07 MAYIS, SALI, 2024

İstanbul’un “Mükemmel Günler”i Film Festivaliyle Yaşanır

Wim Wenders’in başrolünde Kōji Yakusho’nun yer aldığı ve son zamanların hakkında en çok konuşulan filmi Perfect Days (Mükemmel Günler)’e ve Wim Wenders ile Kōji Yakusho’nun 43. İstanbul Film Festivali’nin onur konuğu olarak İstanbul’a gelmesi üzerine bir yazı.

İstanbul’un “Mükemmel Günler”i Film Festivaliyle Yaşanır

Şehre festival zamanı geldiğinde hepimizi aynı meraklara sürükleyen bir heyecan dalgası havaya yayılır. İnsanların aynı anda aynı ya da ayrı salonlarda film izleme telaşına düşmesi, bilet arama çabaları, birlikte sessizleşmeleri, aynı yerde, aynı filmi izleyip farklı yönleriyle bağ kurmaları, filmden birlikte çıkıp başka hislerle o filmin kendilerinde bıraktığını yaşamaları… Bu his aynı gökyüzü altında, parçası olduğumuz yaşamda başımıza gelebilecek en güzel şeylerden biri. Sevdiğimiz filmler, bedenimize sinmiş duygular, zihnimizden hiç silinmeyen sahneler, tüm ayrılıklar ve beraberlikler festival boyunca şehrin içinde bir başka güzel yankılanır…

Fotoğraf: Salih Üstündağ

Wim Wenders ve Kōji Yakusho 43. İstanbul Film Festivali’nin Onur Konuğu Olarak İlk Kez İstanbul’daydı

17 - 28 Nisan tarihlerinde İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından N Kolay sponsorluğunda gerçekleşen 43. İstanbul Film Festivali, bu yıl bizi çok büyük bir heyecana gark etti. Festival, MUBI iş birliğiyle dünya sinemasının önde gelen yönetmenlerinden Wim Wenders ve Japonya’nın en tanınmış ve saygın oyuncularından Kōji Yakusho’yu onur konuğu olarak ağırladı. Yapı Kredi Kültür Sanat’ta sinema yazarı Engin Ertan’ın moderatörlüğünde konuşmacı olarak Wim Wenders ve Kōji Yakusho’nun yanı sıra İstanbul Film Festivali Direktörü Kerem Ayan ile MUBI’nin kurucusu ve CEO’su Efe Çakarel’in de katıldığı bir basın toplantısı düzenlendi. Wim Wenders, ilk kez festival vesilesiyle ziyaret ettiği İstanbul’da olmaktan dolayı mutluluk duyduğunu belirterek “78 yıldır bu anı bekliyorum. İstanbul çok güzel bir şehir, sonunda burada olduğum için çok mutluyum” dedi. Oyuncu Kōji Yakusho, İstanbul Film Festivali davetini alır almaz hemen kabul ettiğini söyledi. Yakusho, gençliğinde Japon müzisyen Mayo Shouno’nun Flying to Istanbul / Tonde Istanbul” şarkısını dinlediğinden beri hep İstanbul’a gelmek istediğini, sonunda burada olduğu için de çok mutlu olduğunu ekledi. Festivalde Wim Wenders’in üç filmi gösterildi: Kōji Yakusho’nun başrolünde sade ve derin bir oyunculuk sergilediği, Japonya’nın Oscar adayı Mükemmel Günler, 50. yılında restore edilen kopyasından gösterilen Alice Kentlerde ile Cannes’da prömiyerini yapan, Alman sanatçı Anselm Kiefer’in yaşamını ve sanat yolculuğunu mercek altına alan son filmi Anselm. Wenders’e Anselm filminin 26 Nisan Cuma günü 21.30’da  Atlas 1948’de gerçekleşen gösterimi öncesinde Sinema Onur Ödülü’nü Zülfü Livaneli takdim etti. Wenders, ayrıca festival kapsamında bir festival sohbeti de gerçekleştirerek izleyicilerle buluştu. Neredeyse üstlendiği her rolle ödüle layık görülen Yakusho, Japonya ile Türkiye arasında diplomatik ilişkilerin tesisinin 100. yıldönümü vesilesiyle İstanbul’a geldi. Filmografisinde öne çıkan dört filmiyle festival programında yer alan: 13 Suikastçı (Takashi Miike)Gökyüzünün Altında (Miwa Nishikawa)Aşka Davet (Masayuki Suô) ve oyunculuğuyla Cannes’da En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazandığı Mükemmel Günler festivalde izleyiciyle buluştu. Kōji Yakusho’ya, Mükemmel Günler filminin 27 Nisan Cumartesi saat 19.00’da Atlas 1948’de gerçekleştirilen gösteriminden önce Wim Wenders tarafından Sinema Onur Ödülü takdim edildi. Wenders ve Yakusho’nun şehrimizde boy göstermesi vesilesiyle iki büyük ismi aynı projede buluşturan Mükemmel Günler filmi hakkında yazmak istedim.

1-2. Salih Üstündağ
​3. Fatih Yılmaz

Bir Şeye Ulaştığımızı Düşündüğümüz An O Histen Yoksun Kalırız

Wim Wenders tarafından yönetilen Perfect Days ( Mükemmel Günler)’in senaryosu Wenders ile Takuma Takasaki tarafından yazıldı. Japonya ve Almanya ortak yapımı olan film, 76. Cannes Film Festivali’nde prömiyerini gerçekleştirdi ve burada Kōji Yakusho’ya En İyi Erkek Oyuncu Ödülü takdim edildi. Film, 96. Akademi Ödülleri’nde En İyi Uluslararası Film dalında aday gösterildi ve Japon bir yönetmen tarafından yönetilmeyen ilk film olarak Japonya’nın adayı oldu. Mükemmel Günler, Tokyo’da bir umumi tuvalet temizleyicisi olan Hirayama’nın (Kōji Yakusho) rutin hayatını takip eder. Hirayama, Tokyo’nun lüks Shibuya semtinde umumi tuvalet temizleyicisi olarak çalışır, Sumida Nehri’nin doğusundaki gelişmemiş bir mahalledeki mütevazı evinden şehrin diğer tarafındaki işine gider. Her gün şafak vakti başlayan ve bir ritüel hâline gelen yaşamını tekrar eder. Hirayama, boş zamanlarını işe giderken ve gelirken dinlediği müziğe ve her gece uyumadan önce okuduğu kitaplara adamış biridir. William Faulkner ve Patricia Highsmith’in hikâyelerini ve Aya Kōda’nın denemelerini okur. Her günün sonunda düşleri, parıltılı izlenimci sekanslarda gösterilir. Hirayama, ağaçlara çok düşkündür ve onlara zaman ayırarak bahçe işleriyle uğraşır ve fotoğraflarını çeker. Her gün bir tapınak bahçesinde ağaçların gölgesinde bir sandviç yer ve dallarını ve yapraklarını fotoğraflar. İşine olan gururu, titizliği ve hassasiyetini de her an hissederiz. Hirayama, müzik, edebiyat ve fotoğraf tutkusunun peşinden gittiği hayatından memnundur. Wim Wenders, bu rutin ve karakteri hakkında şunları söyledi: “Rutin her zaman aynıydı, asla öyle hissettirmedi. Her gün tamamen yeni bir dünya gibi hissettirdi. Rutin hoş bir tat bırakmaz. Genellikle, kullandığımız şekilde, rutin kaçınmayı tercih ettiğimiz bir şeydir. Ama rutin aynı zamanda iyi bir şey de olabilir. Rutin, birçok hayata bir amaç verir. Hirayama gibi bir adamın rutini varsa, tamamen şu anda yaşayan, ki bu nadir bir hediye, o zaman rutin her gün yeni bir şeydir. İşte sahip olduğuyla mutlu bir yaşam süren ve her anını değerlendiren bir adam.”

​Her dakikası ayrı bir gösteri olan yaşamda, her şeyi tam anlamayabilir ya da ona tam anlamıyla katılamayız. Önemli olan bu bilginin varlığını kabul etmek ve bir akışın içinde kendi ritmini bulmaktır. Kendi hayatını ve yalnızlığını kendi başına yaratırken bir coşku hâli gelir insana. Bir yere vardığımızda ya da bir şeye ulaştığımızı düşündüğümüz anda o histen yoksun oluruz. Bütün eylemler hayatta kalmak ve anlamak üzerine kuruludur. Çünkü anlaşılmış hayat yaşanmış hayattır. Düşlerin sadece sürdükleri sürece gerçek olduğu söylenir. Aynı şeyi hayat ve ölüm için de söyleyebiliriz. Rüya gördüğünde ve uyanık olduğunda önemli olan iki durumun da farkında olmaktır. İnsanın bu farkındalığı yaratabilmesi için en etkili yollarından biri; kendini belirlediği rutinlerle güvence altına alması ve gündelik olanın içinde her şeye tekrar tekrar yeniden bakabilme yetisidir.

