Elektronik müzik ve dijital yaklaşımları yaratıcı konseptlerle bir araya getiren Sónar Festival, bu yıl İstanbul’un dinamik ve kozmopolit yapısından beslenen Sónar İstanbul ile izleyicinin karşısına çıkıyor. 2000’den itibaren her yıl düzenlenen uluslararası Sónar+D aktiviteleri, bu kez Sónar İstanbul kapsamında yer alan Martin Messier ile Yro’nun (Élie Blanchard) ASHES isimli çalışmasına ev sahipliği yapıyor. Deneysel yaklaşımların bir araya geldiği ASHES, 9 Mart Cumartesi günü Zorlu Perfomans Sanatları Merkezi’nde izleyicilerine alternatif müzik deneyimleri sunacak görsel bir şölenin kapılarını aralıyor.
Montrealli sanatçı Martin Messier ile Fransız sanatçı Yro’nun (Élie Blanchard) farklı yaklaşımlarından beslenen ASHES, çıkış noktasını trajik bir olaydan alıyor. Zamanla benzer müzik pratiklerine sahip olduklarını fark eden Messier ve Yro, ortak stüdyolarında çıkan yangın sonrasında küllerinden doğan bir performans yaratırken, sahnedeki mikroskobik hareketlerle tınıların şekillendirdiği küllere bedenleriyle devinimsel bir hareketlilik kazandırıyor. Öncesinde kendi tasarladığı deneysel enstrümanlar ile sahnedeki beden algısını müziğine yansıtan Messier ile sınırlı algılara sahip müzikal deneyimlerin sonsuzluğa uzanan yolculuğunu Sónar İstanbul kapsamında izlenebilecek ASHES üzerinden konuştuk.
Müzik, teknoloji ve yaratıcılığı bir araya getiren Türkiye’nin önemli etkinlik platformlarından Sonar İstanbul ile tanışma ve İstanbul’a uzanan iş birliği sürecinizden bahseder misiniz?
Sonar+D Barcelona’dan önce gerçekleştirdiğim bir performans için ilk olarak Field İstanbul ile iletişim kurdum. Fransa’da Élie ile ortaya koyduğumuz ASHES performansı için ayarlamalar yapılmıştı, onu İstanbul’da da gerçekleştirmek mantıklı geldi. Böylelikle Sonar İstanbul için beraberlik adımını atmış olduk.
Sonar İstanbul kapsamında ilk kez bir araya geldiğiniz Fransız sanatçı Yro (Élie Blanchard) ile tanışma sürecinizden bahseder misiniz? Beraber gerçekleştireceğiniz görsel-işitsel performansınız ASHES’te izleyiciyi neler bekliyor?
2014 yılında Seconde Nature in Aix en Provence tarafından düzenlenen bir festivalde tanıştık. Aynı gece performanslarımızı sergiliyorduk ve işlerimizde birçok ortak özellik olduğunu keşfettik. İkimiz de performans sanatı üzerine aynı şekilde çalışıyorduk. Örneğin, ikimiz de performanslarımızda çaldığımız müzikleri yayımlamıyorduk, bu bize bir anlam ifade etmiyordu, gerçekten yaptığımız şey canlı performanslarımızı sergilemek ve canlı izlenebilmekti.
Bu projede ise sahnede bizim için var edilen mikroskoplar ile çalışıyoruz. Külleri görsel bir nesne olarak kullanıyoruz. Mikroskobik imajları kendi icat ettiğimiz enstrümanlarla birçok açıdan kontrol ediyoruz. (vibrasyon, rotasyon, hareket…) Aynı zamanda kontrol aygıtlarımızla sesler ve müzik sekansları oluşturuyoruz.
Daha öncesinde farklı isimlerle gerçekleştirdiğiniz La chambre des machines, Machine_Variation ile Sewing Machine Orchestra, Projectors, Boîte noire, Field, Impulse isimli çalışmalarınıza baktığımızda, kullanılan materyaller ile beden formu arasında daha sık temaslar ve daha sert dokunuşlara tanıklık ediyoruz. ASHES, beden formunu aynı şekilde ön plana çıkarırken, bedenin materyaller ile temas ilişkisi bu kez daha sınırlı ve yumuşak. Dişliler, çarklılar gibi ağır materyallerin aksine ASHES’in mikroskop, kül gibi oldukça hassas yapılı malzemeler içermesi, beden-mekanizma ilişkisini bahsi geçen bağlamlarda etkilemiştir diyebilir miyiz?
Bir bakıma mikroskobik ölçekte çalışmaya karar vererek çok farklı bir tarafa yöneldim. Bahsi geçen yönelimin sonucunda ise her zaman hareket hâlinde olan bir şeye ellerimizle dokunmanın imkânsız olduğunu anladık. Bu, birkaç dakikalığına güzel olabilirdi belki, ancak performansın bütünü açısından aynı güzellikte olacağını söyleyemem. Bu bağlamda mikroskobik elementleri kendi kurduğumuz insan ölçeğindeki enstrümanlarla kontrol etme düşüncesine yöneldik. Ama bunun daha ötesinde, bedenin görsel boyutu üzerine çalışıyorum diyebilirim. Sahnede insanın varlığını hissedebilmek benim için çok önemli. Gençken bateri çalıyordum ve sahnede olduğumda sanırım hâlâ baterinin enerjisini arıyorum. Bu yüzden performansımı gerçekleştirirken önümde bir enstrümanın olması benim için doğru bir yaklaşımmış gibi geliyor.
On beş yıllık araştırma ve performans sürecinizde, var olmayanın görünürlüğü üzerine üretimler yapıyorsunuz. ASHES, gerek mikroskobik yapılar gerekse partnerinizle kurduğunuz ilişkide oldukça mistik bir denge içeriyor. Sürekli bir devinim ve dönüşüme tanık olduğumuz arka fonun ışıkla desteklenen bir tür aydınlık-karanlık bölge ilişkisi bulunuyor. Bana Ying-Yang kavramını çağrıştırıyor. Bu bağlamda, ASHES’in böyle bir denge içerdiğinden söz edebilir miyiz?
Bunun üzerine hiç düşünmedim. Kesinlikle bu performans için öyle değil. Fakat burada vurgulamak istediğin şeyin, işlerimde farklı bakış açılarından yararlanarak oluşturmak istediğim kontrastlara gönderme olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle ikili çalışmayı seviyorum. İkili çalışmak, sana tek başına asla veremeyeceğin farklı kararları alma gücünü veriyor. Ayrıca, insan için küçük (mikroskobik) ölçekte çalışmak büyülü bir şey. Biz varolan fakat gözlerimizle göremediğimiz şeylerin güzelliğini açığa çıkardık, sınırlı algımız bizi sonsuzluk konseptini anlamaya yönlendiriyor diyebilirim.
Performanslarınızdaki müzik algısı, günlük yaşam içinde kanıksanan ve bir süre sonra algılama yetimizi yitirdiğimiz tını ve dokunuşları kapsıyor. Müzik algısına bu açıdan yaklaşmanız alışıldık müzik kavramını hangi yönleriyle eleştiriyor?
Duyduğumuz dalgalar ve sesler dokunulmazdır. Konseptsel ve soniksel olarak onları değiştirdiğimizde bile bahsi geçen ögeler, en nihayetinde hayal gücümüzün bir parçası olmaktan öteye gidemez. Hepsi, algı sınırımızın dışındadırlar. Çalıştığım projelerden biri olan Field, elektro-manyetik alanı bir ses kaynağı olarak kullanıyor. Bu durum bir yönüyle merak uyandırıcı olsa da geleneksel müziğe yönelik bir eleştirim olduğundan söz edemem. İşlerimde her zaman yer alan bir şey var ve bu da o gürültülü sesleri kullanmak.
ASHES’te öne çıkan bir gesture kavramı bulunuyor. Gesture, bedene bir kimlik kazandıran ve onu kalıplara sokan sürekli davranış biçimi olarak biliniyor. Görünmezin görünen ile, yokluğun varlık ile mücadelesine gesture kavramı üzerinden tanıklık etmek ele aldığınız konuya nasıl bir yaklaşım getiriyor?
Sanırım müzikalite üzerine çalıştığımda her medyumu ele alıyorum, bunun nedeni de eğitim gördüğüm disiplin. Kendimi bir besteci olarak görmesem de belirli müzik terimlerinin yer aldığı bir liste her zaman zihnimde canlanıyor. Varlık/yokluk, görülen/görülmeyen, kompozisyonla ilgili jestler, bir şeylerin gözükmesi ve kaybolması sanatı, inşa etmek, bir şeyleri bir araya getirme sanatı… Bütün bunlar jestlere, dansa, ışığa, sese ve skenografiye uygulanabilir. Kısaca sahip olduğum yaklaşım için müzik birikimim ve yaptığım şeyler arasında bir bağ yaratmaktır diyebilirim.
Geçtiğimiz yıl ikinci kez Zorlu PSM’yi müzik, yaratıcılık ve teknolojinin merkezine dönüştüren Sónar Istanbul, 8-9 Mart 2019 tarihlerinde yine elektronik müzik dünyasının birbirinden değerli DJ/prodüktörlerine ev sahipliği yapacak.