Pek çok kişi gibi ben de Buika ile 2008 senesinde yayınladığı "Niña de Fuego" albümü sayesinde tanıştım; "La Falsa Moneda"nın ilk dizesini duyduktan sonra bir daha Buika'nın etkisinden kurtulmak hiç kolay değil. Eğer bir de erken davranıp konserlerine bilet bulmayı başarabilirseniz Buika sahnedeki tutkusuyla sizi adeta hipnotize ediyor. Özellikle müziği canlı dinlemeyi herhangi bir kayıttan dinlemeye daima yeğleyenlerin dünya gözüyle bir defa olsun Buika'yı sahnede görmeleri şart. Şarkı söylerken dünyayı unutuyor; zaten dünyada ne olup bittiği normalde de pek umrunda değil gibi. Şiirler yazıyor, şiir kitabından okumalar düzenliyor, fotoğraf çekiyor, filmler çekip sinemadaki kalıpları kırmak istiyor, anneliği çok seviyor, bir çocuğu daha olsun istiyor. Ne de olsa Buika'nın dünyasının temelinde "üretmek" yatıyor. Üreterek dünyanın kendisine dayattığı bütün sınırlamalardan kendini azat ediyor, hayatın karşısına çıkarttığı her türlü şeyi kollarını kocaman açarak kucaklıyor. Kendi deyişiyle "kabullendikçe güzelleşiyor". Bunları öylesine doğal anlatıyor ki Buika'yı dinleyince hayat gözüme olduğundan daha kolay görünüyor. Halbuki kabullenmek de bu denli üretken olmak da nadiren rastlanan meziyetler. Buika güçlü olduğu için bunları başarabiliyor, kabullendiği ve ürettiği ölçüde de daha çok güçleniyor. Azla yetinmediği konular da var elbette, Charlie Parker gibi ölümsüz olmak istiyor. Bugünün dünyası Buika'yı çok da ilgilendirmiyor, o şimdilik sonsuzluğa erişmenin peşinde hissettiklerini farklı yollarla paylaşarak var oluyor.
Bu sonsuzluğa tanık olmak isterseniz, Buika 12 Ağustos'ta Troia Festivali kapsamında Çanakkale'de, 18 Ağustos'ta ise D-Marin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali kapsamında Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ile beraber Bodrum'da sahnede olacak. Buika konserlerine bilet bulmak hiçbir zaman kolay olmadı ama elinizi çabuk tutarsanız belki siz de iki saatliğine de olsa sonsuzluğun bir parçası olabilirsiniz.
Facebook sayfanızdan öğrendiğime göre yeni albümünüz "Vivir Sin Miedo"nun albümle aynı adı taşıyan ilk single'ı 31 Temmuz'da yayınlanacakmış. Tamamını eylül ayında dinleme fırsatı bulacağımız bu sekizinci albümünüzün bütünüyle kendi şarkılarınızdan oluştuğunu ve "daha elektronik" bir sound'a sahip olacağını duyduk. Sizce bu albüm Buika diskografisinde nasıl bir yerde duruyor?
Elektronik şarkılar kaydettiğim doğru; çünkü dans müziğini çok seviyorum ama henüz elektronik bir albüm planım yok. Piyasaya çıkacak yeni albümüm için tam tersine folk ve R&B türlerine yakın ve yumuşak bir albüm denebilir. Açıkçası yeni albümde prodüksiyon işini tamamen Martin Terefe’ye teslim etmiş oldum ve ortaya çok keyifli şarkılar çıktı...
"Vivir Sin Miedo"nun tamamen kendi yazdığınız şarkılardan oluşan ilk albümünüz olacağını duydum. Bu albümdeki şarkılar hayatınızın nasıl bir döneminde doğdu?
Şimdiye kadar neredeyse her albümde hem kendi yazdığım şarkılara yer verdim hem de başkalarının şarkılarını yorumladım. Bu defa ise kendi şarkılarımın yanı sıra başka sürpriz şarkılar da var. Yeni albümün tek farkı ilk kez bu kadar çok İngilizce şarkı kaydetmiş olmamız diyebilirim... Şarkıları yazarken hiçbir zaman kendimi belli bir dönem veya hazırlık süreciyle kısıtlamıyorum. İçimden şarkı yazmak geldiğinde o an nerede olduğumun bir önemi yok. Bazen de içimi dökmek istediğimde stüdyoya giriyorum...
Her ne kadar müzik evrensel olsa da Türkiye'deki seyircinin İngilizce sözlü parçalar dışında yabancı müziklerle yakın bir bağ kurması sık rastlanan bir durum değil. Halbuki sizin Türkiye'nin dört bir yanında verdiğiniz konserlerin bütün biletleri tükeniyor. Ülkemizdeki dinleyicilerin müziğinizle kurdukları bu güçlü bağın sebebi nedir sizce?
Türkiye ile ilk konserimi verdiğim 2009 yılından beri neredeyse altı yıllık bir flörtümüz var ve bu süre zarfında hem beni temsil eden ekiple hem de Pasion Turca ekibinde çalıştığım herkesle olağanüstü samimi bir ilişki kurduk. Zaman içerisinde bu durumun aynısını izleyiciyle de yaşadığımı söyleyebilirim... Müzik için geçerli olan tek dil duygular ve duygu bir şekilde gelip sizi yakalıyor; hangi dilde ifade edildiği önem taşımıyor.
Bildiğim kadarıyla bu durum yalnızca ülkemize özgü değil, konser verdiğiniz her yerde seyirciyle güçlü bir bağ kuruyorsunuz. Sahneye çıktığınız ülkelerde sınırları, dilleri, kültürel farklılıkları aşmaktaki sırrınız nedir?
Sahneye provasız çıkıyor ve kendimi şarkılara bırakıyorum. Zaten doğaçlamanın doğasında da bu var. Kendimi şarkılara bıraktığımda duygulara daha kolay erişebildiğimi düşünüyorum. Tamamen içten olduğunuzda dinleyici ile çok güçlü bir bağ kurabiliyorsunuz...
İlk defa bir Sezen Aksu şarkısı dinlediğinizde çok etkilenip şarkının sözlerini İspanyolca yazdığınızı biliyorum. Türkçe bilmediğiniz halde şarkının sözlerini anladığınızı hissetmişsiniz... Söz konusu olan hangi şarkıydı ve o zamandan beri Sezen Aksu ile tanışma fırsatı bulabildiniz mi?
Hangi şarkı olduğunu hatırlamıyorum ama hatırladığım Sezen Aksu’nun söyleyişindeki içtenlik... Zaten beni etkileyen de oydu. Bir şarkıcının ne söylediğinden çok nasıl söylediği önemlidir. İyi bir şarkıcı herhangi bir şarkıyı çok iyi söyleyebilir ve şarkıyı tanıyamazsınız bile... Sezen Aksu ile henüz tanışamadık ama tanıştığımda ona bir sürprizim olacak; çünkü şarkılarından birini söyleyip stüdyoda kaydettim.
Türkiye'den keşfedip sevdiğiniz başka müzisyenler de var mı?
Fahir Atakoğlu’nu tanıyorum ve ona hayran olduğumu söyleyebilirim...
Şarkı sözleriniz ile ses renginiz büyük bir hüzün taşısa da yüzünüzde daima gülümseyen bir ifade var ve hayatın size sunduğu her şeyi neşeyle kucaklıyor gibisiniz. Siz "kedere inanmıyorum" derken sizin müziğinizi dinleyenlerin kederlenmesini ironik buluyorum. Böylesine birbirine zıt duyguları bünyenizde barındırırken bir yandan da yaşama karşı pozitif tutumunuzu nasıl koruyorsunuz?
Bahsettiğiniz şey tamamen kabullenmekle ilgili. Hayatın getirdiği acıyı, kederi ve güzellikleri eşit ölçüde kabullendiğinizde güzelleşiyorsunuz...
Demokrasi yanlısı olduğu için Ekvator Ginesi'nden Mayorka'ya kaçmak zorunda kalan bir babanız var. Böyle bir ailede yetişmek sizin siyasete ve bugün dünyanın birçok yerinde diktatörlüklere karşı verilen özgürlük mücadelesine bakışınızı nasıl şekillendirdi?
Babam bir demokrat olduğu halde evde asla bir demokrat gibi değildi ve bizi çok yalnız bıraktı. Hatta evde bir diktatör olduğunu söylemek yanlış olmaz. Siyasi idealler ise benim dünyamın çok dışında...
Geçtiğimiz sene yayınladığınız şiir kitabınızı okuma fırsatı bulamadım ama başlığının son derece çarpıcı olduğunu söylemeliyim: "Zor Kadınları Sevip Nihayetinde Vazgeçmek Zorunda Kalanlara" (A Los Que Amaron a Mujeres Dificiles y Acabaron por Soltarse). Kitabın teması sizin ilişkilere bakışınız üzerine mi kurulu?
Benim hem ilişkilerden hem özgürlükten hem de hayattan anladığım tek bir şey var: Kendimizi özgür bırakmak. Her türlü kalıptan, baskıdan ve zorlamalardan kurtulmak... Ancak tamamen özgür olduğunuzda gerçek anlamda sağlıklı bir ilişki yürütebiliyorsunuz...
Kitapta kendi fotoğraf çalışmalarınıza da yer vermişsiniz. Sahnedeyken solo atan müzisyen arkadaşlarınızın fotoğraflarını çekmeyi sevdiğinizi de konserlerden biliyoruz. Profesyonel olarak fotoğrafla ilgileniyor musunuz?
Evet, kitabımda kendi çektiğim fotoğraflara yer verdim. Fotoğrafların dilini çok seviyorum. Özellikle doğal bir anı fotoğrafla yakalamaya bayılıyorum. Konserlerde de tam olarak bunu yapmaya çalışıyorum...
Yine kitabın başlığından çıkarım yaparsam, kendinizi "zor bir kadın" olarak tanımlıyor musunuz?
Kendi adıma güçlü bir kadın olmayı seçiyorum ve cesur ve güçlü kadınları seviyorum. Zor bir kadın olduğumu sanmıyorum ama çevremdekiler bu konuda ne der, bilemiyorum.