Farklı kültürleri birbiriyle buluşturarak müziğin evrensel diline varan, gitaristlik ve besteciliğin yanına prodüktörlüğü de ekleyen Alper Tuzcu ile son projeleri Uzaklarda ve Migrante’den başlayarak müzik hakkında konuştuk.
Genç yaşına rağmen isminin önüne eklediği besteci, prodüktör, gitarist ve GRAMMY Ödülleri Jüri Üyesi unvanlarıyla, yaptığı müzikle dikkatleri üzerine çeken bir isim Alper Tuzcu. İlk albümü Between 12 Waters’dan bugüne pek çok farklı ve orijinal çalışmaya imza attı. Adından son zamanlarda ilk Türkçe sözlü çalışması Uzaklarda ile bahsettiriyorken 20 Şubat’ta üç bölümden oluşacak kozmopolit projesi Migrante’yi yayımladı. Migrante ilhamını Gabriel García Márquez’in Oniki Gezici Öykü kitabından alan flamenko, fado, caz ve klasik müzik tınılarını barındıran bir albüm olma özelliği taşıyor. Tuzcu’dan albüm hikâyelerini, müzikte önünde açılan yolları ve bu yolda başına gelenleri dinledik.
Diskografinizde sondan başa doğru gidelim. Geçtiğimiz günlerde ilk kez Türkçe sözlü çalışmanız Uzaklarda’yı yayımlamışken şimdi de yeni EP’niz Migrante’yi dinleyiciyle buluşturdunuz. İlk olarak Uzaklarda’nın hikâyesinden başlayalım mı? Nasıl ortaya çıktı bu şarkı? Türkçe sözlü şarkı üretmeye devam edecek misiniz?
Uzaklarda’yı bir kaç ay önce bir masterclass için bulunduğum Valencia’da besteledim. Akdeniz havasından olsa gerek, beklemediğim bir anda şarkının tamamı ortaya çıktı. Daha sonra üstüne Türkçe sözler yazdım ve de en son Amerika’da kaydettik. Şarkıya yön veren Lo-Fi müzik tarzı, caz ve elektronik ögelerin bir karışımı yapılarak, bir şarkıda plaktan çalınıyor hissi yaratılarak oluşturuluyor. Bu açıdan, bildiğim kadarıyla Uzaklarda, Lo-Fi tarzda yapılan ilk Türkçe şarkılardan biri. Bu açıdan da gayet güzel geri dönüşler aldım. İleride de Türkçe sözlü şarkılar yapmayı planlıyorum!
Geçtiğimiz günlerde yayımladığınız EP’niz Migrante’den ilk parça 2019 yılında Felicidade’de çalıştığınız Brezilyalı vokalist Helena Beltrão’nun seslendirdiği Canção do Pássaro oldu. Bu albümden bahseder misiniz? Ne kadar sürede hazırladınız bu albümü, kimlerle çalıştınız? Dinleyicileri neler bekliyor bu albüme dair?
Migrante yaklaşık bir yıl önce Barcelona’da ortaya çıktı. Fado, flamenko, caz ve Latin Amerika stillerinin bir karışımı. Amerika ve Avrupa arasında gidip gelirken ortaya çıkan, yine iki kıta arasında daha önce gidip gelmiş ve eserler yaratmış yazarlara ve sanatçılara da selam veren bir çalışma.
Aslında Migrante toplam üç bölümlük bir albümün ilk kısmı. Bir albümü bu şekilde üç bölüm hâlinde yayımlama fikri iki nedenden ortaya çıktı. Birincisi, albüm içindeki şarkılar farklı temalar ve stiller barındırıyor. Şarkıları bu neden ile üç ayrı tema altında sunmayı tercih ettim. İkincisi de verileri incelediğimizde günümüz streaming çağında 10 şarkılık bir albüm yayımladığınızda genelde iki veya üç şarkı dinleniyor. Bu format ile yeni bir strateji oluşturduk.
İspanyolca ve Portekizcede “göçmen” anlamına gelen Migrante sözcüğünün albümdeki karşılığı nedir? Bu ismi seçmenizdeki nedeni merak ediyorum.
Migrante hem İspanyolca hem de Portekizcede “göçmen”, yani sürekli hareket hâlinde olma anlamına geliyor. Sonuçta bu doğanın bir parçası ve insanların hayatlarında da var sürekli hareket hâlinde olma durumu. Genelde Latin Amerika’dan 5-6 ülkeden müzisyenler ile bir araya gelerek bu albümü kaydettik. Bu açıdan, değişik kültürlerden insanlar olarak bir araya geldiğimizde neler yapabileceğimizi gösterebildiğimiz bir proje.
Aynı zamanda benim de benzer bir hikâyem var. Bu proje için, yani değişik kültürleri bir araya getirerek buradan orijinal, özgün ve yeni şarkılar yazmak için Migrante’nin uygun bir başlık olduğunu düşündüm.
Migrante’nin ilhamını Gabriel García Márquez ’in Oniki Gezici Öykü kitabından aldığınızı belirtiyorsunuz bir açıklamanızda. Albüm içerisinde bir de Micaella Cattani’nin seslendirdiği, Pablo Neruda’nın Con Ella adlı şiirine dair besteniz yer alıyor. Bu iki yazarla olan ilişkinizden ve albümdeki etkilerinden bahsedebilir misiniz?
Gabriel García Márquez aslında benim için edebi yazı dilinin içinde sihri, paralel bir gerçekliği ve gerçek üstü olayları en güzel ve en sade şekilde anlatabilmeyi temsil ediyor. Ben de bunu zaman zaman şarkı sözlerimde yapıyorum, bu açıdan kendisi bana en çok ilham veren yazarlardan bir tanesi.
Şiire baktığımızda Neruda da benim için sade ifadeyi ve dilin tam kontrolünde olmayı temsil ediyor. O da özellikle Con Ella ve bazı şiirlerinde de Nicanor Parra’nın yarattığı “anti-poema”, yani “anti-şiir” akımından yararlanmış zaman zaman. Alfonsina Storni, Gabriela Mistral, Rafael Alberti ve Lorca da bana ilham veren şairlerden birkaçı.
Benim için Migrante, Barcelona’da García Márquez’in 12 Gezici Hikâye kitabını okumamla ortaya çıktı. Hikâyelerin çoğu Barcelona’da geçiyor, hatta bir hikâyede García Márquez ve Neruda bir arada. Bu hikâyeleri okurken fark ettim ki, García Márquez’in hikâyeleri aslında kendisi gibi göçmen sanatçıları ve insanları anlatıyor. Bu bahsettiğim insanların neredeyse hiçbirisi sürekli olarak kendi ülkelerinde yaşayan insanlar değiller. Bu sadece edebiyatta değil, aynı zamanda diğer alanlarda da var. Picasso ve Miro da böyle, Stravinsky de, hatta Einstein bile öyle. İki kıtada, üç kıtada zorunlu olan ve olmayan sebepler ile yaşamış, üretmiş insanlar.
Bu kitabı okuduğumda ben de tesadüfen Barcelona’daydım. Her şey bir biri içine geçti: Şehrin çok kültürlü yapısı, kitabın çok kültürlü yapısı, benim çok kültürlü yapım… Bir araya gelmemesi imkânsızdı.
Genç yaşınıza rağmen oldukça üretken bir müzisyensiniz. Müziğe nasıl başladığınızdan, 2015 yılında İtalya'daki Umbria Caz Festivali'nde burs kazandıktan sonra dünyanın en iyi müzik okullarından Berklee College of Music’e gidişinize ve GRAMMY Ödülleri Jüri Üyesi oluşunuza varan yolculuğunuzdan konuşalım mı? Nasıl bir yolculuk oldu, detaylarını sizden dinlemek isteriz?
Her şey 2012’de İtalya’daki Umbria Caz Festivalinde kazandığım bir burs sonrası girdiğim Berklee College of Music’de başladı. Berklee’de iken şarkı yazma, değişik kültürlerin müzikleri üzerine araştırma yapma, armoni ve prodüksiyon üzerine yoğunlaştım. 2016’da 12 değişik kültürden etkilenerek yazdığım 12 şarkıdan oluşan ilk albümüm Between 12 Waters çıktı. Bu albümün başarısı ve uzun süren bir başvuru sürecinin ardından GRAMMY ödülleri jürisine kabul edildim. Sonrasında EP, albüm, konser ve sürekli olarak üretme sürecim başladı. Hâlâ da böyle artarak devam ediyor.
2016 yılında yayımladığınız ilk albümünüz Between 12 Waters ve ardından gelen Lines, Aurora, Migrante ile pek çok single… Üretiminizde genelde enstrümanlar ön planda. Yaptığınız müziklerde farklı kültürlerden esintiler var. Kendinizi mevcuttaki herhangi bir türe dahil ediyor musunuz?
Kendimi ait hissettiğim tek bir tür yok. Sürekli dinlediğim müzikler üstüne kafa yorup araştırarak kaynaklarını öğrendiğim için ilgimi çeken türler ve yapmak istediğim türde müzik arasında ortak bir yol çiziyorum. Bu da sürekli olarak değişen ve gelişen bir süreç.
Müziğinizi neler besliyor? İlk albümden bugüne neler değişti müziğinizde?
