Her film kendi içerisinde yeni sorular, yeni sorunlar getirir gündeme ve izleyiciyi de tüm bunlarla yüzleşmeye davet eder. Bu sorunlar kimi zaman hayata dair küçük bir anekdot, kimi zamansa içinden çıkılmaz varoluşsal sorunlardır. Faysal Soysal’ın Ceviz Ağacı da beraberinde büyük sorulara kapı aralayan ilginç bir film olarak karşımıza çıkıyor.
Hayat, kimimiz için başı sonu belli, arada kimi noktalarda durup soluklandığımız bir süreçtir; kimimiz için asla ne olacağı tahmin edilemeyen ve doğaçlama yaşanan bir döngüdür; kimimiz içinse sınavlarla dolu, hep başa, kökene döndüğümüz bir hesaplaşma, bir yüzleşmedir. Bu noktada insanoğlu için yüzleşmeler kimi zaman daha çetrefilli, daha alengirli ve sarsıntılarla dolu olabilir. İstanbul Film Festivali kapsamında izleyiciyle buluşan Faysal Soysal’ın Ceviz Ağacı da bu tür filmlerden biri. Zira filmin ana karakteri Hayati, kendi içerisinde birçok hesaplaşması olan, bütün dünyanın yükünü üstlenmek isteyen, kendini sorumlu olmadığı birçok şeyden de sorumlu tutan, modern bir İsa olmaya soyunan bir kahraman olarak izleyicinin karşısına çıkıyor. Onun bu hayli ilginç çıkışı, bazı durumlarda ortaya kendi kişiliğine özgü eylemler çıkarırken bazı durumlardaysa bir Dostoyevski karakterine özgü davranışlarda bulunmasına neden oluyor. Bu tutuma özellikle Zeki Demirkubuz filmlerinden alışık olsak da Soysal ile birlikte bu noktada işin içine kimi ilginç detay ve figürler de giriyor. Soysal’ın gerek bu ana karakter gerekse Ceviz Ağacı ekseninde Demirkubuz’dan farkı, daha çok üzerine titrediği anlaşılan görsel tavır ve tartışmaya açtığı sanat bazlı konularda görülebiliyor.
Birçok sanatsal üretim kendi orijinal meselelerinin yanı sıra kökenini daha evvel gündeme getirilmiş konulardan, tartışmalardan, kaynaklardan, daha önce tartışılmış başka sorunlardan alır. Bu bir noktada güneşin altında artık “yeni” bir şeyin olmamasıyla alakalı bir durum olarak değerlendirilebilir. Bir başka etken de şüphesiz sanatçıların eserleriyle eklemlendiği ustaları/üstatları daha da görünür kılmaları, onlara olan saygılarını dile getirmeleri olarak ifade edilebilir. Bu açıdan bakıldığında Ceviz Ağacı da oldukça verimli ve köken bağlamında oldukça zengin, oldukça açık bir film. Zira filmin ana karakteri Hayati, daha önce belirttiğim gibi aslında Dostoyevski’nin romanlarındannından çıkmış gibidir. Tartışmaya açtığı meseleler de, hayata karşı temel tutumu da, insani ilişkilere yaklaşımı da böyledir. Özellikle Yeraltından Notlar bu açıdan önemli bir merkez olarak kabul edilebilir. Filmin ana karakterinin aksaklıkları, kendinden geçişleri, kökene dair sorunları, insan ilişkilerinde sergilediği tavır, güç yetiremediği durumlar karşısında aldığı tavır; tüm bunlar onu bu çizgide tutan ana davranışlardır. Öte taraftan Hayati, kimi noktalarda bir başka özel karaktere, İsa Mesih’e yaklaşır ve modern bir İsa Mesih uyarlaması olarak düşünülebilir. Zira o, tüm insanlığın yükünü üstlenmek isteyen, kendi üzerinden tüm insanlığa ve ailesine “af” getirebilecek bir karakterdir. En azından buna inanır, zira buna inandığını son sahnelerde kendisinde gözlemlediğimiz kendinden emin tavırlarıyla da anlaşabilir. O, babasının yıllar önce işlediği bir günahı gözünü bile kırpmadan üstlenir ve tüm yaşamı boyunca bu günahın peşinden koşar. Bu çabası, onu, izleyici için ayırt edilebilir ve unutması güç; kendisi içinse zayıf ve kendi sorunlarında boğulan bir karakter durumuna getirir.
