13 ARALIK, ÇARŞAMBA, 2017

“İyi Bir Komedinin İyi Bir Drama İhtiyacı Var”

1 Aralık’ta vizyona giren, yılın en iyi komedi filmlerinden biri olmaya aday Aile Arasında filminin Fikret karakteri Engin Günaydın ile bir araya geldik. Günaydın ile Fikret karakteri ve yaratım süreci, motivasyonları, Türkiye’deki komedi filmlerinin niteliği ve uzun zamandır üstünde çalıştığı projesi Hücreler oyunu ile ilgili yeni gelişmeleri konuştuk. 

“İyi Bir Komedinin İyi Bir Drama İhtiyacı Var”

Komedi filmlerinde yarattığı özgün karakterlerin yanında dramada da oldukça psikolojik bir oyunculuk performansı sergileyen Engin Günaydın, son olarak Gülse Birsel’in senaryosunu yazıp oynadığı Aile Arasında filmi ile karşımıza çıktı. Fikret karakteri ile filmin başrollerinden olan Engin Günaydın’a; Demet Evgar, Erdal Özyağcılar, Devrim Yakut, Fatih Artman, Derya Karadaş, Şevket Çoruh, Ayta Sözeri ve Devin Özgür Çınar gibi oyuncular eşlik ediyor. İzleyenlerden kısa sürede tam not alan Aile Arasında filminin tüm yaratım süreci, aşamaları ve sonuçlarını değerlendirdiğimiz Günaydın ile hayatı, Türkiye’deki sinema ve sahne sanatlarının durumu, rolüne hazırlanırken nasıl yollar izlediği gibi diğer konuları da detaylıca konuştuk.

Aile Arasında filmi tempolu ve oldukça komik bir film. Bu filme ilk karar verdiğiniz andan bugün vizyona girene kadarki süreçten bahsedebilir misiniz?

Filmin karakterleri aslında yeniydi ve bu anlaşılmak adına bir endişe yaratıyordu. Yani oynadığım karakter bana göre çok bilindik bir sinema karakteri değildi. Bizde komedi karakterleri biraz daha baskın, hâkim, biraz alaycı ve başkalarının hayatına müdahale eden, kendi içinde zeki ve bazılarına göre kıvrak zekaya sahip. Böyle karakterler çok sevilerek ve beğenilerek izleniyordu. Fikret karakteri kendi içerisinde kapalı, üzgün, ilişki kuramayan, zayıf bir karakter gibi duruyor. Burada onun komedisini nasıl ortaya çıkaracağız ve popüler bir komedi karakteri haline nasıl getireceğimiz biraz endişe veriyordu. Fakat ben de bu karakterleri iyi tanıdığım ve bu türden komediyle ilgili bir hayattan geldiğim için daha yakın buldum. Aslında ben Türkiye’deki karakterlerin böyle olduğunu düşünüyorum. Yani Türkiye’deki komedi karakterlerini ülkedeki karakterlere benzetemiyorum. Ama mesela benim oynadığım gibi bir karaktere daha çok benzetiyorum. Bu yüzden seyircinin bir bağ kuracağından emindik. Fakat nasıl bir bağ kuracağıyla ilgili endişelerimiz vardı. Ama sonra film vizyona girdikten, seyirciyle buluştuktan ve gişe rakamlarını gördükten sonra anladık ki seyircinin bu türden karakterlerle bağı çok güçlü. Böyle olunca ben de çok rahatladım. Çünkü böyle karakterleri yazmayı ve oynamayı çok seviyorum ve oynamaya da devam edeceğim. Bana çok renkli geliyor ve çok da geniş bir yelpazesi var. Fikret karakterinin kendi içerisinde zayıf, ilişki kuramayan ve bir nevi asosyal oluşu ancak film boyunca değişimi, daha baskın hâle gelmesi ve bunları yaparken saçmalaması filmin ana ekseniydi. Aktarılmak istenen bu kısım da başarılı oldu. Bu konuda Gülse’nin (Birsel) de benim de fikrim böyleydi çünkü. O da çok seviyor anti-kahramanları. Kara mizahta ve dramada seyirci anti-kahramanlarla daha rahat ilişki kurulabiliyor ama komedi filmlerinde biraz zorlayıcı olabiliyor. Anladık ki bu tip karakterlerin de seyirci ile bağı güçlü, işe yarar bir hâli var. Bu durum Gülse’nin de, benim de, hepimizin içini rahatlattı. 

©Nazlı Erdemirel

Gerçekten Aile Arasında filmi için akıllı ve üstüne düşünülmüş bir komedi diyebiliyoruz. Neredeyse son günlerde kahkaha atabileceğimiz zeki bir komedi filmi bulmak zorlaştı. Bu yüzden Fikret karakterinden bahsetmek istiyorum. Fikret karakteri için nasıl bir çalışma süreci geçirdiniz, karakter sizin için mi yazıldı veya ne kadarı senaryoda vardı?

Gülse çok uzun süredir beni tanıdığı için nasıl birisi olduğumu da biliyor. Dolayısıyla ne tür karakterleri sevdiğimi de iyi biliyor. Fikret tabii benim için de yazılmış bir rol. Çünkü bu konuda başarılı olacağımı biliyordu Gülse. Alanlarımı ve sınırlarımı nasıl bir seviyeye çıkarak bu alanları genişleteceğimi biliyordu. Evet benim için yazılmış olabilir ama Gülse’nin zaten böyle bir üslubu var. Önce kimin oynayacağını belirliyor sonra o kişinin yeteneklerine göre rolü genişletebildikçe genişletiyor. Dizide de özellikle bunu yapardı, filmde de aynı üslubu kullandı. Özellikle Demet (Evgar) ile aramızdaki ilişkiyi güçlendirmek adına maharet alanlarımızı iyi değerlendirdiğini düşünüyorum. Seyircinin kurduğu bağ ile zaten kafamdakiler daha da netleşmiş oldu. Bir de komedide dramdan farklı olarak başka bir hikâye süreci oluşabiliyor. Timing (zamanlama) denilen bir baş belamız vardır ve komedyenler hiç sevmez bunu. Ancak yapmak zorundadır çünkü seyirci ile ortak noktada buluşturan bir şeydir timing. Ancak burada bir kesinlik ve netlik yoktur, milyarda bir ihtimaldir timing bulabilmek. Onun için de sahne üzerinde veya komedi çalışırken olabildiğince herkesin esnek olabilmesi gerekiyor. Oyuncunun, yazarın hem de yönetmenin yani set üzerinde herkesin biraz esnemesi gerekiyor. Sette çok eğlenmek, neşe içerisinde olmaktan ziyade büyük bir stresle ve arayışla geçiriyoruz zamanımızı.

Ne kadar bir set süresi geçirdiniz peki?

Yedi hafta sürdü. Elbette bir filme göre çok uzundu ama sahnelere çalışma süremiz de otomatik olarak uzamış oldu. Yani sahneyi oynadık hadi bitti gözüyle bakılmıyordu. Herkes sahneye olabildiğince daha çok timing, daha çok espri koyabilmek için çabalıyordu. Bunun için de yeterli zamanımız vardı. İlk etapta acaba çok mu uzun diye düşünüyorduk ama sonrasında buna sevindik çünkü gerçekten zamanımız aslında tam yetecek kadarmış. Çünkü insan daha fazla çalışmak istiyor ve yedi hafta gibi bir sürenin varlığı oldukça iyi oldu.

Evet genelde hem prodüksiyon giderleri hem de diğer masraflar açısından üç hafta gibi sıkıştırlmış sürelerde bitirmek istiyor yapımcılar setleri. Ancak böyle bir film ortaya koyabilmek için yedi hafta göze batmıyor, yani sizin için de oldukça iyi olmuş.

Kesinlikle, ama üç hafta gibi sürelerde tamamlamak mümkün değil. Zaten ben film teklifleri geldiğinde ilk önce süresini soruyorum. Ne kadar sürede çekeceksiniz diye sorduğumda iki veya üç haftada çekileceği söylenirse senaryoya bakmıyorum. Çünkü bu mümkün değil benim gözümde ve filmler dünyanın her yerinde en az beş hafta setlerle bitiriliyor. Herkesin kendi kafasına göre zaman veya biçim üretmesini gerçekçi bulmuyorum. Bu yüzden iki-üç haftalık set sürelerini de gerçekçi bulamıyorum. Bu yüzden buradaki mantık hatasını fark ederek direkt senaryoyu reddediyorum.

Merak ettiğim bir konu da rolünüze partnerlerinizle mi, evde kendi başınıza mı, bir oyuncu koçuyla mı yoksa prova sırasında, o anda mı çalışıyorsunuz?

Sahne üzerinde aslında daha çok. Elbette genel tavır ve biçimlerimin hepsini önceden kendi başıma düşünüyorum. Ama en önemli konu sahne üzerinde partnerlerinizle kurduğunuz ilişki ve gerçeklik. Kesinlikle gerçeklik çok önemli. Yani benim evde çalıştığım bir şeyi sahne üzerine getirebilmem çok zor, çünkü çok kalabalık sahneler oluyor, herkesin tonunu bilmiyorum ve partnerimin hangi yönelişine, nasıl bir tepki verebileceğimi o anda bilebileceğim için bunu sahnede gerçekleştirmek daha doğru geliyor. Bu yüzden aslında o yedi haftalık sürecin içerisinde bu tip çalışmalar da dahildi. Böylece herkes kendi biçiminde kendi postürünü, gardını alabilme şansı da yakalamış oldu. Elbette dört hafta bir okuma provası ardından başlayan yedi haftalık bir çekim süreciyle tamamlanmış oldu proje. İlk okumalar, ikili çalışmalar ve hafif ayaklanmaların ardından kameraların gelmesiyle birlikte bir netlik kazanmaya başladı. Oyuncu özellikle komedyenler her provada timing’ini belli etmek istemez çünkü bir sahneyi üç kere aynı performansla oynarsanız artık esprinize alışırsınız ve gülmemeye başlarsınız. Bu sebepten neredeyse herkesin timing’lerini gösterebilmek için seti bekletmesi gerektiği de oldu.

©Nazlı Erdemirel

Genelde komedi filmlerinin karakterlerini seyirci olarak derinlemesine sorgulamayız ama oyuncu için hepsinin uğraş gerektiren bir yaratım süreci ve toplumsal yansıması vardır. Fikret’i yaşadığımız dönemle veya geçtiğimiz dönemlerle kıyaslarsak toplumda nasıl bir figür oluşturduğunu söyleyebiliriz? 

İnsanlar zaman zaman ilişkilerinde, iş hayatlarında vs çok berbat zamanlar yaşayabilirler. Her şey birdenbire çok kötü gidebilir ve sizi ağır bir depresyon bekliyor olabilir. Fikret’in sevdiğim tarafı da bu. Çok ağır bir şeyler yaşayıp, ağır depresyon döneminde yeni bir hayatla karşılaşıyor ve tekrar kendiyle bağlantı kurup fabrika ayarlarına geri dönüyor. Toplumda çok karşılaştığımız bir şey, insanlar bazen çok zor durumlara düşüyorlar ve herhalde hayat bitti diye düşünebiliyorlar. Oysa başka çıkışlar veya yeni bir hayat onları bekliyor olabilir. Bu yüzden kötü deneyimler karşısında insan kendini kapatmamalı. Yani tamamen kapatmalarının bir anlamı yok. Belki eskisinden çok daha iyi bir hale de gelebilirler. Bu yüzden Fikret’in toplumdaki karşılığı ne dersek; insanın başına gelenlere karşı değişimler geçirip, yeni bir yaşama başlama ihtimalinin ifadesi diyebiliriz.

Karakterin gelişim ve dönüşümleri ile ilgili ne düşünüyorsunuz. Yaşam pratiğindeki bağlantısı nasıl kurulurdu?

Fikret’in gelişim ve dönüşümlerini kesinlikle doğru buluyorum öncelikle. İnsanların sıkıntıların içerisinde kendileri kapatmasından çok yeniliklere açık bir şekilde ilerlemesini doğru buluyorum. İnsan da aslında bir nevi kullandığımız telefonlar gibi. Nasıl telefonlarımıza güncellemeler geliyor ve yenileniyor, insan da kesinlikle olaylar ve deneyimlerle güncellenip, yenileniyor aslında. Fikret gibi herkesin pratikte de kendini güncellemesi ve açık olması gerekli. Yoksa başka türlü, daha karanlık bir psikolojinin içinde bulur kendini. Zaten o zaman da perdeye taşımak istediğimizde daha karanlık bir film karakteri olarak karşımıza çıkardı ve muhtemelen de gülmezdik. (Gülüyor)

Sizi izlediğimizde daima Engin Günaydın imzası taşıyan bir üslupla karşılaşıyoruz. Tikleri olan, kararsız, anı anına uymayan, fevri kararlar veren bir karakter daima oluyor. Karakterlerinizi yaratırken referans noktalarınızdan, sizinle olan ilişkisinden ve motivasyonunuzu sağlayan unsurlardan söz edebilir misiniz? 

Çıkış noktam tamamıyla kendim. Kendi psikolojim. Ben psikolojik bir oyuncuyum. Psikolojiyi de severim. Peki referansı nereden alacağım, çünkü gözlemle yapılabilecek bir konu değil bu. İnsanlar bu konularda çok kapalıdırlar ve bazı bilgileri sosyal hayattan çok fazla alamazsınız. Burada en fazla baz alınacak yer psikolojidir. Zaten zor olan da bu. Kendi psikolojinizi parçalayarak, bölerek, kes yapıştır yaparak sahneleri oynuyorsunuz. Oyuncunun psikolojisini yaralamasının, zorlamasının nedenlerinden biri de aslında bu. Bu durum özellikle psikolojik oyuncular için daha çok geçerli. Dramada da komedide de referans olarak kendimi alıyorum. Ben neye gülüyorum. İlk önce benim için komik olması veya dramada da önce beni ikna etmesi gerek. Yani ben neyi izlemek istiyorum. Çalışırken herhangi bir tekniğe sırtımı yasladığım zaman benim için o rol sıradanlaşıyor. Benim için her çalışma yeni bir durum olmalı psikolojim açısından. Ben bir avizeci olsaydım, böyle bir hayatın içinde olsaydım, böyle bir eşim olsaydı ve beni terk etseydi ne yapardım gibi bir psikolojinin içine girerek düşünmeye başlıyorum. Sonra benim kendi karakterime uyanlar oluyor, uymayanlar oluyor onları ayıklamaya başlıyorum. Üstüne bir şeyler koyuyorum ama kesinlikle referanslarım ve reflekslerim hep benim psikolojik durumumla alakalı oluyor. Çünkü beni üzen bir şeyi sahnede oynamalıyım ya da beni güldüren bir şeyi oynamaya çalışmalıyım. Böylece kendimi izlerken bu beni de mutlu edebiliyor. Çünkü beni de güldürmesi önemli. Mesela filmi seyirci ile izlerken ben kendim oynuyorum diye düşünmedim ve herkesle birlikte izlerken ben de güldüm. Elbette sette çekim yaparken yaptığınız her şeyi aklınızda tutamıyorsunuz. Çünkü çekerken oyuncu olarak bir hayalin, dalgınlığın ve rüyanın içinde gibisiniz. Bu bir uyku hâli gibi değil de kontrollü bir odaklanma gibi. Bu konsantrasyon partneriniz için de, izleyici için de iyi oluyor tabii. Önemli olan sahnede yeni bir şey yaratabilmek. Bu beni en zorlayan tarafı, çünkü bu konuda fazlaca hassas olduğum için yeterince uyuyamıyor veya sağlığıma gerekli özeni gösteremiyorum. Bu yüzden de bazen fazla çalışmaktan kaçıyorum çünkü bu psikolojime de iyi gelmeyebiliyor. Süreçte bu sefer neye mutlu olduğumu unutmaya başlıyorum ve karakteri ortaya koyana kadar depresif bir ruh halinde olabiliyorum.

Aslında birçok oyuncu açısından rolün yaratım sürecinde bu türden gitgellerin yaşandığını söyleyebilir miyiz?

Kesinlikle, ama tabii psikolojik oyuncular, bir de teknik oyuncular var. Yani ayırmak gerekirse bazıları çok teknik bir biçimde hareket ederler. Öyle tercih ederler ve öyle oynamak hoşlarına gider. Bazıları da psikolojik bir yönelişle oynamak ister. Ben psikolojik oyunculuğu tercih edenlerdenim.

Oyuncu açısından bu biraz daha tatmin edici sanırım?

Benim için daha zor ve sonuçlarından daha mutlu olduğum için bu hoşuma gidiyor. Eğer teknik bir oyuncu olsaydım sonuçlarını kestirebilirdim ve bu da benim için zaten zevkli olmazdı.  

Bugüne kadar çok farklı sinema filmlerinde ve dizilerde performans gösterdiniz. Ana akım filmlerden arthouse filmlere kadar geniş bir yelpazeniz var. Televizyon ile sinemada yaptığınız işleri kıyaslayarak oynadığınız karakterlerinizden sizi en çok etkileyenlerden bahsedebilir misiniz? 