Dinlediğim müzikler, yaptığım araştırmalar, okuduğum kitaplar ve konserler müziğimi besliyor. İlk albümde bir sürü değişik tür vardı, artık bir projede hangi türler ile çalışacağım konusunda daha odaklıyım. Her proje için bir kaç tane tür ve tek bir tema seçip ona odaklanıyorum. Bir de artık yeni şarkılar konusunda dinleyicilerden “şarkıyı duyar duymaz senin şarkın olduğunu anladım” diye geri dönüşler alıyorum!
Şarkılarınızda genelde kadın vokalistlerle çalışıyorsunuz. Bu tercihinizin bir sebebi var mı? Bu iş birlikleri nasıl ortaya çıkıyor?
Değişik ses karakterlerine sahip olan vokalistler ile çalışmayı seviyorum. Erkek vokalleri kendim yaptığım için değişen kadın vokalistler oluyor. Çalıştığım insanları düşününce fark ettim ki, aslında hepimiz arkadaşız; çünkü beraber yaptığımız şey, ayrı yerlerden gelsek de, aynı yöne bakmamız ve aynı vizyonu paylaşmamız sonucunda ortaya çıkıyor. Bu anlamda kendine özgü bir sesi olan ve yeni söyleyecek bir şeyi olan insanlar ile çalışmaya özen gösteriyorum.
Kimleri, hangi tarz müzikleri dinlemekten hoşlanırsınız? Kendinizi yakın hissettiğiniz müzisyenler var mı?
Natalia Lafourcade, Jorge Drexler ve Sílvia Pérez Cruz hem sürekli dinlediğim, hem de son derece ilham aldığım müzisyenler. Özellikle Natalia Lafourcade’den şarkı yazımı konusunda bir çok tavsiye alma şansım oldu.
Sílvia Pérez Cruz caz, flamenko, fado ve şarkıcı/şarkı yazarı türlerini başarıyla birleştirmesi ile ilham verici bulduğum birisi. Jorge Drexler ve Natalia Lafourcade’nin edebiyat yanları çok güçlü. Mesela Natalia Lafourcade sık sık Violeta Parra, Agustin Lara, Simon Diaz gibi şairlere ve şarkı yazarlarına atıf yapıyor. Jorge Drexler’in değişik ritimler ve stilleri şiirle birleştirme tekniklerini de son derece beğeniyorum. Üçünün de özelliği sürekli hareket hâlinde olmaları, rafine bir müzik yapmalarına rağmen tam anlamı ile global ve müzik endüstrisinin yeniliklerini sonuna kadar kullanmaya açık sanatçılar olmaları ve büyük kitlelere ulaşmaları.
https://www.youtube.com/watch?v=6rQmtFk5QUQ
Bir yandan da şarkı yazımı ve prodüksiyon atölyeleri düzenliyorsunuz. Bu atölyeler öğretirken bir tür öğrenme deneyimi de oluyor mu sizin için?
Atölye içeriklerim şarkı yazımı ve müzik prodüksiyon üstüne yoğunlaşıyor. İki alan da tüm seviyelerdeki öğrencilere açık ve de son derece interaktif geçiyor.
Şarkı yazımı atölyesinde söz ve müziği birleştirme tekniklerine odaklanıyoruz. Diğer konu başlıkları, şarkı formları, melodi yazma teknikleri ve modern armoni kullanımı. Ayrıca ritim ve hece sistemleri ve şarkı yazma egzersizleri de var. Derslerde biraz ilerledikten sonra herkes kendi şarkılarını getirip sınıfa sunmaya başlıyor. Şarkıları nasıl daha iyi yapabiliriz, diye hep beraber üstünde konuşup, bu arada işi yaparken öğreniyoruz.
Müzik prodüksiyon ise yazdığımız şarkıları kaydetme ve yayına hazırlama teknikleri üzerine kurulu. Hem vokal kayıt, hem de MIDI ve akustik enstrüman kayıt tekniklerini Ableton Live (bazen de Logic ve Pro Tools) programı ile anlatıyorum.
Kısacası, yaptığım atölyeler şarkı oluşturma sürecini en başından en sonuna kadar özetliyor. İki alan da insanın kendisini zaman içinde çalışıp daha çok şarkı yaptıkça ilerlediği, kendini geliştirdiği alanlar dolayısı ile kendi deneyimlerimi paylaşıp diğer şarkı yazarlarına, bestecilere ve prodüktörlere yardımcı olmak benim için de çok önemli bir deneyim.
Migrante’nin ardından yeni projeler olacak mı? Dinleyicilerinizi neler bekliyor? Yakın zamandaki konser programınız belli mi? Yolunuz İstanbul’a düşecek mi?
Migrante’nin sonrasında Nisan ayında ikinci ve Haziran ayında üçüncü bölüm geliyor olacak. Şu an onların da son hazırlıkları yapılıyor. Daha sonra 2020’nin ikinci yarısında başka projeler de geliyor olacak. Konser programı da şu an yapılıyor ve İstanbul’da da yakında tekrar çalmayı planlıyoruz!