1970’lerin Los Angeles’ında geçen, bu son derece eğlenceli dedektiflik hikayesinde Ryan Gosling ve Russel Crowe iyi bir ikili oluşturmuşlar...
Shane Black Hollywood’un enteresan adamlarından biridir. Kariyerine “Predator”, “Dead Heat”, “Robocop 3” gibi aksiyon filmlerinde küçük yan rollerde oyuncu olarak başlasa da aslında kendine ait bir tarzı olan anaakım senaristlerindendir. 1990’lı yıllarda yazdığı senaryolarla Hollywood’da en çok kazanan senaristlerden biri olmuştur.
Daha ilk senaryosu “Cehennem Silahı” (Lethal Weapon) 1987 yılının gişe şampiyonu filmlerinden biri olup da Mel Gibson’a “Mad Max” sonrası ikinci baharını yaşatınca el üstünde tutulmaya başlandı Black. Sonraki üç “Cehennem Silahı” filminin de yazar kadrosunda yer alan Black, 90’ların bazı popüler aksiyon polisiyelerinin jeneriklerine de adını sık sık yazdırdı. Bruce Willis’i spor mafyasıyla çarpıştıran Tony Scott filmi “Son Görev” (The Last Boy Scout), kendisini Arnold Schwarzenegger’in rol aldığı dev bir aksiyon filminin içinde bulan ergen gencin macerasını anlattığı “Son Muhteşem Kahraman” (Last Action Hero) ve sıradan bir evkadını olduğunu düşünen Geena Davis’in meğer Jason Bourne gibi bir ajan olduğunu hatırlamaya başladığı “İyi Geceler Öpücüğü” (The Long Kiss Goodnight) gibi büyük gişe filmlerinin yazarı olarak 1990’ların en çok kazanan senaristlerinden biri olup çıkmıştı. Black aslında ‘birbiriyle sürekli atışan iki adamın birlikte atıldığı heyecanlı ve komik macera’ klişesini yenileyen ve 90’larda bir daha sevdiren adamdır diğer yandan.
Ama sonra başka bir şey yaptı ve başkalarına yazmayı bıraktı. 2005’te kendi senaryosunu kendisi çekti; “Kiss Kiss Bang Bang” Shane Black’in sadece yönetmenlik yaptığı değil, senaryo tarzını daha da olgunlaştırdığı ilk filmidir. Zira “Kiss Kiss Bang Bang”, anaakım aksiyon komedilerinden farklı bir yapıda, entelektüel bir bakışla ele alınmış zeki bir komedidir. Yine senaryosuna da imzasını attığı ikinci yönetmenliği “Iron Man 3”te de, bir stüdyo filmi olmasına rağmen diyalog üslubunu korumayı başarmıştı.
“İyi Adamlar”, Black’in tarzını tanıyan ve bilenler için çok da sürpriz bir film değil dolayısıyla. Daha afişinden ve adından kendini belli eden ‘iki ahbap çavuş’ klişesi, Black’in yine kıvrak senaryosuyla zekice altüst ediliyor.
Retro fontlarıyla filmin adını yazdıktan sonra “1977 Los Angeles” bilgisiyle açılan film bizi bir zaman makinasına yerleştirip o yıllara fırlatıyor sanki. Zaten Earth, Wind & Fire, Bee Gees, Kool and The Gang, Al Green, The Temptations gibi 70’lerin groovy müzik yapan kişi ve grupların en bilinen şarkıları film boyunca izlediğimiz hikayeye de eşlik etmekte. Los Angeles’ın en bozulmamış köşe bucakları, retro kostüm-mobilyalarla süslenmiş iç mekanlar, başarıyla tekrar yaratılan meşhur LA porno sektörü partileri ve tabi ki eski model Amerikan arabaları da dahil.
Misty Mountains adlı porno yıldızının ölümüyle başlayan bir cinayet zincirinin tam ortasında birbirlerine doğru yol alan alan iki özel dedektif, bildiklerini paylaşarak aynı genç kızın izini sürmeye başlarlar bir süre sonra. Amelia adlı bu kız Adalet Bakanlığı’nının güçlü bürokratlarından birinin aktivist kızıdır. Yeni protestosunu porno sektöründeki tanıdıklarından yardım alarak yapmayı tasarlamıştır. Bu da bir cinayet dalgasının başlamasına yol açar. Misty’nin ölümüyle başlayan süreç sırasında, sevdiği kadını bir sene önce babasına kaptırmış (!) ve her anlamda hantal bir adam olan Healy ile karısını kaybettiğinden beri giderek daha sarsaklaşan, alkolik dul baba March’ın yolu Amelia’yı ararken kesişir.
Healy ve March bütün bu macera boyunca, hiçbir şeyi doğru tahmin edemeyip, hiçbir şeye de engel olamazlar... Filmin en güzel tarafı da bu zaten. “Ateşli Geceler”in (Boogie Nights), “Çin Mahallesi”yle (Chinatown) buluştuğu olay örgüsünde iki dedektif sık sık yanılıp yanlış kararlar da alsalar Black parodik bir komediye asla teslim etmiyor filmini. Ne March’ın sakarlığı ne de onun çokbilmiş kızı Holly’nin varlığı filmi Hollywood’un klişe suç polisiyelerine ya da ‘küçük afacan’ komedilerine indirgemiyor.
Raymond Chandler romanlarındaki dedektifler gibi konuşan olgun ama zaaflarla dolu Healy ile daha çocuksu ve daha güvenilir görünen sempatik March, onları canlandıran iki sevilen oyuncu sayesinde de ilgiyle izleniyorlar. Russel Crowe film için aldığı kiloların hakkını veriyor doğrusu, iri cüssesi hareket kabiliyetini düşürdükçe daha sevilebilir bir karakter ortaya koyuyor oyuncu. Ryan Gosling ise ilk kez bu tonda bir komedi performansı sergileyerek bir kez daha kendi kuşağının en iyi oyuncularından biri olduğunu kanıtlıyor.
Shane Black’in filmindeki ‘iyi adamlar’ sürekli her şeyin kötüye gittiği bir zamanda yaşadıklarından bahsediyorlar, daha 1970’lerin sonundayken üstelik. Ne de olsa Nixon gibi bir felaketi yeni yaşamışlardır. İşlerin ne kadar da ‘daha’ kötüleşeceğinden bihaberdirler aslında. Açıkçası bu durum onları daha da sevimli bir hale getirirken politikanın ve dolayısıyla dünyanın giderek daha da kirlendiğini ve kirletildiğini bize bir kez daha eğlendirerek de olsa hatırlatıyorlar.