Bazen Sadece Durarak, Olduğun Yerde Kendine Bir İhtimal Yaratırsın

Şehir yaşamının içinde bir yerlere yerleşmeye çalışan Hirayama, yerini kendi yalnızlık alanları ve eylemleri içerisinde bulur. Böylelikle hayatla kurduğu o coşkulu ilişkinin kendisini terk etmesine hiçbir zaman izin vermez. Hirayama bunu yaparak mutluğu bir tercih olarak şimdinin içine, kendi belirlediği eylemlerin ya da eylemsizliklerin içine hapseder. Çünkü yaşamın ve yaşantımızın anlaşılabilmesi, tadına varılabilmesi için durup bakılmaya ihtiyacı vardır. Devinimsiz bir boşluğun içinde salınarak yaşama refleksini gösteren Hirayama, şehrin içinde yaşantısına ve hikâyesine tanık(lık)lar arar. Dinlediği müzikte, okuduğu kitabın satırlarında, öğle aralarında izlediği ağaçların altında, bakmaktan çekinmediği insanların yüzlerinde yaşamın kendisine ve hikâyesine hem tanık olur hem de kendi tanığını bulur. Bazen sadece durarak, olduğun yerde kendine bir imkân, ihtimal yaratırsın. Wenders, Hirayama’nın tanıklığı üzerinden Tokyo şehrine de bir güzelleme yapar. The Animals’ın “The House Of  The Rising Sun”, The Velvet Underground’ın “Pale Blue Eyes” şarkılarını duyduğumuz sahneler şehrin içinde süzülüyormuşçasına bir izleme deneyimi sunuyor. Şehirle karakterin bütünleşmesini izlerken yüzümdeki kasların gülümsemek için beni gıdıklamasına engel olamadım. Geriye dönüp baktığımda minicik bir anlatının içinde kocaman bir yaşama refleksi barındıran bu filmin benim için çok özel bir yerde olduğunu belirtip, fırsatı olan herkesin izlemesini isterim. Yazının bitimine doğru Nina Simone’dan “Feeling Good” şarkısını açıyorum. Nedenini filmi izlediğinizde anlayacaksınız.

Kendi Hayatımıza Egemen Olmanın Getirdiği Coşku Hali

İçine her şeyin boca edildiği bir çorba hayatımız. Tatlar birbirine karışmış. İştahla yaşayıp, hunharca tüketiyoruz her şeyi. İşin en önemli kısmı olan lezzeti, tat almayı unutuyoruz. Tuhaf bir aceleciliğin içinde kendimizden geçiyoruz. Yaşadığımız en basit ve bayağı şeyleri kutsallaştırıp onu gerçek olmaktan çıkarıp bir rüyanın içine hapsediyoruz. Sonra o rüyanın içinden çıkmak için tekrar gerçek olabileceğine inanacağımız bir şeyin peşine düşüyoruz. Başlangıçtan sonra yeniden başladığımız yere dönüp, oranın bağımlısı gibi davranıyoruz. Başımızı eğdiğimiz yerden kaldırıp biraz etrafa bakmak lazım. Dünyayı seyre dalmalı, çünkü her dakikası ayrı bir gösteri. Bazen umut verici, bazen tam tersi karamsarlığa sürükleyici. Bu seyrin niteliğini artıran unsur ise; kendi hayatımıza egemen olmanın getirdiği coşku. Kendi hayatını kendin yaratma ediminin beraberinde getirdiği kendini aşma arzusu ile daha fazla bakarız etrafımıza. Başka hayatların içinde gezinir, onlara bir şey bırakır ya da onlardan bir şeyler götürürüz. Her şey ve herkes hem tanıdık olur hem de yabancı. Bu iyidir. Kendimizi kaybetmeye ve bulmaya yarar. Çaba ve hayal kırıklığını tetikler. Andır kutsal olan, onun içine dalmaktır bizi bir şeyler yapmaya ittiren. Ona evet dediğin zaman tüm bir varoluşa evet demiş olursun. An dediğimiz durumu bazen bir çerçevenin içinde, bazen bir satır cümlede, bazen çıplak ayakla yürüdüğün doğanın içinde, bazen de fiziksel olanın ötesinde, içinde bir yerlerde bulursun. Hadi buyurun bir şeylere karışmaya ve kendimize tanıklar bulmaya…

Perfect Days’i MUBI’de izleyebilir, filmin müziklerinin yer aldığı albümü buradan dinleyebilirsiniz.

0
4086
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage