Romain Puertolas'ın 37 dile çevirilen Bir IKEA Dolabında Mahsur Kalan Hint Fakiri'nin Olağanüstü Yolculuğu kitabından The Extraordinary Journey of the Fakir (Fakir: Bir Hint Fakirinin Olağanüstü Yolculuğu) adıyla uyarlanan film, bugün vizyona giriyor. Yönetmen koltuğunda Ken Scott, oyuncu kadrosunda ise Dhanush, Gerard Jugnot, Berenice Bejo, Erin Moriarty, Barkhad Abdi ve Ben Miller’ın yer aldığı film, Hindistan’dan Paris’e uzanan yolculuğunda bir IKEA dolabında mahsur kalan Hint Fakiri Aja’nın tüm Avrupa’yı tesadüf eseri dolaşmasını konu alarak seyirciyi temposu hiç düşmeyen rengarenk bir serüvene çıkarıyor.
Hindistan’da Racastan sokaklarında yaşayan, insanları doğaüstü güçlere sahip olduğuna inandıran sokak sihirbazı ve hint fakiri Ajatashatru Lavash Patel (Dhanush), annesinin ölümünden sonra hiç tanımadığı babasını bulmak üzere Fransa’ya gitmeye karar veriyor. Ancak Paris’e vardığında planladığı gibi işler yolunda gitmiyor. Aja, herkesin Paris’e gelir gelmez ziyaret etmek istediği turistik yerler yerine çocukluk hayali olan bir IKEA mağazasını ziyaret etmek istiyor ve mağazada Marie’ye (Erin Moriarty) âşık oluyor. Aynı gece mağazadaki dolaplardan birinde uyuklamak isteyen Aja, dolabın kargolanmasıyla birlikte hesapta olmayan bir Avrupa turuna çıkıyor. Sınır polislerinden ve Somalili mültecilerden uzak durmaya çalışırken yol boyunca birbirinden renkli ve eğlenceli karakterle tanışıyor. Kendini bir anda Roma’da bir dünya starıyla birlikte dans pistinde yahut bir sıcak hava balonunun içinde ilginç bir yolculuk yaparken buluyor.
The Extraordinary Journey of the Fakir, bakıldığında fantastik, macera ve drama türlerini içinde barındıran oldukça iyimser bir film. Filmin olay örgüsü veya aksiyon planından ziyade ilgi çekici noktalarını görmek gerek. Aja, Mumbai’de yaşayan oldukça meraklı ve enerjik bir çocuk. Fakir olduğunu ve Racastan dışında bir hayat olduğunu okuldaki haritayı fark ettiğinde öğreniyor. Bir şekilde karşısına çıkan IKEA kataloğu ise onun için baht dönüşü oluyor diyebiliriz. Aja, yatıp kalkıp IKEA’daki ürünleri ve koleksiyonların isimlerini ezberliyor ve o tür evlerde yaşamak için hayal kuruyor. Bu noktada aslında eğlenceli bir kültürel emperyalizm mağduriyeti önümüze seriliyor. Aja, oldukça fakir bir evde yaşarken IKEA kataloğu karşısına açılan yepyeni bir pencere gibi ona hayaller kurdurtuyor. İlkel kabilelerin önüne televizyon konulduğundaki hayreti yaşamaktan yahut Batı kültürüyle tanışan gelişmemiş ülkelerin şaşkın vatandaşları gibi davranmaktan kendini alamıyor. Ancak bu dayatılmış hayal, ona IKEA kataloğundan değil annesinden miras kalan bir şey. Aja’nın annesi de henüz o çok küçükken Paris hayalleri kuruyor ve evdeki posterlere sevgiyle dokunuyor. Dolayısıyla aslında çocukluktan beri Aja, Mumbaili olduğunu bilse de yalnızca fiziksel olarak orada yaşıyor. Aklı sürekli daha iyi bir hayat olduğu aşılanmış Batı toprakları ve onun en büyük göstergelerinden biri olan IKEA’da. Fakat filmin karamsar bir bakışı yok. Aslında filmi izlerken bir macera filmi izliyoruz ve iyi olan tarafı bu kadar akıcı ve temposu hiç düşmeyen bir macera filminin kenarlarına kültürel emperyalizm, göçmenlik, ekonomi, cinsellik, yabancılaşma yahut ulus bilinci gibi motiflerin ince dikişlerle iliştirilmesi.
Film, klasik bir macera filminde olması gereken şaşırtıcı ihtimaller ile akıcı olasılıkları bağlayarak kendini var ediyor. Temelinde iyi bir drama yattığını da görebiliyoruz çünkü kullandığı mizah ancak sağlam bir dramın üzerine oturtulabilecek türden. Mesela polisler ve sınır devriyeleri oldukça şaşkın ve aklı bir karış havada olan karakterler olarak çizilmiş ve o sahnelerden sarkastik bir komedi çıkarılabilmiş. İngiliz polis kendi ülkesinin gerçeklerinin ve sık sık kaçak yollarla ülkesine gelen insanların kaygılarının farkında ancak bunlarla o kadar eğlendiği bir noktada ki; hem ülkesinin klişeleriyle hem de kaçak giriş yapanların kritik durumuyla eğlenceli bir İngiliz mizahı yaratıp seyirciyi güldürebiliyor. Yahut eşcinselliğin oldukça klişeleşmiş kısımlarına çekinmeden gönderme yapabiliyor. Film, bu gibi artık alışık olduğumuz durumlara mizahi bir yerden bakabiliyor. Aslında bu olaylar pratiğimizdeki dramlar ancak bunları eğlenceli ve büyülü bir yerden ele aldığı için fantastik ve hayalperest bir hikâye olarak karşımıza çıkıyor.
Fakir: Bir Hint Fakirinin Olağanüstü Yolculuğu, elbette yalnızca gerçeküstü veya fantastik olaylardan ibaret değil. Tüm bu dolantının içinde dönüp dolaşıp çok güzel bir noktaya varıyor ve zaten sonunda da “bu olanların ne kadarı gerçek?” sorusuna, filmin asal temasına veya önermesine çok uygun düşecek bir cevap vererek sonlandırıyor. Bu yüzden filmi izlerken hikâyenin veya olayların tutarlığı değil de böylesi büyülü bir filmin kenarlarına uyarı levhaları olarak konulmuş yukarıda bahsettiğim motiflerin nasıl işlendiği öne çıkıyor. Arthouse filmlere göre anlatımı daha hafif kaçsa da daha fazla seyirciyi kendisine çekip, aktarmak istediğini kitlelere duyurmak adına tercih edilebilecek bir yöntem. Üstelik fazlaca optimist bir bakış açısına sahip olması da iyimser bir ruh hâli yaratıyor.
Oyunculuk performansları da bu anlamda fazlasıyla önemli bir nokta. Özellikle Aja’yı oynayan oyuncu Dhanush, performansıyla gerçekten göz dolduruyor. Özellikle filmdeki dans sahnesi uzun zamandır karşılaştığım en iyi Bollywood stili danslardan biriydi diyebilirim. Dansta ona eşlik eden The Artist filminden de tanıdığımız Berenice Bejo’nun da hem dansı göze hoş görünüyor hem de yarattığı Nelly Marnay rolü ile yaşayan bir Hollywood karakteri çizdiği fark ediliyor. Yönetmenin böylesi bir film için güzel mekânlar seçtiği ve bu mekânları güzel renklerde aktarmak istediği dikkat çekiyor. Filmin tarzına da oldukça yakışmış bu canlılık. Sinematografisi de kendi kategorisi dahilinde oldukça üstünde düşünülmüş bir tekniğe ve üsluba sahip. Bu yüzden The Extraordinary Journey of the Fakir filmini, özellikle yaz mevsimi için iç açıcı renkleriyle, eğlenceli danslarıyla, ilham veren hayalperest hâliyle ve ele aldığı toplumsal konularıyla, hızlı ve eğlenceli bir Avrupa turu yapmak isteyenlere tavsiye ediyorum.