve benimsenen bir festival. Bunu bizi acımasızca eleştirmelerinden de hissedebiliyoruz. Sevdiklerinden de hissedebiliyoruz. İstanbul’da herkes bunu kendi festivali gibi görüyor. Bu çok güzel bir duygu. Bunu sosyal medyada programı açıkladığımızda, şunu bunu yaptığımızda bize “Sponsorunuz olmasın, biz bir bilet daha fazla alırız” gibi mesaj atanlar da oldu. Seyirci tarafından bu kadar sahiplenildiğini bilmek çok güzel. Biz de bu şekilde devam edeceğiz. Bizim amacımız zaten sponsorsuz olsak da olmasak da bu festivalin bir şekilde her sene yapılması. O, çok önemli bizim için. 

Kerem Ayan ©Muhsin Akgün

D.M.P.: Bilet satışlarında, Lale Kartlıların önceliği sebebiyle, Lale Kart üyesi olmayanlar tarafından biraz tepki de alıyorsunuz.

K.A.: Alıyoruz ama bir taraftan da çok yanlış bir anlaşılma var. Hep şu algı var: “Lale Kartlılar biletleri bitirdi.” Evet Lale Kartlılara biz öncelik tanıyoruz ama belli bir kota açılıyor onlara. O kota bittiği zaman bitiyor, ondan sonra genel satışı bekliyorlar. Biz de bir vakıf olduğumuz için bir şekilde ayakta durmamız lazım. O yüzden de her ne kadar eleştiriler olsa da 17 yıldır sürdürdükleri destekleri ve vakfımıza katkılarıyla Lale Kartlılar bizim için değerliler. 

B.K.: Türk filmleriyle ilgili bir soru sormak istiyorum. Festivalde yer alan başta gözüme çarpan Emin Alper’in Kız Kardeşler filmi olmak üzere uluslararası alanda boy gösteren filmler var. Nedir Türk filmlerinin yurt dışı festivallerdeki yeri, durumu? Biz mi çok fazla duymuyoruz ya da konuşmuyoruz bu filmleri?

K.A.: Ben öyle düşünmüyorum aslında. Nebula, Locarno’da; Güvercin Hırsızları, Berlin’deydi; Kardeşler, Karlov Vary’deydi; Aden, Varşova Film Festivali’nde gösterimini yaptı. Biz, Türkiye’de o kadar duymamış bile olsak, yurt dışında gerçekten çok iyi festivallerde açıldı bu filmler. Birçok festivale artık rahatlıkla gidebiliyor Türk filmleri. Belki de evet, Türkiye’de o kadar bahsedilmiyor. O zaman bizim basının daha çok bahsetmesi gerekiyor.

Kız Kardeşler

D.M.P.: Bu sene Lynne Ramsay’in jüri başkanlığı çok konuşuldu. Ayrıca Sebastian Bieniek’in dikkat çekici afiş tasarımları da herkes tarafından beğenildi. Bu iki önemli isimle çalışmak festivalin uluslararası arenada bilinirliğini güçlendiriyor. Bu isimlerle çalışma süreciniz nasıl gerçekleşti?

K.A.: Sebastian Bienek’le bizim bütün kampanyayı yürüten TBWAIstanbul iletişime geçti. Bize önce yaptığı işleri gösterdiler, beğendik çizilmiş yüzleri. Sonra da kendisi birkaç film seçti ve onların üzerinden çalıştı. Biz tabii ki bize en uygun olan Otomatik Portakal işini beğendik ve festivalin bütün görsellerini onun üzerine kurduk. Onun dışında Royal Tenenbaums ve Black Swan var, onları da sosyal medyadan paylaşıyoruz. Gayet güzel oldu gerçekten ve bizim düşündüğümüzden çok daha fazla beğeni aldı. “Afişi satıyor musunuz?” diye de mailler geldi.

​Lynne Ramsay de tabii ki şu an sinemada en önemli kadın yönetmenlerden birisi. Onun festivalin jüri başkanı olması bizi ayrıca mutlu ediyor. Yaptığı her filmle gerçekten adından bahsettirdi, çok farklı bir bakış açısı var. Cesur bir şekilde konulara değiniyor. Hem burada olacak hem de 11 Nisan’da Boğaziçi Üniversitesi’nde bir festival sohbeti yapacak. Heyecanla bekliyoruz kendisini.

 Philippe Lesage

B.K.: Festivalde böyle heyecan veren başka konuklar da olacak mı?