Ceviz Ağacı’nın kaynaklar bağlamında oldukça açık olması birçok farklı bakış açısını birlikte getirmekle beraber çeşitli problemleri de peşinden sürükler. Bu noktada Soysal’ın tavrı fazla açık ve nettir. Bu netlik, izleyici için kimi noktalarda “fazla” açık sözlülüğü de beraberinde getirir. Daha filmin açılış sahnesinde Soysal, kökenle ilgili sorulabilecek tüm sorulara önceden cevap vermek ister gibi bize Türk ve dünya edebiyatından birçok önemli metni kadrajına taşır. Bu kitapların içinde Dostoyevski, Sabahattin Ali ve Nâzım Hikmet gibi isimler şüphesiz hemen dikkati çeker. Öte taraftan yönetmen bu eylemi bu sahneyle de sınırlamaz ve film boyunca bu metinleri gündeme getirir, bir noktada onları da filmin konusuna dâhil eder, hatta tüm bu tartışmaları filmin konusu hâline getirir. Köken bağlamında hâlihazırda zaten kendi varlığını hissettiren unsurların bunca açık bir şekilde gösterilmesi de izleyicinin kendisini “hiçbir şey anlamayacak durumda biri” olarak hissetmesine sebep olabilir. Zira bu sahneler filmden çıkarıldığında filmin yapısında hiçbir yapısal eksiklik olmayacak, yine her şey yerli yerinde olacaktır. Yönetmenin bu bilinçli tavrı, doğal olarak bizlere hiçbir kapalı yanı olmayan, yorumları sınırlayan bir dünya vadeder. Bu dünya da filme dair heyecanı bir miktar törpüler. Sonuçta o ne isterse olan odur. Soysal bir sanatçı olarak Ceviz Ağacı ile istediği yapıtı ortaya çıkarır, ancak bu noktada belirtmek gerekir ki izleyici olarak bize sunulan yapıt daha sınırlı ve kısıtlamaları olan bir eserdir.
Hayatımız boyunca varoluşumuzun anlamını ararız, en azından varoluşumuzun bir anlamı olduğunu düşünür ve bu anlamın peşinden koşarız. Bir anlamı olmadan hayatımızın bir değeri olmadığı gibi bir yanılgıya da düşeriz kimi zaman. Anlamı olmayan şeylerin sanki bir hiç olduğu gibi bir yanılgı da çoğu zaman düşünülen bir şeydir. İşte Hayati’nin yaşamı da kimi zaman bu anlam örüntüsüyle dolar taşar. Öyle ki kimi noktalarda o, nefes almakta dahi zorlanır. Hayatın anlamının ona ağır geldiğini hisseder ve bu his altında eziliriz. Film boyunca gördüğümüz ve Hayati’de dikkatimizi çeken ilk önemli şey, onun bu anlamı keşfetmek için sergilediği efordur. Hayati, kendi hayatında kendisiyle alakalı bir merkez bulamadığında çevresindeki insanlar üzerinden bir arayışa girişir ve bu arayış onu kendisinden çok uzaklara fırlatır. Öyle ki Hayati, fırlatılıp atıldığı hiçbir yerden geri dönemez. Onca sorunun altında yatan temel neden de budur. Onun aksaklıkları, tepkisizlikleri, başarısızlık ve iktidarsızlıkları bu dönemeyişlerden, bu bir türlü ayağa kalkamayışlardandır.