Öncelikle rolü kabul ederken psikolojimde bir karşılığı var mı buna bakıyorum. Eğer varsa rolü kabul ediyorum. Yoksa hani başka dış etkenlerden dolayı bu film iyi olur, kariyerime iyi gelir gibi sebeplerle rolü kabul etmiyorum. Psikolojim eğer bunu istiyorsa ve ben de bunu yapabilirim gücünü hissediyorsam o işe evet diyorum. Onun için de bütün oynadığım karakterlerin psikoljimde bir karşılığı vardır. Mesela Yeraltı’nda oynarken korkunç derecede yalnız, ezik, nasıl desem bazen güneşe bakamazsınız hani hamamböceği gibi hissedersiniz aynen öyle bir dönemimdeydim. Ve evet dedim bu rol benim şu an ki ruh halime uygun ve bu rolü çıkartabilirim. Çünkü böyle bir ruh halinde zaten gidip komedi oynayamazdım. Her şeyden önce başarılı olacağımı düşünmüyordum. Komedi oynamak için de insanın kendinde komik bir hâl olmalı çünkü. Ben iki-iki buçuk sene hiç çalışmadım ve tamamen dinlendim. Çünkü psikolojik olarak çok yorulmuştum ve dinlendikten sonra yavaş yavaş kendimi iyi ve komedi oynamak için de hazır hissetmeye başladım. Esasen artık az ve öz işler yapmak istiyorum bu yüzden de bekliyorum. Benim hayatım hep beklemekle geçer.

Size komedi ile ilgili özel düşüncelerinizi sormazsam olmaz. Dünyada çok farklı komedi türleri yapılıyor. Bugün Türkiye’nin komedide geldiği noktadan, nitelikli komedinin olmazsa olmazlarından, sizin komik bulduğunuz şeylerden, komedi anlayışınızdan ve seyirciye ulaşabilip, anlaşılır olabilmek için gerekli olan unsurlardan bahsedebilir misiniz?

İlk önce, sinema, bir de komedi vardır. Yani komedi sineması vardır. Ayrı bir konudur aslında sanki ayrı bir kulvar, ikinci bir yer gibidir komedi. Türkiye’de yapılan komedilerin en büyük problemi toplumu ve karakterleri iyi tanımamak, karakterleri hafife almak, küçümsemek veya dalga geçilir insanlar gibi görmek. Bu yüzden komedi işleri fazlaca saçmaladı bence. Yani Türkiye’deki karakterlerin bir düşünce biçimi ve hayata karşı bir duruşları var. Bunlarla ilgili hiçbir bilgi yok ya da öylesine saçma sapan insanlar gibi gösteriliyorlar. Bu da bana saçma geliyor. Bunun sebebi de kendi toplumumuzda yaşadığımız karakterleri iyi tanımayıp dolayısıyla iyi sahnelememekten kaynaklanıyor. İkincisi iyi bir komedinin iyi bir drama ihtiyacı vardır. Oyuncu veya rol kişisinin, filmdeki hikâyesinin nerede başladığı, başına ne geldiği ve sonrasında ne olduğuyla ilgili bir draması olmuyor. Bu yüzden çoğu film komik mi, o karakter neden yerlerde sürünüyor, neden öyle konuşuyor ve neden öyle davranıyor gibi şeylere anlam veremememize neden oluyor. Bu son zamanların Türk komedisinde gördüğüm büyük problemlerden. Ama öncesinde böyle değildi. Yani Yeşilçam komedisinde sağlam bir drama vardı ve karakterler toplumun tanıdığı karakterlerdi. Belki biraz şablonikti ama doğruydu karakterler. Dolayısıyla sağlam bir drama zemininde doğru bir komedi oluşturuluyordu. Sonrasında komedi tali yola girdi ve herkes kayboldu gitti. Bence doğru yer Yeşilçam komedisiydi ve onun bir devamı olmalıydık. Çünkü çok doğru senaryolar vardı. “Namusluymuş namussuz” gibi bir final cümlesiyle tüm filmi anlatan, bu ağırlıkta filmler vardı ve bu türden filmlerin devamı gelmedi. Daha çok nereden para kazanabileceği kaygısıyla yapımcılar, yönetmenler ve hatta oyuncularla bir çıkmaza girdi komedi. Ama ben Türk komedisini çok etkin ve dünyada önemli bir yerde görüyorum. Komedyenlerimizi de çok başarılı buluyorum. Hâlihazırda müthiş bir sektörel gücümüz var. Neredeyse çöplerde Alexa kameralarımız var ve dünyanın en iyi kameralarıdır bunlar. Burada merak ettiğim bu kadar iyi teknik olanaklara sahip olup, bu kadar sağlam ekipleri olan, komedyenleri ve yönetmenleri olan bir ülkede neden bu kadar zorlanıyoruz. Bunun sebebi belki de Türkiye’yi iyi tanımamak, gezmemek, basite almak veya üstüne uzun uzun düşünülmemiş senaryolar yaratmak olabilir. Elbette bunlar da komedimize zarar verdi. Yine de hiçbir şey için geç değil. Ben bizim komedi anlayışımızın dünyada söz sahibi olabilecek güçte olabileceğine inanıyorum.

©Nazlı Erdemirel

Son zamanlardaki komedi filmlerinin kolaya kaçılmış içeriklerine ve gişe sonuçlarına bakıldığında Aile Arasında’nın akıllıca işlenmiş mizahının ilk haftalarda elde ettiği başarısı umut vaadediyor. Elbette her film gişesini düşünse de Aile Arasında’nın samimi bir yerden, anlaşılıp anlaşılmamaktan korkmadan dürüst bir mizah ortaya koymak için çabaladığı görülebiliyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Aslında başlarken seyirci bu tip filmleri sevmiyor diye bile düşünüldü. Gerek yok böyle şeyler yapmayalım çünkü seyirci daha basit ve hafif şeyler seviyor denildi. Ama görülüyor ki seyirci aslında iyi olanı seviyor. Sonuç da bunu gösteriyor. Bence her zaman seyirci iyi olanı sevdi ama önüne konulmadı. Eğer önünüzde hep benzer işler varsa alternatifi düşünmez ve daha iyisi var mı diye sormazsınız. Ben de sormam elbette. Bir süre sonra alışırsınız. Ama unutmamamız gereken şey sinema arşivleniyor. Bunun 30-40 yıl sonrası var. Bugünün çocukları çok zeki bir biçimde büyüyorlar ve onlar tarafından gelecekte dalga geçilecek işler yapmış birisi olmak istemiyorum. Bu yüzden iyi işler yapmak için hep çabalamalıyız. Sanıyorum son zamanlarda Borat tarzı filmlerden yayıldı bu komedi anlayışı. Başkalarının hayatına müdahale etmek, aşağılamak, küçümsemek sanki komedinin ana zeminiymiş gibi algılanıyor. Ve ben bir komedinin zemininde başkalarının hayatıyla dalga geçmek gibi şeylerin olmasını gerçekten çok ayıp buluyorum. Sinemanın ne bir şeyi kötülemesini ne de yüceltmesini doğru buluyorum. Hayatın gerçeğinde ne kadarı varsa o kadarını dürüstçe göstermesi daha doğru geliyor. Zaten sinemanın bu objektifliğini ve sırtını insana yaslayan tarafını sevdiğim için hep içinde yer aldım.

Aile Arasında filminin kamera arkasının da oldukça eğlenceli olduğu görülüyor. Elbette kadronun etkisini düşününce bu duruma şaşırmıyoruz. Set boyunca yaşadığınız eğlenceli, ilginç veya kritik deneyimlerinizden bahsedebilir misiniz?

Performansların çok yoğun olduğu bir film olduğu için herkes diken üstündeydi. Herkes çok yoruldu. Kadromuz komedyen kadrosundan oluştuğu için herkes sürekli sahneleriyle meşguldü ve durmadan çalıştı. Kendi aramızdaki eğlencelerden çok seyirciyi biraz daha güldürme peşinde olan dimdik, çok çalışan, parlak zekalı, enerjileri ve performansları çok yüksek bir kadro olarak işin başındaydık. Kamera arkası ve set ekibimiz de çok güçlüydü. Tüm bu koca ekiple oldukça dürüst, ahlaklı ve güzel bir iş ortaya koymaya çabaladık. Ama setin genelinde hep yüksektik ve tüm setin genellikle böyle geçtiğini söyleyebilirim.

Kariyerinize ilk başladığınız zamanlardan bugüne kadar oyuncu olarak elbette birçok konuda dönüşüm geçirmişsinizdir. Kariyer yolculuğunuzda not ettiğiniz, hayatınızda değişimler yaratan veya bakış açınızı hem iş hem özel hayatınızda değiştiren önemli şeyler nelerdi?

Ben bütün işlerime karşı aynı özen ve dikkatle hareket ettim. Yaptığım bazı şeyler geniş kitleler tarafından izlenildi ve beğenildi. Bu beni çok mutlu etti. Ama kariyerimin başından beri tüm rollerime aynı özen ve ahlakla yaklaşmaya çalıştım. Ama tabii hepsinin sonuçları farklı oldu. Bana başka şeyler getirdi. Mesela Burhan Altıntop karakteri geniş kitleler tarafından tanınma ve kendi mizah anlayışımı ortaya koyabilme şansı tanıdı. Yeraltı filmi, oyunculuğumla ilgili başka bir taraf gösterdi bana. Vavien, yazarlığımla ve kara komediyle ilgili bana bambaşka şeyler kazandırdı. Aslında her işime aynı özveriyle yaklaştım ama sonuçları hep bambaşka oldu. 

Hücreler oyunu sizin yazdığınız ve üzerinde uzun yıllardır titizce durduğunuz bir proje. Bu projeyle tiyatro adına nasıl bir değişim veya etki yaratmak istiyorsunuz. Bu oyundan ve ne zaman hayata geçeceğinden bahsedebilir misiniz?

Eğer her şey layıkıyla yapılırsa çok geniş kitleler tarafından sevilecek bir proje olacağını düşünüyorum. Ama herhangi bir zayıflık veya aksaklık yüzünden sorunlu bir proje hâline gelmesinden korkuyorum. Her şeyin mükemmel olmasını istediğim bir proje. Bu yüzden uzun yıllardır beklettiğim ve üstünde durduğum bir oyun. Hatta ben dekorlarını ve kostümlerini bile daha önce yaptırmıştım bu projenin. Çok kafama uygun olmadığı için hepsi çöpe gitti. Ama elbette bunlar da benim için bir prova oldu. Artık şurası olmamış veya şöyle olmuş dediğim bir proje olarak karşıma çıksın istemiyorum. Şimdi bu projeye hazır hissediyorum ve projeyi dört dörtlük bir biçimde sunabileceğimizi görebiliyorum. Zaten önümüzdeki ilk işim bu olacak. Kaç yıldır yüzdüm yüzdüm kuyruğuna geldim, az bir şey kalmışken bırakmak olmaz diye düşünüyorum. 

Biraz Hücreler’in konusundan bahsedebilir misiniz?

Oyun insan vücudunun içinde geçiyor. Bu yüzden dekoru, kostümü her konuda yeni bir dünyası var. Sahneye konurken çok dikkatli olunması gereken bir oyun. İnsan vücudu yüz trilyon hücrenin yaşadığı büyük bir imparatorluk. İnsan vücudunu da iyice inceledim bu oyunu yazarken. Büyük bir imparatorluk yönetiyoruz aslına bakarsanız. Çoğu zaman da vekil müdürlerle yürütüyoruz tüm bu imparatorluğu. İşte zihnimiz yürütüyor mesela ama kendimiz bakmıyor gibiyiz sanki birisi baksın der gibiyiz içeride. Sanki bazen bizimle alakalı değil gibi zihnimiz. Oyun zaten şu sloganla çıkacak: “Yalnız değilsiniz sizin için çalışan trilyonlarca hücre var”. Vücudumuzun ne kadar kalabalık, renkli ve bizim için çalıştığını anlatmak istiyorum insanlara. Bu kadar kendimizi bırakmanın, salmanın veya saçmalamanın manasının olmadığını söylemek istiyorum. Hâlâ daha insan gözünün görebildiği kalitede bir kamera yapılabilmiş değil. Bugün bir implant dişe kaç bin dolar diyorlar dolayısıyla benim, yani bizim dişlerimiz de çok pahalı. Aynı şekilde dünyanın en pahalı hoparlörleri olan kulaklarımız da dahil. Yani bu kadar pahalı şeylere sahip insanın bu kadar kendini bırakması ve kaybolmasını anlamsız buluyorum. İnsanlara şunu söylemek istiyorum; çok pahalısınız, çok değerlisiniz, bir silkelenip kendinize gelin ve yönettiğiniz bu koca imparatorlukla hayata yeni bir gözle bakın. 

Sanırım böylece kimse kendini bir başınayken yalnız hissetmeyecek. Herkes kendi başına kalabalık bir partinin içinde gibi hissedebilir artık. Peki oyunda oyuncu olarak yer alacak mısınız?

Oynamak istiyorum çünkü bu kadar emek verdikten sonra bu kalabalık partinin içinde ben de yer almak istiyorum. (Gülüyor) Gerçekten uzun sürecek bir parti olacağını ve bu partinin başka şehirlerde de sürdürülebileceğini düşünüyorum. Aslında bu oyun benim bir hayat partim olacak. Önceden büyük bir tiyatro kurmak istiyordum ama artık bir sahneye sahip olmanın bir öneminin olmadığını düşünüyorum çünkü yeterince sahne var ve önemli olan artık projenin kendisi. 

©Nazlı Erdemirel

Tam da tiyatro konusu açılmışken Türkiye’deki mevcut sahne sanatlarının durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Ekran seyircisini de çok iyi tanıyan bir oyuncu olarak sahne sanatları dâhilindeki sanatçı ve seyirci dinamiğine etkili olabilecek önerileriniz neler olurdu? 

Şuradan başlayabilirim şu konuya; Amerika’yı ele alalım. Biz nereden tanıyoruz Amerika’yı ve Amerikan kültürünü? Sinemadan, müzikten, sanattan… Hâlbuki 12-13 saat uçak yolculuğuyla ulaşılan ve dünyanın diğer ucunda bir yer bizim için. Ama her şeyini, her yerini çok iyi tanıyoruz gitmesek bile. Müthiş de bir ticari yer aynı zamanda. Türkiye’nin sektörel olarak her şeyi hazır, dünyaya kendisini ancak sinema, gösteri sanatları, müzik ve sanatla gösterebilir. Ürettiği ürünlerini sinemayla birlikte kolayca satabilir. Yani Amerika bunu yıllardır yapıyor. Kozmetiği, giyimi, arabasıyla kendi kültürünü filmlerin içine koyarak kolayca satabiliyor. Bu anlamda Türkiye’de de bu tarz alanlara karşı bizim yapacaklarımızdan çok bir devlet politikası etkisi olmalı. Sahne, oyuncu, sinema salonu, müzisyen ve tüm bu kültürü yayabilecek ve aktaracak alanlara yatırım yapılması gerekiyor. Türkiye de sahnelerini, sinema salonlarını Avrupa standartlarında tutmalı mesela. Eğer diğer ülkelere bir şeyler satmak istiyorsa önce kültür yayılımından başlamalı. Çünkü kimsenin desteği olmadan hem Türk televizyonu hem de sineması zaten bir biçimde başarıyor. Bugün yaptığımız diziler 52 ülkede yayımlanıyor. Sinemaya, müziğe ve diğer sahne sanatları dahilindeki alanlara yatırım yapılabilirse Türkiye’nin önünün daha da açılacağını düşünüyorum. Üstelik sektörel olarak oturmuş durumdayız, yılda 300 film yapabiliyoruz. Salonlarımız da hiç fena durumda değil bu yüzden geç kalınmış olduğunu düşünmüyorum. Burada yapılabilecek en önemli şey yeni yazarlara olanak vermek, kendi iç dünyamızı ve kültürümüzü yansıtan, anlatıları doğru bir yerden ele alacak projeler üretebilmek. Böylece insanları kişisel iç dünyamıza özendirebiliriz. Erkan Can’ın çok hoşuma giden bir lafı var: “Emekleyen, ayağa kalmak isteyen bir bebeğe benzetiyorum Türk sinemasını, biz onun elinden tuttukça ayağa kalkacak” diyor ve ben de bu sözü çok doğru buluyorum. Bu yüzden sinemada da tiyatroda da kendi tarzımızı ve dilimizi bulmamız gerektiğini düşünüyorum.

Neler izliyorsunuz? Tiyatro, sinema veya internette neleri takip ediyorsunuz? Son zamanlarda sizi etkileyen işlerden bahsedebilir misiniz?

Son zamanlarda çok fazla Hücreler ile ilgileniyorum. Bir de yeni bir projeyle ilgilendiğim sıralarda bir şeyler izlememeye çalışıyorum. Çünkü her şey kendi içinde üzgün olsun istiyorum ve benim projeme benzeyen bir şeylerle karşılaşmak moralimi bozabilir diye izlemek istemiyorum. Şu an üretme dönemimdeyim ve bir an önce projelerimi seyirciye sunmak istiyorum. Bunlar bittikten sonra izlemelerim başlıyor. 

Hücreler dışında üzerinde çalıştığınız yeni bir projeniz var mı?

Hücreler’den sonra filmler var sırada bekleyen. Bir süre film ve tiyatroyla devam etmek istiyorum. Ancak televizyonla ilgili bir şey yapmayı bu ara düşünmüyorum. 

https://www.youtube.com/watch?v=N-hyXVxNNjM

0
23768
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage