19 ŞUBAT, CUMA, 2016

Kuzey’i Arayanlar: !f İstanbul Belgesel Bölümüne Bakış

!f İstanbul’un iki yıl önce başlattığı ve dünyadan aktivist filmlerin yarıştığı Aşk & Başka Bi’ Dünya bölümünde ABD, Almanya, Birleşik Krallık, Çek Cumhuriyeti, Gürcistan, İran, İsviçre, Kanada, Mısır ve Türkiye’den toplam sekiz film gösteriliyor. Ece Temelkuran, filmleri izledi ve yazdı. 

Kuzey’i Arayanlar: !f İstanbul Belgesel Bölümüne Bakış

Dünyada bazı entelektüel çevreler ve siyasetçiler on yıllar boyunca büyük bir ateş etrafında dans ettiler. Bu ayinin adı “Büyük Söylemlerin Sonu” idi. İki kutuplu dünyanın sonu geldiğinde yeryüzü bütün kötülüklerden kurtulmuş gibi bir hava esiyordu. Süperman sonunda bir Ivan Drago endişesi olmadan engin maviliklerde uçabilir,  James Bond artık sadece Oidipus kompleksli psikopatlarla vakit geçirebilirdi.

İnsanları bir araya getiren büyük kapitalizm eleştirisi parçalara bölündüğü andan itibaren her şey daha güzel olacaktı. Oldu.

Panteonlarında Japon turistleri ağırlayan Avrupa’nın liderleri şimdi liberte, egalite, fraternite adlı ceplerinde erimiş üç şekerlemeyi kıyıya vurmuş ölü bebeklere yedirmeye çalışıyorlar.

Dünya, dağınık halde Üçüncü Dünya Savaşı’nı yaşarken, Bronx’dan Şam’a, Tiblis’den Diyarbakır’a her yerde herkes kendi savaşını adlandırmaya, tarif etmeye, yaşanan derin çatışmanın adını savaş olduğuna dünyanın geri kalanını inandırmaya çalışıyor.

Lost and Beautiful

!f festivalinde bu yıl izleyeceğiniz belgesel filmleri izlerken şöyle düşündüm:

Bundan 50 yıl önce bu filmler çekilseydi bütün bu insanlar çok büyük olasılıkla farklı dillerde ama ortak bir söylemle konuşuyor olacaklardı. Hayatın anlamı, dünyanın kurtuluşu, insanlığın iyileşmesi için birbirinden farklı olmayan çözümler öneriyor olacaklardı. Dünyanın “esmer halkları” şimdi birbirleriyle konuşabilecekleri o dili yitirdiler ve şimdi herkes kendi küçük dilini konuşuyor. Siyasal söylemin Babil Kulesi yıkıldıktan sonra şimdi birbirini anlamayan insanlar, kendi başlarına bir anlam bulmaya çalışıyorlar. Yeryüzü artık herkes tek başına ayakta kalmaya çalıştığı bir yer. Suriyeli bir mülteci, Amerikalı bir siyah kadın, Tiblis’te anlamsızlığı kaykaylarla doldurmaya çalışan ergenler, Diyarbakır Bağlar mahallesinde yıldız futbol takımı, Mısır’da şarkıların geleceği kuracağına inananlar... Belgesellere konu olanların hepsi hayatın bir ucundan tutuyorlar. Herkes “Başka bir dünya mümkündür” diyor ve sonra herkes aynı anda, cümlenin sonunda susup bekliyor.  

The Russian Woodpecker

Büyük söylemlerin insanlığa sunduğu en önemli arz, herkes için neredeyse tek tip bir çözüm sunması değil. Büyük söylemlerin en kullanışlı ve hayatı pek kolaylaştıran tarafı, herkese, şüpheye hiç yer bırakmayan, iyi-kötü, çirkin-güzel, doğru-yanlış konusunda kesin bir bilgi veren, şaşmaz bir pusula hediye etmesi. Şimdi bu filmlere bakınca insanlar yeryüzü macerasında ellerine sürekli tereddüt eden bir pusulayla ıssız bir adaya bırakılmış Survivor yarışmacıları gibi görünüyor.  İyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış konusunda her gün yeniden kararlar vermesi gereken insanların elinde her biri başka bir Kuzey’i gösteren pusulalar var. Pusula böyle olunca doğru yöne ilerlemek mümkün mü? Ya da bütün yönler birbirine karışınca, dünyaya etki edemeyen insanın yapabildiği en önemli eylem hayatta kalmak ya da ayakta kalmak mı oluyor? Yani pusula doğru yönü gösterinceye kadar uzun bir bekleme mi şimdi insanoğlu için hayat? Belgesellerin, belgesel tevazuuyla işaret ettiği bu soruları felsefe de soruyor, bütün dünyada. 

Bütün bu soruları, üstten, dışarıdan, soğukkanlılıkla sormak mümkün, ta ki insana, çağının tanığı olan bu filmlerdeki insanlara tek tek bakmaya başlayana kadar... O zaman edebiyatın sonsuz platosuna giriyoruz. Gürcistanlı çocuğun kekelediği bir anda, Amerikalı siyah kadının kendinden şüphe ettiği bir saniyede, Mısır’da müzisyen genç bir kadının sessiz kaldığı o sekansta ya da Diyarbakır’daki çocuğun “inançlı” gülümsemesindeki tereddütte... Orası damladaki derya. Deryadaki damlayı gösteren/işaret eden filmin/görüntünün damladaki deryaya ulaştığı o an, büyük söylemlerin temas edemediği o dar çatlakta insanlığın yeni anlamlarını bulmak için bir imkan olduğunu düşünüyor musunuz? Ben emin değilim. Ama o çatlağa bakmaktan, gözümüzü oraya dikmekten başka da bir yöntem kalmadı insanlık için. Küçük insanların hep kendi boylarını aşan mücadeleleri içinde “iyiliğin” ne olduğuna dair fikirleri, yani milyonlarca Kuzey birleşip mutlak bir Kuzey’i gösterir hale gelecek mi? Dünya şimdi bunu anlamaya çalışıyor. Çok konuşarak, çok anlatarak, çok film çekerek... Herkes bir damla deryasını katmaya çalışıyor bu kararlaştırılmamış mücadeleye. “Başka bir dünya, ama nasıl?” sorusuna verilen milyonlarca cevaptan söz ediyorum. Bu gürültü kendi Babil Kulesi’ni kuracak mı? Bunun cevabı deryanın damla damla dolmasını izleyecek sabrımızın olup olmamasına, yeryüzünün bunu bekleyecek zamanı kalıp kalmadığına bağlı.  

...ama insan, sürüyor. Anlam, cevap, çözüm, Kuzey... Bütün bunlara aldırmadan sürüyor. Her doğumla yeniden başlamakta ısrar ediyor, insan her yeni gelen bebekle kendini dünyaya dayatıyor. Her insan yeni bir çatlak imkanı. Işığın sızdığı bir çatlak. Yazarak, film çekerek, müzik ya da resim yaparak, düşünerek yaşayanlar açısından bu çatlaklardan sızan ışıklı söylem parçalarını, çilekeş bir misyoner gibi kaydetmekten başka çare yok... Damla damla birikenin zamanın kuraklaştırıcı etkisini yeneceğine inanmaktan başka... 

0
11509
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage