Yönetmen Tarık Aktaş’ın aynı zamanda senaryosunu da yazdığı ilk uzun metraj filmi Nebula, (Dead Horse Nebula) 71. Locarno Film Festivali’nde değer görüldüğü En İyi Yönetmen Ödülü’nün ardından geçtiğimiz günlerde İstanbul’da basın gösterimini yaptı. 26 Nisan’da vizyona girecek olan filmin oyuncu kadrosunda ise Barış Mert Bilgi, Ali Yavuz Ilman, Dilara Topuklular, Serkan Özsalgıncı, Ömer Bora, Serkan Aydın, Hasan Türker ve Mümin Sürer gibi isimler yer alıyor.
Katıldığı festivallerde ilgiyle karşılanan filmin hikâyesi, Hay isimli küçük bir çocuğun henüz 7 yaşındayken babasıyla birlikte gittiği arazide karşılaştığı ölü bir atla açılıyor. Ardından atın bulunduğu yerden alınarak taşınmasına ve yakılarak imha edilmesine şahit oluyor. Çevresindeki yetişkin insanlar için doğal ve oldukça sıradan karşılanan bu imha eylemi, Hay için bambaşka bir yıkımın başlangıcına dönüşüyor. Ölümü bir hayvan üzerinden anlamaya çalışan, üstelik yakılarak ortadan kaldırılmaya çalışılan bir canlının Hay üzerindeki etkisi, 20’li yaşlarına geldiğinde de peşini bırakmıyor. Bir Kurban Bayramı sabahı kurbanlık koyunu kesmeye hazırlanan Hay, kesim sırasında koyunun boynunu keserken yanlışlıkla kendi dizini de kesiyor ve bu süreçte bayılana kadar hiçbir şey hissetmiyor. Kurban işlemi öncesinde kaçan hayvanı yakalayıp evin bahçesine getiren Hay’ın rahat tavırları, aslında bu eylemi daha önce de yaptığının bir kanıtı. Koyunun yere yatırılması, annesiyle kurduğu dini ritüel bağlar ve kesim işleminin başlaması, kahramanımızın hiç de yabancısı olmadığı bir süreç olarak karşımıza çıkıyor. Ancak akıtılmaya hazırlanan kana kendi kanının da karışması, gözünü hastanede açmasına kadar devam eden bir karanlık sürecin de kapılarını aralıyor. Çocukluk ve ilk gençlik yılları arasında çatışan bu iki yıkım, Hay’ın kendisiyle ve yaşadığı çevreyle olan ilişkisine daha sorgulayıcı, mesafeli ve üçüncü bir göz olarak bakmasını sağlıyor.
“Nebula”, bir diğer adıyla “bulutsu”, bilimsel olarak “Yıldızlar arasındaki boşluğu kaplayan toz ve gaz bulutlarıdır.”[1] şeklinde tanımlanır. Filme adını veren ve genel hikâyenin zeminini oluşturan düşünce ise insanla doğa arasında kalan her parçanın (canlı ve cansız) sorgulanması, seyredilmesi ve içindeki yaşamın yer yer çatışması üzerinden de okunabilir. Buna ek olarak doğanın dönüşümü de hikâyenin odağındadır. Ölüm gerçeği, devam eden yaşamla karşılaştığı noktalarda (denizde boğulan bir çocuğu arama çalışmaları devam ederken sahilde yüzmeye devam eden insanların olması) inkâr edilen bir gerçekle yüzleşmek istememenin ya da onu bile isteye görmezden gelmenin bir sonucu olarak karşımıza çıkar. Filmdeki bu sahne, temelde birbiriyle bağı bulunmayan olayların günlük insan yaşamındaki sıradanlıkların iç içe geçmiş hâllerinden oluşmaktadır ve devamında, Hay’ın da aralarında bulunduğu arkadaş çevresinde yaşananlar üzerinden karşımıza çıkar. Hay, yaşanan tüm bu ayrıntılara karşı herhangi bir düşünce beyan etmez. O, sadece seyreder ve yaşamın olağan akışında yer alan bu durum, yıllar önce henüz 7 yaşındayken karşılaştığı ölü bir atın onda bıraktığı yıkımın yer yer ortaya çıkan etkileridir diyebiliriz. Öte yandan Hay, bir anlamda diğer tüm karakterlerin kendinde bıraktığı izleri de yaşamak zorunda gibidir.
Yönetmen Tarık Aktaş’ın film boyunca yarattığı izlek, görsel olarak da hikâyenin bütünlüğünü destekleyen ve besleyen sahnelerden oluşuyor. Hay, hem oyuncu olarak hem de hikâyeye dahil olan bir dış göz olarak, olduğu gibi yaşamanın gayretini gösteriyor seyirciye. Merkezde ve diğer tüm alt metinlerde kendini gösteren ölü at metaforu ise sadece ölüm üzerinden değil, henüz her şey yolundayken ve yaşam devam ederken bir tür asalet simgesi olan atın, yenilgiyle sonuçlanan güç kaybına odaklanarak gelecek zamanla geçmiş zaman arasında bir algı köprüsü oluşturuyor. Bu çevrede yaratılan anlam, bir çocuğun gözünden sonraki yaşamına bıraktığı izler üzerinden bağlanarak sürdürülüyor ve Hay, kendini tanımanın/tamamlamanın bütün olanaklarını yaşadığı coğrafyada karşısına çıkan sıradan olaylarla birlikte anlamaya, çözümlemeye çalışıyor. Karakterin adındaki eksiklik de (ya da anlam boşluğu) aslında bu durumun mutlak sürekliliğinin bir diğer göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.
Hay karakterinin çocukluğu ile ilk gençlik yıllarının başları arasındaki zaman geçişi, hikâyenin aktarılması noktasında bazı durağanlıkları da beraberinde getirmiş. Ancak buna rağmen kendimizle yüzleşmemizi sağlayan, yaşam formlarının çeşitli kıvrımları arasında beliren sahneler, filmin kendi içindeki anlamını korumasına ve yoruma açık bir dönüşüme girmesine olanak sağlamış. Bu yoğunluklar sayesinde ortaya çıkan karşıtlıklar, hikâyenin özündeki hareketlenmelerin seyrini belirginleştirerek sözünü söylemiş, yoruma açık zeminlerin oluşmasını sağlamış. Klasik bir film akışının ötesinde duran, kendine has bir dille anlatımını tamamlayan Nebula, 38. İstanbul Film Festivali’nin Altın Lale Ödülü için hem Ulusal ve Uluslararası Yarışma bölümlerinde, hem de Seyfi Teoman İlk Film Ödülü için yarışacak ve önce 14 Nisan akşamı Atlas Sineması’nda festival katılımcılarıyla buluşacak, ardından 26 Nisan’da vizyona girecek.