K.A.: Aslında Uluslararası jüride Lynne Ramsay’nin yanında Philippe Lesage var. Lesage’ı birkaç sene önce festivalde The Demons/Şeytanlar filmini izlemiştik. Bu sene son filmi Genèse / Başlangıçta ile geliyor. O da bizim oldukça sevdiğimiz bir yönetmen ve jüride olması çok güzel. The Dig/Kazı adlı filmde oynayan Moe Dunford var. Daha önce festivale gelmişti. Hatta özellikle Vikingler dizisindeki oyunculuğuyla tanınıyor, oradan hayranları var, bu sene de jüriye geliyor. Yine jüride Matthijs Wouter Knol var. O da Berlin Film Festivali’nin film pazarlamasının başında. Çok önemli çünkü sinemada şu an çok büyük iki market var Avrupa’da. Bunlardan biri Cannes Film Festivali’nin film pazarı, diğeri de Berlin Film Festivali’nin film pazarı. Hatta onunla birlikte bir sohbet de yapacağız “İyi Festival Nedir?” diye. Matthijs, yine Berlinale’nin Forum Bölümü’nün başında olan Anna Hoffmann, Köprüde Buluşmalar’ın Yöneticisi Gülin Üstün ve ben olacağız. Festival nasıl olmalı, neler lazım, neler yapıyoruz ya da yapamıyoruz vb. konuları konuşacağız. Festivalde tabii ki çok önemli filmleri buradaki izleyiciye gösteriyoruz ama bunun bir de profesyonel tarafı var. Özellikle profesyonellerin festivale bir şekilde ilgi göstermeleri gerekiyor ki festival bir şekilde yurt dışında da ilgi çeksin. O da bizim için Köprüde Buluşmalar oluyor. Buraya bir sürü festival yöneticisi ve film alan kişi Köprüde Buluşmalar’daki projeleri, works in progress’leri görmeye geliyor ki ya kendi festivallerine seçecekler ya da dünyada temsil edecekler. Bütün bu insanların da bir şekilde burada toplanması bizim için çok önemli, çünkü festivale artı bir profesyonel açı katıyor. İstanbul Film Festivali ilk başta İstanbullulara film göstermek için yapılan bir festival. Şu anda 14. yılındayız Köprüde Buluşmalar’ın ve git gide de büyüyor. 

B.K.: Festivalde direktörlük görevini üstlendiğinizden beri İstanbul Film Festivali’nde ne gibi gelişmeler oldu? Sizin açınızdan bakarsak festival yönünü değiştirdi mi?

K.A.: Git gide para azaldı. J Zaten her şey yolunda gitse bize ihtiyaç olmaz aslında. Sorunlar olmalı ki bu sorunları çözmeye çalışalım ki biz de işe yaradığımızı hissedelim gibi bir şey oluyor. Dört sene önce başladığımızda festivalin imajını birazcık gençleştirelim, dinamikleştirelim istedik. Mesela afişlerle yapmaya başladık, ilk seneki dövmeli afişle olduğu gibi bu sene de Sebastian Bienek afişimiz. Ben direktör olduğumda 35’inci yılındaydı ve tabii ki 35 yıllık bir festivalin eskime payı oluyor muhakkak. Süreç içerisinde festivalin temasında değişiklikler oldu. Eskiden Mayınlı Bölge’ye koyabileceğimiz film şu an Uluslararası Yarışma’da. Onların da tarzını değiştirdik. Daha farklı bakışlar, daha farklı anlatımlar, daha farklı konulara yöneliyoruz. Bu kadar zaman içerisinde bizim gördüğümüz seyirci sayısında artış var. Bize “Program, geçen seneden de iyi olmuş” gibi tepkiler gelince de mutlu oluyoruz. Bizim de işimiz gücümüz bu, uğraşıyoruz. Birkaç senedir minik konserler yapıyoruz. İlk olarak The Beatles’la başladık, film müzikleri dedik, geçen sene arabesk partisi yaptık. Bu sene de 8 Nisan’da Yeşilçam konseri yapacağız. Böyle etkinliklerle de biraz beslemeye çalışıyoruz. 

38. İstanbul Film Festivali’nin 5-16 Nisan tarihleri arasında gerçekleşeceğini hatırlatarak, henüz hangi filmleri izlemek istediğine karar veremeyenleri 38. İstanbul Film Festivali’nde Görmeniz Gereken 25 Film yazımızı okumaya davet ediyoruz.

0
6304
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage