2010 yılında Galata’da kurulan Kam, Gülbaba Records etiketiyle yayımlayacağı üç şarkılık Kuz EP’sinin ilk paylaşımını “Tünel” ile 2021 yılının sonlarında yaptı. Kam ile beraber, doğaçlama müziği, konserleri ve grubun bugüne kadar olan yolcuğunu konuştuk.
Saykodelik ve Anadolu motiflerinden beslenen müzikleri ile kendi isimlerini taşıyan ilk albümü KAM’ı 2019 yılında yayımlayan Kam, şarkılarında deneysel folk-rock ve caz etkilerini Doğu’nun elementleri ile aynı eksende harmanlıyor. Trompet, klavye ve gitarın birbirlerine olan doğaçlama uyumu, kendi söylemleriyle, anlatıcıya kulak vererek zaman içinde bir hâl alıp onu an’a sunuyor.
Sorularıma grubunuzun ismini sorarak başlamak istiyorum. Kam’ın kelime anlamını araştırdığımda Farsça sevgi, arzu anlamına geldiğini, Türkçede ise şaman anlamını taşıdığını gördüm. Kam’ın isim hikâyesi ile birlikte grubunuzun kuruluş öyküsünü bizlere aktarabilir misiniz?
Can Ömer Uygan: Evet, senin de söylediğin gibi Farsçada dilek, zevk, mutluluk; Orta Asya ve Anadolu’da baksı, şaman, rahip hatta aşık ya da halk ozanı; Osmanlıcada an, zaman, yüzyıl ve sese kulak vermek anlamında kullanılıyor. Böyle anlamları olan bir kelime beni çok heyecanlandırmıştı ve biz de bu anlamlardan bize en yakını “sese kulak vermek” olanını sahiplendik diyebilirim.
İsmin geldiği yer de biraz benden kaynaklanıyor. 2007’de Gevende’den ayrıldıktan sonra farklı farklı gruplarda çalmaya başladım, fakat kendi müziğimi icra eden bir alışkanlığım/geleneğim olduğu için yeni bir grup kurmak ve kendi müziğimi çalmak istiyordum. İşte bu grup için bir isim ararken karşılaştım Kam ismi ile. Anne tarafım Yörük ve Çerkes. Bu yüzden hâlihazırda göçebe kültürlere bir ilgim vardı. Ben de Orta Asya ve Anadolu’daki göçebe kültürleri biraz daha araştırmaya başladım. Bu yolda giderken Kam ismi ile buluşmuş olduk. Tam da bu sıralarda, 2010 yılının Ekim ayında, o dönem birlikte de çaldığım Şenol Küçükyıldırım’dan onun başını çektiği ve bir öncekine tek başıma solo olarak katıldığım “Başka Sesler - Başka Şeyler” festivaline katılmak üzere bir çağrı aldım. Bu sefer solo değil grup olarak çıkmak istiyordum ve o dönem Galata’da ev arkadaşı olduğum Taner Yücel (Gitar) ve Fehmican Gözüm (Saksafon) ile evde zaten sürekli bir çalma hâlimiz vardı. Yine aynı dönemde, Eskişehir’den de arkadaşımız olan Candaş Şişman (Görseller) ile birlikte projektör kiralayıp salonun duvarına yansıtıp denemeler yapıyorduk. Bu ekiple birlikte ilk Kam konserimizi Mart 2011’de “Başka Sesler - Başka Şeyler” festivalinde vermiş olduk.
Müziğinizi icra ederken ve şarkıları oluştururken ne tür bir teknik kulanıyorsunuz? Doğaçlama bir hücum kayıt sonrası beğendiğiniz müzikleri ortaya çıkartıp daha sonra onlar üzerinden bir geliştirme mi yapıyorsunuz? Şarkılarınız nasıl ortaya çıkıyor?
C.Ö.U.: Aslında her ikisini de kullanıyoruz diyebilirim. Yaptığımız doğaçlamalarda tekrarladığımız ya da sevdiğimiz bir yer olursa onu mutlaka saklıyoruz. Ve yeni bir şeyler ortaya çıkabiliyor ya da tam olarak bir “track” çıkabiliyor ortaya. Buna örnek olarak 2013’te yayımladığımız KAM - Stüdyo Session ve Karga’nın bandcamp üzerinden yayımladığı Kompile Karga : Canlı albümündeki “KAM - Kadife Sokak” parçalarını önerebilirim. Genelde hâlihazırda kompozisyonunu yaptığımız bir parçanın gelişmesinde daha etkili oluyor bu doğaçlamalardaki buluşlar.
Bugüne kadar paylaştığımız parçalarda ise genelde besteler bana ait, benim yolum da ortalama olarak şöyle; çalarken bulduğum ya da kafamda canlanan bir melodi ile sık vakit geçirmeye başlıyorsam ve bu sırada başka yollara da gitmeye başlıyor, kendi içinde başı -sonu olan bir tekrara giriyorsa eğer, bir kompozisyona doğru gitmeye başlıyor demektir. Bu beni çok heyecanlandırır, aslında bir bakıma sana gelen sese kulak vermiş oluyorsun. Ben de o sesi trompet ya da piyano ile deneyimleyip daha sonrasında parça hâline getirme kısmında, genelde önce Cihan’la yani davulcu ile paylaşıyorum. Armoni bilmediğimden dolayı, parçanın trafiğini davucul gibi, enstrümanı armonik olmayan bir grup arkadaşımla yapmak daha sağıklı ve kolay geliyor bana. Sonrasında ise armonik enstrümanlarla buluşup grupça düzenliyoruz trafiği bi yere kadar hazır olan parçayı.
Şubatta son teklisini yayımlayarak tamamlamayı planladığımız Kuz EP’sindeki parçaları da önce Cihan’la prova edip, sonra bas, klavye ve perküsyonla seslendirme ve düzenleme yoluna koyulduk.
Kendinizi “Deneysel folk-rock ve caz” ekseninde dolanan bunun yanında Doğu elementlerini de aynı eksende harmanlayarak hareket eden bir müzik grubu olarak tanımlıyorsunuz. Şarkılarınızı oluştururken arka planda etkinlendiğiniz hikâyelerin, yaşadığınız hayatın getirileri oldukça fazla olmalı. Etkilendiğiniz hikâyeleri ve müzikleri bizlere anlatabilir misiniz?
C.Ö.U.: Kendi adıma şöyle söyleyebilirim, annem ve babam eski Halk Evleri’nde dans, tiyatro ve korolarda yer almışlar, ordan edindikleri gelenekle evde sürekli müzik vardı, bunun yanında çocukluğumda uzun yıllar İzmir Devlet Opera ve Balesi Çocuk Korosu’nda ve Carmen Operası’nın çocuk korosunda söyledim. Sonrasında ise bir bas gitarım oldu, abim ve aynı zamanda Gevende’nin ilk davulcusu olan Ahmet Çağan ile bir grubum. Bu dönem rock ve grunge müziğe yöneldim. 16 yaşında konservatuvar trompet bölümünde Erden Bilgen’le çalışmaya başlayınca Chet Baker, Erik Truffaz, Nils Peter Molvaer ve Miles Davis gibi benim için mihenk taşı olan dört önemli müzisyen girdi hayatıma, sonrasında ise Gevende’ye ve bugüne yani Kam’a geliyoruz. Arada bir de beş yıllık bir Tarihi Türk Müziği Topluluğu deneyimim de oldu. Bunların hepsini bir şekilde barındırdığını düşünüyorum yaptığım müziğin.
2019’da Shalgam Records etiketiyle yayımlanan ve kendi isminizi taşıyan KAM albümünü çıkarttınız. Bu aslında sizin için pandemi öncesinde gerçekleştirdiğiniz ilk ve son “normal” iş olmuş diyebiliriz. Bu albümün oluşum süreci nasıl geçti? Tüm bu şarkıların bir araya geliş süreci nasıl gerçekleşti?
C.Ö.U.: 2019’daki KAM albümünden önce 2016’da eski gitaristimiz Cansun Küçüktürk’ün de ısrarıyla, - Coop’taki konserimizden birkaç saat önce sahnede kaydettiğimiz - gitarda Cansun Küçüktürk, basta Enver Muhamedi, davulda da Ethem Saran’ın olduğu ve bandcamp üzerinden yayımladığımız, üç parçalık KAM - Live adlı ilk kısa çalarımızı paylaşmıştık. Az çok ses getirdi bu albüm. Zelzele Records’dan Debora İpekel iletişime geçti hatta bizimle, onların kulağına kadar gitmiş ve bizim albümümüzü yayımlamak gibi bir düşünceleri olduğunu söylüyordu. Bir şekilde çalışamadık beraber fakat bu tip değerli geri dönüşler almak, motivasyonumuzu iyi anlamda etkiledi açıkçası. Konserler başladı ufak ufak derken, Enver Muhamedi bas gitardaki yerini Okan Kaya’ya devretti ve bu defa da Okan’ın yönlendirmesi ile KAM albümünü kaydetmeye başladık. Albümdeki şarkılara gelince, Kam’ın o güne kadarki biriktirdiği bestelerini kaydedip, grup ve müzik için yeni olasılıklara yer açmaktı aslında şarkı seçimlerimizin sebebi. Zaten biri dışında hâlihazırda çalıyor olduğıumuz şarkılardı hepsi. KAM - Live’daki üç parçayı da yeniden kaydetmek istiyorduk, onları da dahil ettik. Tek yeni parçamız Cansun’un albüm için getirdiği ve çok sevdiğimiz “Fiksasyon” da eklenince, bütün parçalar bir araya gelmiş oldu.
Yine burada, grubunuzun ismi gibi, şarkı isimleriniz de orijinal. Albüm kapak fotoğrafını da çok beğendiğimi belirtmek isterim. Merak ediyorum bir tahmin olarak, bu görsel şaman geleneğinde yer alan çaput bağlama ritüeline atıf olabilir mi?
C.Ö.U.: Biz de aynı söylediğin gibi gördük ilk bakışta ve zaten o yüzden ilgimizi çekti o fotoğraf. Ama tabii o fotoğrafı kullanmamıza sebep olarak, Galata’dan yani Kam’ın kuruluş yerinden bir parça olması ve tabii aynı ismi kullandığımız ve Kam ailesinden olan Atalay Yeni aka Ata Kam’ın gözünden çekilmiş olması da önemli etkenler. Bu üç etken tamamlıyor fotoğrafla bahsetmek istediğimiz şeyi diyebilirim. Kam, bir aile ve ait olduğu bir yer ve gelenekleri var gibi.
Şarkılarınızı isimlendirirken, şarkının verdiği hissiyata göre kafanızda oluşan bir imgeyi kelimeler aracılığıyla yansıttığınızı söyleyebilir miyiz? Mesela, KAM albümünüzün son şarkısının ismi “Zir”. Zirin anlamına baktığımda alt/aşağı demek olduğunu görüyorum. Şarkı isimlerinin nasıl bir hikâyesi ve anlamı var?
C.Ö.U.: Aslında çok doğru, ben ya şarkılar oluşurken yaşadığım şeye ya da şarkının bana hissettirdiği şeye göre koyuyorum isimlerini. Telefona ya da bilgisayara kaydetmem gerektiğinde bi kodlama gerekiyor o şarkı için ve o kod isim genelde şarkının da ismi olarak kalıyor. Aynı “Zir”de olduğu gibi. Senin söylediğin alt/aşağı ya da alt üst olmak anlamları destekliyor bir yerde bizim bu ismi koyma sebebimizi ama için dışa çıkması yani bir trans hâline geçmek olarak görebilirsek bu anlamları. Çünkü, “Zir” şarkısının isminin geldiği asıl yer Zikir. Keza zikirdeki tekrarları anımsatarak başlıyor bas ve davul ve nerdeyse parça boyunca öyle gidiyor, bir seremoniyi olabildiğince desteklercesine. Sürekli dönen bir melodiyi tekrarlar gibi. Kendimi içinde bulduğum bir zikirdeyken gelmişti aklıma bu melodi ve hemen telefona kaydettim, kaydederken de “Zir” olarak yazdım ismini.
Pandemi döneminde konserlerin bittiği bir dönem geçirdik. Konserlerin olmadığı bu dönemde müziğinizi ve üretkenliğinizi nasıl korudunuz? Pandemi sizin için nasıl geçti?
C.Ö.U.: Açıkçası üretmek ve bunu paylaşmak tek yoldu bizim için. Yani bir yerde üretmeye devam ederek, pandeminin bu sert koşullarına göğüs gerdik diyebilirim. Tabii bu durum, yani yaratım sürecini devamlı kılma zorunluluğu farklı projelerin çıkmasına da sebep oldu. Uzun süredir yapmak istediğim, her performansında farklı müzisyenlerle çalmayı hayal ettiğim doğaçlama projesi Land Of Session’u hayata geçirdim. Birtakım kayıtlar ve videolar yayımladım bu proje ile alakalı. Bir de Marsilyalı radyo Radio Galere’de CCDM isimli programı yapan ekip, pandemi döneminde sanatçıların ürettiği eserlerden bir toplama yaptı ve ben de bu toplama serinin içinde yer aldım. Sonrasında burada paylaştığım kaydı “Dan’ın Şarkısı” adıyla solo bir single olarak da yayınladım. Kam’daki durumlar da geçtiğimiz yaz biraz daha netleşti. Land Of Session’da birlikte çalmak üzere davet etmek için Korhan’la (Futacı) buluştuk. Ben beraber çalmak ile ilgili konuşacağımız düşünürken o konuyu kısa geçtik ve Kam için neden bir kısa-çalar yapmadığımı ve bunu da gündeme almam gerektiği ile ilgili güzel bir sohbette bulundu benimle, bu konuşma yeni bir Kam kaydı yapmak için ilk motivasyon oldu bana. Bu konuşmadan birkaç hafta sonra, bizim terasta bir Land Of Session performansı yapmak için davulcumuz Cihan’ı, eski basçımız Payam’ı ve uzun süredir çalmadığımız klavyecimiz Samad’ı davet ettim. Bu buluşma Kam için yeni bir bir EP yapma fikrini daha da olası bir hâle getirdi. Mutluyduk çünkü birlikte çalmaktan. Kayıtta bizimle çalması için, 2016’da yayımladığımız KAM - Live EP’sinde de yer alan basçımız Enver Muhamedi’yi ve KAM albümündeki perküsyoncumuz Hakan Kaya’yı da dahil edip, Cihan’nın ev stüdyosunda, Cansun Küçüktürk’ün kayıt-mix-mastering’deki desteğiyle hücum/kanal bir şekilde tamamlamış olduk kayıtları.
“Tünel” isimli tekliniz Gülbaba Records etiketiyle geçtiğimiz ay çıktı. Albüme göre kıyaslayacak olursak bu teklinizin daha “saykedelik” geldiğini söyleyebilirim. Üç parçadan oluşacak “Kuz” EP’niz ve “Tünel” şarkınız nasıl ortaya çıktı? Dinleyicileri nasıl bir EP bekliyor?
C.Ö.U.: Evet Gülbaba etiketi ile yayımlıyoruz parçalarımızı. Uzun süredir birlikte çalışmak istediğimiz bir plak şirketiydi. Elimizdeki kayıtları bitirince Ahmet Can’a (Taşdemir) ulaştım, bir EP hazırlığında olduğumuzdan ve birlikte çalışmak istediğimizden bahsettim. Arabayla yoldaydı ve “Parçaları şimdi gönderebilir misin?” dedi. Gönderdim, dinlemiş iki saat sonra aradı “Hadi yapalım bu işi‘’ dedi. Gülbaba’nın bakış açısı ile hareket edecek olmak, onların kataloğunda ve onların referansını almış olmak bizim için çok motive edici oldu. “Tünel”e gelecek olursak, parçanın ortaya çıkışı, benim Tarihi Türk Müziği Topluluğu’nda çalmaya başladığım döneme denk geliyor. Bunu söylüyorum çünkü, Hicâz makamı ile ilk haşır neşir olmaya başladığım dönemlerdi ve “Tünel”de, bu Hicâz yapıyı melodi kısmında avaz avaz muhafaza ediyor diyebilirim. Ama tabii bu Hicâz durumu Kam içinde eritmek adına, düşündük, taşındık, sonunda sadece çaldık ve Kuz EP’sinin de gideceği yer olan daha saykodelik bir yerde bulduk kendimizi. Melodi ve sonrasında gelen sololar, ileri kısımda belki bir köprü ile bağlamak tekrardan melodiye… Ama asıl olan, bir punk ve grunge’a saygı duruşunda duran, kirli ve saykedelik bir sound oldu aradığımız. Hatta kirli sound’a örnek albüm olarak Samad’la birlikte Nirvana’nın Bleach albümünü, Cansun’la da aynı odada keydedilmiş eski caz kayıtlarını tekrar tekrar dinlemişizdir.
Sosyal medya paylaşımlarınızda da önümüzdeki günlerde konserlere başlayacağınızı belirttiniz. Kam nerelerde canlı performans gösterecek? Gelecekten beklentileriniz neler?
C.Ö.U.: Konserlere şubatta başlıyoruz. Tarihler yeni yeni belirginleştiği için net bir şey söyleyemiyorum Ama İstanbul dışında da Ankara, Eskişehir ve İzmir konserleri için kontaktayız. Şu an provalara yoğunlaştık. Trompette ben, elektrik piyanoda Samad Kamalı, bas gitarda Bova’daki Land Of Session konserimizde ilk defa birlikte çalma fırsatı bulduğumuz ve o konserden sonra, Kam’da da beraber çalmaya devam etmek istediğimiz yeni basçımız Şansal Aktaş, davulda Cihan Kahvecioğlu ve bazı konserlerimizde bize eşlik edecek olan perküsyoncumuz Hakan Kaya ile birlikte, birbirimize ve müziğimize ısınıyoruz. Gelecekten beklentimiz; yaptığımız müziği, ürettiğimiz, yarattığımız şeyi sadece Türkiye’de değil, olabildiğince bu dünyadaki insanlara ulaştırmak. Biz arkasında durduğumuz, ürettiğimiz ve çalıştığımız sürece Gülbaba Records ile bunu gerçekleştirebileceğimizi de biliyorum.