Kendi hayatı ekseninde yaşamı için bir merkez bulmakta zorlanan Hayati, kendisine bir çıkış bulmak için çevresine bakınır ve orada aslında çok travmatik bir kaynak bulur: o henüz daha çocukken intihar eden babası. Zira bu intihar; evin bahçesindeki ceviz ağacında gerçekleşen bu intihar, onun için anlamı belirsiz bir kuyuya dönüşür. Hayati, bir türlü anlamlandıramadığı bu intiharın nedenini öğrenirse hayatına çok büyük bir anlam katacağı düşüncesine kapılır ve tüm varlığını bunu çözmeye adar. Öyle ki bıkıp usanmadan herkesle ve özellikle babasının cezaevindeki arkadaşlarıyla konuşur ve bu nedeni bulmak için elinden geleni ardına koymaz. Sonunda o nedeni bulur da, ancak bu neden, onun hayatına hiçbir şey katmaz. Zaten bilinen bir şeyin dile getirilmesi gibi bir durumdur bu. Hayati zaten zaman içinde birçok araştırma yapmış ve bu nedene çok yaklaşmıştır. Sonunda ne olduğunu öğrendiğinde benimsediği tavır, babasının cezasını ödemek olur. Çünkü başka yapacak hiçbir şey yoktur. Bu kabul aynı zamanda babasından ötürü borçlu olduğu bir ödemedir: En yakın ve tek arkadaşı Ahmet’e karşı. Çünkü onun bu sırada çekeceği ıstırap, kendisi ve kendi hataları kadar çevresindekiler içindir de. İşte bu noktada biz yine aynı merkeze dönüş yaparız: İsa Mesih’e. Yönetmen bilinçli bir şekilde bizi bu örgü etrafında döndürüp durur. Hayati’nin köyde onca dolaşmaları, insanlar tarafından kendisiyle bunca dalga geçilmesi, söylediklerinin yok sayılması ve hafife alınması ve nihayetinde aldatılıp çarmıh niyetine bir deliğe atılması. Tüm bunlar, filme belirli bir perspektiften bakıldığında yerine oturan durumlardır. O İsa Mesih’e yaklaştıkça film de merkezini bulur. Filmin merkezine varıldığındaysa tüm sırlar çözülür. Artık geriye hiçbir şey kalmadığında da yönetmen perdeyi kendisi çeker.
Ceviz Ağacı ile ilgili bir başka önemli mesele de Hayati üzerinden gündeme getirilen erkeklik, iktidar, psikolojik şiddet ve varlık sorunlarıdır. Kendi içine kapanık bir karakter olan Hayati konuşmaktan pek hoşlanmaz. Öyle ki karısıyla ilişkisi dahi oldukça sorunludur ve kısa süren bu evlilikten geriye pek bir şey kalmaz. Öyle ki onun kırılgan erkekliği ve iktidarsızlığı türlü sorunları beraberinde getirir. Ki aslında onun iktidarsızlığı burada çok daha büyük sorunlara işaret eder. Sözgelimi Hayati köylü tarafından sürekli bir şeylerle suçlanır. Erkekliğini yeteri kadar göstermediği, içine kapanık biri olduğu, her şeye göz yumduğu için vs. Kısacası taşra ve taşralılar için Hayati, olunmaması gereken kişiliktir. O, onların bir erkekte görmek istemeyecekleri her şeyin bir toplamı gibidir. Ona saygı duymazlar. Her fırsatta onu aşağılama, onu ezme eğilimindedirler. Dolayısıyla Hayati’nin iktidarsızlığını sadece onda değil, onun çevresinde aramak da önemlidir. O, “iktidar” sahibi olsaydı evliliği de köylülerle ilişkisi de çok daha farklı olacak, hikâye farklı bir pencereden yeniden yazılabilecektir. Burada dikkat edilmesi gereken bir başka sorun da şudur: Bu iktidarsızlık sadece fiziksel değil psikolojiktir de. Hayati, kendi hayatında psikolojik olarak yaşadığı sorunları bir başka biçimde fiziksel olarak ifade eder. Zaten kendi içinde birçok sorunu olan Hayati, eşiyle de mutsuzdur. Etrafındakiler zoruyla gerçekleşen bu evlilik ona hiçbir fayda getirmez. Üstelik bu durum onu zaman içerisinde birçok yeni sorunla yüzleşmek zorunda bırakır. Ona kalsa aynı yatakta uyuyup kendi hayatlarına devam etmekte de hiçbir sorun yoktur. Ancak eşi ondan çeşitli taleplerde bulunduğunda Hayati tam anlamıyla çuvallar. Onun hayatının merkezinde, kendisi ve kendi düşüncelerinden başka bir şey yoktur. Tepkisizliği birçok insanı kendisinden bıktırır, en başta her ne kadar büyük doğrular çerçevesinde gerçekleşmemiş olsa da eşini dahi. Dolayısıyla bu meselenin altında daha birçok sorunun olduğu ve alt zeminde çok farklı başka bir okumanın da yapılabileceği söylenebilir.
Hayati’nin kırılganlıklarına dair bir başka neden olarak üniversite aşkı Rüya ile başından geçenler, daha doğrusu geçmeyenler de gösterilebilir. Hayati, hayatının bu heyecanlı döneminde üniversiteden arkadaşı Rüya’ya âşıktır ve onunla gayet iyi de anlaşmaktadır. (İyi anlaştığı ve konuştuğu birkaç kişiden biriydi belki de.) Ancak ona açılmayı bir türlü başaramaz. (Nedense birçok kırılgan erkeklik hikâyesinin ardında da bu pek bilindik hikâye yatar. Sözgelimi Barış Bıçakcı romanlarından bu duruma iyi örnekler verilebilir.) Bu başarısızlık, yine bu hiçbir şey yapmayış, zamanı geldiğinde onların doğal olarak birbirlerinden kopmasına neden olur. Bu, onun içinde hep bir pişmanlık olarak kalır ve bu pişmanlık onun içinde giderek büyür. Belki ona açılsa da hiçbir şey değişmeyecektir Hayati için. Ancak bu kırık aşk hikâyesi onun için âdeta bir “neden” görevi görür ve o, hep bu hikâyenin arkasına sığınır. Ahmet ve Ahmet’in nişanlısı Serap da zaman içinde bu hikâyenin büyük parçaları olur ve Hayati her şeyi onlara anlatır. Zira Serap’la Rüya arasında kurduğu koşutluk onun dilinin açılmasına ve konuşmasına neden olur. (Sırf bu benzerlikler bile onu böylesine farklı bir kişilik hâline getirmişken gerçekten de Rüya ile birlikte olduğunu düşünmek ortaya çok daha farklı sonuçlar çıkaracaktır.) Kendi içinde yıllardır biriktirdiklerini de. Ancak bu anlatış, yine İsa bağlamında, bir günah çıkarıştan, yıllardır içinde biriktirdiği pişmanlıkları dile getirişten ibarettir.
Aile, insan ilişkilerinde şüphesiz en önemli unsurlardan birisidir. Ceviz Ağacı’nda da bu durum kendisini hissettirir. Filmin ana karakteri Hayati’nin, en yakın arkadaşı Ahmet’in, eşinin ve daha birçok kişinin temel anlamda aile bağından uzak kişiler olduğu veya ailelerini hayatlarının çok erken devirlerinde kaybettikleri görülür. Hayati’nin babası intihar etmiş ve çocukluğunun erken döneminde ondan ayrılmıştır. Ahmet’in babası bir askeri darbenin ardından süren sorgulamalar sırasında işkenceyle öldürülmüş, o da zor şartlarda büyümüştür. Keza Hayati’nin eşi Yaprak için de senaryo aynıdır. Bu açıdan Soysal, neredeyse aile olmaktan çok uzakta olan karakterleri bir araya getirmiş ve onlardan bir aile meydana getirmeye çalışmıştır. İlk planda hemen fark edileceği üzere böyle bir topluluktan bir aile çıkarmak oldukça güç olacaktır, keza çıkmaz da. Bunca sorunlu karakter bir araya geldiklerinde yeni yeni sorunları gün yüzüne çıkarır ve aile kavramını farklı açılardan ele aldırır. Bu noktada aile, ölümcül şeylerden birine dönüşür ve çocuklar, babalarının cesetlerinin peşinden sürüklenip gider. Hayati de Ahmet de bu cesetlerin hayaletleriyle dolup taşar, özelikle de Hayati. Bu da onları kendi felaketlerinde ailelerin ve bir anlamda devletin karanlık yüzüyle karşılaşmaya iter. Sonuç da yine bu doğrultuda büyük bir hayal kırıklığı olur. Ailenin ne demek olduğunu bilmeyen birinden bir aile yaratması, üstelik bunu gerçek anlamda sevmediği insanlarla yapması beklenemez. Daha doğrusu insanın sevmediği biriyle herhangi bir şey yapması dahi beklenemez. Bu anlamda film de bu düşünceyi ön plana çıkarır. Film boyunca görülen tüm aileler her bir köşesinden çatlar ve sürekli olarak kırılmaya devam eder.
Onca meselenin paralelinde Ceviz Ağacı ön plana poetik meseleleri çıkarır. Faysal Soysal film boyunca izleyicilere birçok soru sorar ve bunlar kaynağını birçok tarihi hadiseden, sanat tarihinin çetrefilli meselelerinden alır. Sözgelimi bir sahnede Soysal bu taşra kasabasındaki tüm elitleri ki bunlar köyün öğretmen takımıdır, aynı odaya toplar ve bir tartışma başlatır. Bu tartışma sanatta orijinallik temellidir. Bir sanat eserinin orijinalliği ve başka eserlerle ilişkisi masaya yatırılır. Van Gogh’a kadar uzanan meselede son sözü Hayati söyler. Hayati burada kimi temsil eder? Bir başka önemli mesele okulun öğretmenler odasında tartışılır. Edebiyat veya daha geniş bağlamda sanat eserleri ve bunların ödüllendirilmesi meselesi gündeme getirilir. Bir eserin bir yarışmaya katılması, bunun için yazılması veya ödüllendirilmesi gibi birçok konu gündeme getirilir. Hayati, Leylâ Erbil gibi sanatsal üretimleri yarışmalardan ayrı tutar; eşi ise onları desteklemek için yarışmaların önemli olduğu görüşünü paylaşır. Burada kim, kimi temsil eder? Burada da aslında bir anlamda son sözü Hayati söyler, eşiyle birlikte. Zaten tüm bu tartışmalarda başrolü Hayati ve eşi üstlenir. İkisi birçok konuda iki farklı görüşü temsil eder. Daha birçok mesele gündeme gelir ve tartışmalar uzar gider. Bir yerde bu tartışmalar Hayati ve eşi için kendilerini savunmak karşı tarafa saldırma alanlarıdır ve bunu kullanmaktan hiç vazgeçmezler. Tüm öfkelerini bu tartışmalarda birbirlerine karşı kusarlar. Filmin sonuna vardığımızda karşımıza çıkan tablo ise bu konuda daha farklı sonuçları beraberinde getirir.
Öte taraftan Ceviz Ağacı başarılı oyuncu kadrosuyla da dikkat çekiyor. Hayati’ye hayat veren Serdar Orçin, Ahmet’i canlandıran Mert Yavuzcan ve Yeşim rolünü üstlenen Sezin Akbaşoğulları oldukça değerli oyunculuk performansları sergiliyorlar. Öyle ki film boyunca izleyici oyunculuk konusunda boşluğa düşmüyor ve filme odaklanma konusunda bu açıdan hiç sorun yaşamıyor. Filmle ilgili değinmemiz gereken bir başka önemli konu ise şüphesiz filmin görselliğiyle ilgili. Filmin sinematografisiyle fark yarattığı hemen göze çarpıyor. Bu, sanırım festival kapsamında gösterilen filmler arasında benim için en çok Ceviz Ağacı’nda kendisini gösterdi. Her bir sahnenin âdeta bir tablo gibi belirmesi, özenle planlanmış olduğunu açıkça gösteriyor. Bu açıdan Görüntü Yönetmeni Vedat Özdemir’in hakkını da teslim etmek gerek. Zira filmi izlerken sahneye yansıyan görüntüler arasında insanın farklı bir dünyaya sürüklenmemesi mümkün değil.
Faysal Soysal’ın ikinci uzun metraj filmi olan Ceviz Ağacı, farklı dünyalar arasında dolaşan ve varoluş kökenli birçok meseleyi gündemine alan özel bir film. İstanbul Film Festivali seçkisi kapsamında gösterilen yapım, sinematografisi ve akıcı hikâyesiyle izleyicilere ilginç ve çetrefilli bir alan vadediyor.
*: İncil’den bir alıntı. İsa Mesih kenti şehri olan Nasıra’ya (Nazareth) döndüğünde kendisine karşı alınan tavra binaen İncil’de geçen söz.
“Matta” (53-58): “İsa onlara, ‘Bir peygamber öz kenti ve evinden başka yerde aşağı görülmez,’ dedi.”
“Markos” (1-6): "İsa onlara, “Bir peygamber kendi kenti, yakınlarından ve evinden başka yerde aşağı görülmez,’ dedi.”
“Luka” (16-30): “İsa sözlerini şöyle sürdürdü: Doğrusu size derim ki hiçbir peygamber kendi ülkesinde kabul edilmez.”