13 ARALIK, CUMA, 2019

Küçük Şeylerin Yarattığı Büyük Sıkıntılar

Kıvanç Sezer’in yazdığı ve yönettiği, başrollerinde Alican Yücesoy ve Başak Özcan’ın yer aldığı ve Babamın Kanatları filmi ile başlayan üçlemenin ikinci filmi olan Küçük Şeyler, orta sınıf beyaz yakalı bir çiftin hayatındaki ekonomik kırılmanın yarattığı yıkımı konu alıyor. 

Küçük Şeylerin Yarattığı Büyük Sıkıntılar

Geçtiğimiz hafta vizyona giren ve ikinci haftasında yer aldığı salon sayısı dörde düşürülen Kıvanç Sezer’in planladığı üçlemenin ikinci filmi Küçük Şeyler, acımasız sistemin parçası olmaya çalışırken oyun dışında kalan bir beyaz yakalının talihsiz hikâyesini anlatıyor. Filmin anlattığı hikâyenin dışında bir de şu an anlatılması gereken bir hikâyesi var. 100 kopyayla yola çıkan Küçük Şeyler, ikinci haftasında salon bulamayınca sosyal medyada bir kampanya başlatıldı. Filmin izleyiciyle buluşması için başta yönetmen Kıvanç Sezer olmak üzere, yazarlar, gazeteciler ve sanatçılar çeşitli hediyelerle takipçilerini filme gitmeleri için teşvik ettiler ve etmeye devam ediyorlar. Dayanışmanın gücüyle ikinci haftanın sonuna geldiğimizde filmin salon sayısı artarak an itibariyle 11’e ulaştı.

Küçük Şeyler’in bir de ortaya çıkma hikâyesi var. Filmin mücadelesi bir nevi Kültür Bakanlığı fonu verilmeyince başlıyor. Filmin kaderinde kolektif bir mücadelenin ürünü olacağı da kendini belli etmeye başlıyor diyebiliriz. Küçük Şeyler’i yapmaya karar veren Sezer’in yolda denk geldiği dostlarının destekleriyle – ki başta Tolga Karaçelik’in ve Kanat Doğramacı’nın yapımcılığı üstlenmesi – herkes tarafından sahiplenilen bir film oluyor. Sonuç olarak anlatılan herkesin hikâyesi olunca, film de kimsenin desteğini esirgemediği bir film hâline geliyor. Ne mutlu gönülden gelen desteklerle büyüyen Küçük Şeyler’e!

Hayatlarımıza son 20 yılda giren her şey bütünüyle bir dönüşüme sebep oldu. Bunların en gözle görülebileni barınma ihtiyacımızı gideren evlerimizin yapısı ve temsil ettiklerinin değişimi oldu. Üçer beşer katlı evlerde otururken 10’la başlayıp 30, 40 katlara çıkıldı. Site, plaza, gökdelen, rezidanslar girdi hayatımıza. Daha izole, daha güvenli, daha temiz, daha imkânlı(!), daha yalnız yaşam alanları. Buralarda oturanların hayatına manevi olduğu kadar maddi yükler de girdi. Rezidansta oturabilmek için çekilen ve yıllarca süren krediler, site aidatları, bakım ücretleri, yılda belki bir kere yüzülmeyen yüzme havuzunun temizliği gibi kalem kalem ayrılan yıllık giderlerle ekstra yükler bindi omuzlara. Ama her şey şehrin merkezinden uzaklara kaçıp, doğanın içinde - ama metro ve havaalanına 10 dakika uzakta - güvende ve izole yaşadığını hissetmek için. Tabii işin bir de ait olunmak istenen ekonomik sınıfı var. Ekonomik sistemde alt-orta-üst sınıfın arasına bir de ortada durup bir ayağıyla bir yukarıya doğru çıkmaya çalışan bir sınıf girdi. Bu filmde de işte bu ortada kalmış sınıfa mensup Onur ve Bahar’dan oluşan iki kişilik bir aile merkeze alınıyor. Onur’a Alican Yücesoy, Bahar’a Başak Özcan hayat veriyor.

Küçük Şeyler’in baş karakteri Onur bir ilaç firmasında bölge müdürü olarak çalışıyor. Alanında iyi bir beyaz yakalı. Firmasının yan etkileri kanıtlanmış ilacı Fataraks’ı satabilen hatta sattığı yetmezmiş gibi bir de düzenli kullanıcısı olan bir çalışan. Bir gün şirketin performansını iyileştirebilmek için bir CEO geliyor ve onun gelişi Onur’un bu şirketteki sonu oluyor. Bu, özel sektörde çalışanların hiçbir zaman çalıştığı yerde tamamen kendini güvende hissetmemesi gerektiğini hatırlatan bir sahne oluyor. Bir gün gelir herkes gider, herkesin yeri dolabilir. Onur ise kendini sahip olduğu işle var eden bir karakter. O bir bölge müdürü. Günümüz dünyasında titrin ne kadar önemli olduğunu, ismimizin önüne arkasına yerleştirmeden kendimizi tanımlayamadığımız titrlerimiz. Onur’un bu titri kaybedişi başlarda her ne kadar onu yeni bir fırsat olarak motive etse de, gelen mümessillik tekliflerini reddetse de bu motivasyonun bozguna uğraması tazminatın bitişiyle ve kapıdaki borçlarla gecikmiyor.

