Botsvana’nın ilk devlet başkanı olan Seretse Khama ve eşi Ruth Williams’ın gerçek hikâyelerinden uyarlanarak senaryolaştırılan Aşkın Krallığı / A United Kingdom; klişe öykü yapısına rağmen, güçlü bir politik alt metinle seyircilerin karşısına çıkıyor.
30 Eylül 1966 tarihine kadar Birleşik Krallık himayesinde bulunan Bechuanaland (bugünkü adıyla Bostvana Devleti) prensi Seretse Khama ile Ruth Williams’ın gerçek hikâyesinin anlatıldığı Aşkın Krallığı, emperyalizm ile ırkçılık konusunu tek potada eritmeyi deniyor.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ciddi bir artış gösteren sömürgecilik ve manda faaliyetlerinin neticesinde sadece harita çizgilerinin ele geçirilmediğini hepimiz biliyoruz. Manda himaye, bir toplumun yaşadığı, yaşayacağı birçok etmeni tek başına belirleyebilen siyasi bir yaptırım gücüdür. Emperyalist politikalar, bir ülkenin sadece ekonomik kaynaklarını ele geçirmez, bu sadece gözüken katmandır. Emperyalizm; insan ilişkileri ve insanların nasıl düşüneceğini ayarlar, hakimiyeti altındaki insanlara kendi öğretilerini aşılar ve politik çıkarlarına göre genel tabir ile “politically correct” olabilecek bireyler yetiştirmeyi amaçlar. Dolayısıyla az gelişmiş olarak tanımlanan, küçümsediğimiz her topluluk aslında bu politikaların acı birer sonucudur. Çünkü gelişmişlik kıstasımız zaten bütün sömürüyü elinde tutmuş ve ardından barış söylemlerine geçmiş büyük güçlere bağlıdır.
Filmde anlatılan Ruth Williams ve Seretse Khama karakterlerinin ne kadar gerçekçi bir dille çizildiğinden emin olamıyoruz. Çünkü böylesi derin karakter analizi gerektiren bir hikâyenin hızla yuvarlanan bir anlatı yapısıyla karşımızda olmaması gerekir. Filmin iki karakterinin aşk hikâyelerine inanmakta zorlanıyoruz. Oyunculukların bu temel sorunu aşamadığı Aşkın Krallığı, inandırıcılık bakımından da klasik anlatıya sahip sinemadan sınıfta kalıyor. Londra’da Balliol College'da bir hukuk öğrencisi olan Seretse, oldukça Batılı bir tarzda eğitim görmektedir. Tipik İngiliz kuralcılığına sahip bir ailesi olan Ruth Williams ise sekreter olarak çalışır. Bir dans davetinde karşılaşan ikili, hayli özel bir şekilde birbirlerine bağlanmaya başlar. Dönemin İngiltere’sinde (tüm dünyada olduğu gibi) ırk ayrımcılığının had safhada olması nedeniyle ikilinin birlikte aynı yolda yürümesi bile şiddetli tartışmalara yol açar. Filmin öyküsü, politik bir altyapısı olmasa, öğle arası yayımlanan günlük televizyon dizilerinden ayırt edilemeyecek tatta. Ancak gücünü hem yaşanmışlıktan alması hem de sömürü ve düzenle ilgili söyledikleri sebebiyle kendini izlettiriyor.
Hiçbirimizin reddemeyeceği bir gerçek ki hepimiz Batı’nın güzelliğinin, öğretilerinin ve etiğinin egemen olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Filmi izlerken sık sık aklıma gelen Edward Said’in ortaya attığı “oryantalizm” fikri oldu. Birine veya bir topluluğa kendini güçsüz ve bağımlı hissetmesi için temel öğretileri aşılarsanız, bir süre sonra aşılanan her şey bir gerçeklik haline gelir. Filmde işlenen siyah-beyaz ırk çatışmasını düşündüğümüzde, aslında ne İngiltere halkının ne de himayesi altındaki Bechuanaland’ın kökeninde ırkçılığın olmadığını anlayabiliyoruz. Irkçılık, küçümseme ve hor görme, ‘’oryantalizm’’ gibi büyük politikaların gerçekleşmesi için başat kavramlardan biri. İngiltere Hükümeti, Ruth ve Seretse’nin birlikte olmasını istemez çünkü birliktelik gerçekleşirse tüm sömürü ve korku politikası çökecektir. Bu nedenle sevgi ve barış söylemleri ancak ele geçirilecek başka bir şey kalmadığında gerçekleşir. Bu konuya, ırkçılığın kökenlerini işleyen bir başka film olan 1982 yapımı Samuel Fuller yönetmenliğindeki White Dog’u örnek verebiliriz. Bu filmde, beyaz bir köpeğin eğitilerek tüm siyahi insanlara saldırmasını izleriz. Bu nedenle filmdeki tüm siyahiler de beyaz köpekten nefret ederler. Bu şekilde oluşturulan öğretilmiş nefreti Aşkın Krallığı’nda da görüyoruz. Film bu bakımdan Ruth ve Seretse üzerinden sevgiye dayalı bir direniş örneği sunuyor.
Emperyalizm ve ırkçılık gibi konuları aşk çatısı altında eritmeyi deneyen Aşkın Krallığı; üzerine politik okumalar yapılabilecek bir film olarak karşımıza çıkıyor. Film, 7 Nisan’dan itibaren sinemalarda izlenebilecek.