Geçtiğimiz sezon farklı dili, kurgusu ve görselliğiyle adından çokça söz ettiren The Young Pope uzun bir aranın -dört sene- ardından, yeni sezonuyla, yeni ismiyle -The New Pope- ve yeni bir papayla bekleyenlerle buluştu.
İlk sezonda, öncesinde kendisine böyle bir rol verileceği söylense asla kafamızda oturtamayacağımız Jude Law’ı müthiş papa performansıyla izlemiştik. Alışılmışın dışında genç ve yakışıklı, bir o kadar da zeki ve etkileyici bir karakterdi. Öncelikle iki sezonun farklı isimlere sahip olmasına rağmen birbirinden bağımsız olduğunu sanmanın büyük bir yanılgı olduğunu belirtmek gerek. The New Pope adından da anlaşılacağı üzerine yeni bir papa ile The Young Pope’un devamı niteliğinde.
Yazıya The Young Pope’tan bahsederek başlamak mantıklı olacak. İlk sezon şeytan mı melek mi ikileminde izlediğimiz, kıvrak zekasına ve cüretkâr tavrına hayran olduğumuz, Jude Law’ın canlandırdığı Amerikalı, Papa XIII. Pius adlı genç papa kendisi bile bu göreve nasıl seçildiğine inanamıyor. Bundaki en önemli faktör ise genç yaşı. İddialı karakteri sebebiyle Vatikan’da da kabul görmesi çok hızlı olamıyor. Ancak onu tanıyan herkes zaman içinde büyüsüne kapılarak hayatındaki en özel yere konumlandırıyor. Şimdiye dek gelen bütün papalardan farklı bir tarza ve karaktere sahip biri karşılarındaki. Vatikan’da reklam ve pr ilişkilerini yöneten kişinin her papada yapıldığı gibi, fotoğrafının çekilip kupa, tabak, küllük gibi pek çok objeye basılması teklifi karşısında verdiği cevap daha en baştan nasıl bir papayla karşı karşıya olduğumuzun sinyallerini veriyor. Vatikan’ın resmi fotoğrafçısının acilen işten çıkarılmasını, asla fotoğrafının çekilmemesini ve ilk vaazında loş bir ışık ve sadece koyu bir siluetinin görünmesini istiyor. Bu istekler Vatikan çalışanlarını şok ettiğinde ise şu cevabı veriyor: “Beni göremeyecekler çünkü ben yokum”. Kendi varlığının önemsizliğinin altını karşısına çıkan her fırsatta çiziyor. Kendini anlatmaya çalışırken birtakım sorular soruyor ve alamadığı doğru cevapların ardından kendisi cevaplıyor sorularını: “Son yirmi yılın en ünlü yazarı kimdir? -Salinger. En önemli sinema yönetmeni? Kubrick. Modern sanatçı? Banksy. Elektronik müzik grubu? Daft Punk. Kendi alanında önemli olan bu kişileri birbirine bağlayan o görünmez bağ, o kırmızı ip nedir biliyor musunuz? İnsanların kendilerini görmesine izin vermezler. Fotoğraflarının çekilmesine izin vermezler.” Herkesi şaşırtan bu teorisiyle papa rolüne bir rockstar tarzıyla yaklaşıyor. Bu yaptığının sebebi mütevazılık değil, çok daha büyük etkiler uyandırma isteği.
Sezon boyunca çevresindekileri de bizi de tanrı inancının belirsizliğiyle şüpheye düşürüyor. Kahvaltıda diyet vişneli koladan başka bir şey içmiyor, Vatikan yasaklarına kulak asmadan sigara içiyor. Yenilikçi hâli ve tavrıyla Vatikan’ın üzerindeki ölü toprağını silkeliyor. Tam bu deli-dahi papaya biz de Vatikan ahalisi de alışmışken sezon bitiyor ve işte bu yüzden dört sene boyunca yeni sezon iple çekiliyor.
The New Pope’ta çok uzun süre Papa XIII. Pius’u göremiyoruz. Çünkü kendisi komada ve herkes bu yüzden yasta. Uyanma ihtimali sebebiyle kilise uzun süre papasız kalıyor, kimsenin gönlü yeni bir papa seçmeye el vermiyor. Kısa süreli görevde kalan başarısız bir papanın ardından kilise uzun ısrarlar sonucu yeni papasını buluyor: Papa III. John Paul. Papa XIII. Pius gibi nevi şahsına münhasır bir tip. Bu rolde de usta oyuncu John Malkovich’i izliyoruz. Sevgi dolu ve babacan bir papa figürüyken aynı zamanda hayata küsmüş kendini cezalandırmak isteyen bir papa III. John Paul. Tıpkı XIII. Pius gibi geçmişinden ve ailesinden gelen sorunları, yalnızlıkları ve hatta pişmanlıkları yanında taşıyan, kendi tabiriyle çok kırılgan biri. Göreve geldiği günden beri XIII. Pius hayranlığıyla mücadele ediyor. Komada olmasına rağmen halk üzerindeki etkisini yitirmeyen XIII. Pius’un uyanması umuduyla hayranları her gün odasının önünde bekliyor ve hatta Vatikan’ın bahçesinde uyuyorlar. Öyle bir takıntıya dönüşüyor ki radyo yayınından nefesi yayımlanmaya başlıyor, insanlar kaç nefeste bir iç çektiği üzerinden teoriler ve mesajlar üretmeye çalışıyor. Tanrının onu sevmediğini ve kötü biri olduğunu düşünen yeni papa da tüm iç çekişmelerinin yanında bir de bu hayranlıkla mücadele etmek zorunda kalıyor. Terör, mülteciler, evlilik dışı ilişkiler, hamile kalan rahibeler ve cinsel tercihlere bu sezon da yer veren dizi ayrıca iki önemli ismi konuk oyuncu olarak ağırlıyor. Marilyn Manson ve Charlize Theron kendi kimlikleriyle diziye minik sahnelerle konuk oluyorlar.
Derken Vatikan halkı gibi bizim de heyecanla beklediğimiz XIII. Pius mucizevi bir şekilde uyanıyor. İki papayla baş başa kalan kilise, kafası karışan halk ve değişen, dönüşen bir XIII. Pius karşımızdaki. Ve onun umutsuz bir komadan uyanışına şaşıran ve İsa misyonunu üzerine yükleyen bir halk.
En az ilk sezonu gibi başarılı bir kurgu ve görselliğe sahip olan The New Pope tek bir bakış açısı olmadığını ve her kişinin, olayın iyi ve kötü diye algılanabilecek bir yönü olabileceğini vurguluyor. Mutlak bir gerçekliği reddediyor ve oldukça felsefik diyaloglarıyla da bunu bize gösteriyor. Dizinin yaratıcısı ve yönetmeni olan, aynı zamanda senaristleri arasında da yer alan, Youth, The Great Beauty gibi filmleriyle tanınan Paolo Sorrentino, ayakta alkışlanacak bir iş çıkartıyor ortaya. Her şeyden çok görsel diliyle yapıyor bunu. Filmin rönesans tablolarını andıran görselliği, neon haçlar, dans eden rahibeler, böcek ve solucan metaforları başlı başına saykodelik dilini gözler önüne seriyor. Görsel şölen niteliğindeki her sahne bir o kadar da minimal ve metaforlarla dolu.
Rockstar tarzıyla farkını ortaya koyan XIII. Pius komadan uyandıktan sonra onu özleyen halk ile kucaklaştığı ve konserde hayranlarının kucağına kendini bırakan starlar gibi kucaklarda süzüldüğü sahneyle hafızalarımıza kazınıyor. Ve bize veda ediyor. Son sahnede ise yerini dizinin gizli kahramanı Kardinal Voiello’ya bıraktığı şüphesiyle bizi baş başa bırakıyor. Görselliğinden daha satırlarca bahsedilebilecek olan The New Pope jeneriğini kolay kolay atlayamayacağınız bir dizi. Çünkü birbirinden farklı her jenerikte rahibelerin çılgın seksi danslarına tanık oluyoruz. Climax filmi tadındaki bu sahnelerde masumluğundan eser kalmayan rahibeler neon bir haçın önünde Sofi Tukker’in diziyle özdeşleşen Good Time Girl şarkısında dans ediyorlar. Jeneriği geç-erseniz çok şey kaçırabilirsiniz.
https://www.youtube.com/watch?v=sgwYToaSQ90