​Onur’un eşi Bahar ise daha güvencesi olan bir işe sahip: Öğretmen. Onur’a göre daha sakin, akılcı, macera sevmeyen bir karakter. Evliliklerdeki beklenen dengeyi yakalamış bir çift olarak izliyoruz başlarda. Birlikte, kendileri için iyi bir yaşam inşa etmeye çalışan bu çiftin hayatlarının ortasına denk gelen işsiz kalma durumu her şeyi değiştiriyor. Adım adım parayla beraber ilişkileri de tükeniyor. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de aile birliğinin dağılmasında ekonomik kriz ilk basamaklarda yer alıyor. İhtiyaçların karşılanamadığı, kredilerin ödenemediği, yeni bir işin bulunamadığı durumlarda evlilik taraflardan birinin tükenen sabrı ve eş zamanlı tükenen anlayışıyla tehlikeye giriyor.

Filmde bu ilişkinin yanı sıra şirketler, liderler, iş görüşmeleri, arkadaşlıklar, anne –oğul ilişkileri biraz karikatürize edilerek anlatılıyor. Bölümlere ayrılarak anlatılan film ayrıca başlıkları takip etme konusunda da izleyicisine rehberlik ediyor. İlk sahne doğada açılıyor. Şirket, ekibin performansını yükseltmek için düzenlediği etkinliklerden biri. Ağaçlara sarılıp doğayla motive olunması bekleniyor çalışanların. Filmde birden çok işten çıkarılma konuşmaları geçiyor. Bu birer küçük kıyamet habercisi konuşmalar hep olumlu bir şekilde aktarılıyor, iş veren ya da müdür bu konuşmalarda çalışanın önündeki engeli kaldırıyormuş gibi yansıtıyor. Hırslı, bilmiş, ayak kaydıran bir CEO; zoraki tutturulmuş hobileri olan, görmemiş şirket arkadaşı ve eşi; beyaz yaka iş görüşmeleri ve ik’cılar; sevecenmiş gibi davranan, gevşek patron; rezidansın kendi kendine sorumluluk yüklenen yöneticisi; bilmişlikle bezenmiş iyi niyeti suistimal edip etmeme arasında gidip gelen temizlikçi ve diğerleri. Onur ve eşi Bahar tüm bu yapmacık dünyanın içinde yer almaya çabalarken bir anda her şeye dışardan bakabilecekleri işsizlikle yüzleşmek zorunda kalıyorlar. Onur’un hayatını gerçekleştiren her parça yavaş yavaş gözlerinin önünde kendini boşluğa bırakmaya başlıyor.

​Biraz önce de adından söz ettiğim Fataraks, Onur’un ve filmin akışını belirleyen bir etmen. Yıpratıcı bir tempoda kendimizi ve akıl sağlığımız korumak, hayatlarımızı sürdürebilmek için kimi zaman küçük ilaçlara, profesyonel desteğe ihtiyaç duyarız. Onur, şirketinin sanrılara sebep olan ilacı ile kendini iyi hissetmeye çalışıyor. Aslında Onur, hayatında sahip olduğu işin üzerine, işten atılana kadar pek bir şey koymamış düz bir karakter. Elbette herkesin değil ama bir yere girdikten sonra gelişmeye dair kılını kıpırdatmayan pek çok beyaz yakalının hayatının bir temsili bu filmde. Sürekli karşısındaki örneklere benzemeye çabalayan, onların sahip olduklarına sahip olmaya çalışırken tükenen bunu da çeşitli desteklerle ört bas etmeye çalışırken dibe doğru yuvarlananların temsili. Bu yuvarlanışta gerçekliğini kaybettiği anlarda, kötü olayların maskelenmesi gereken durumlarda Fataraks halüsinasyonlarla yardımına koşuyor. 

Sezer, filmde konuları ve karakterleri biraz daha keskinleştirmek istemiş. Anlatıda mizahın ve dramın kol kola olduğunu söylesem de genel olarak absürt bir film. Filmin açıldığı orman sahnesi; eski iş arkadaşı ve eşiyle yenen samimiyetsiz ve gürültülü yemek; patronun doğum günü için hazırlanan video; iş görüşmesi sırasında İK uzmanı ile yaşanan diyalog; Onur’un ofisteki toplantıya Fataraks kutusundan çıkıp gelmesi ve zebralar. -Neden zebralar peki? Çünkü Onur kendini zebralara yakın hissediyor.- Bunlar her ne kadar absürt görünse de düşününce hayatımızın doğal akışında yerlerinin olduğunu fark etmek biraz can sıkıyor. Yani zebra değildir de baykuştur mesela.

​Kıvanç Sezer, inanarak yola çıktığı Küçük Şeyler ile içinde yaşadığımız tüketmeye ve tükenmeye dayalı sistemin bir parçası olan bizlerin hikâyesini anlatıyor. Alican Yücesoy, Başak Özcan'ın başrolleri paylaştığı, Bülent Emrah Parlak, Müfit Kayacan, Ece Dizdar, Seda Türkmen, Kubilay Tunçer ve Nihal G. Koldaş gibi pek çok değerli ismin yer aldığı film, eleştirel bir hikâyesi olsa da daha çok bireysel bir çöküşün toplumdaki küçük, kendindeki büyük etkisini gözler önüne seriyor.

0
11193
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage