Jeff Hakko ile Ulus'taki evinde, adeta küçük bir müze halinde sergilediği, Türkiye'de başka bir eşi olmayan tarihi dalgıç malzemeleri koleksiyonu üzerine neşeli ve öğretici bir sohbet yaptık. Bize verdiği bilgilerle tanımadığımız bir dünyanın kapılarını açarken, koleksiyonunu oluştururken anlattığı hikayelerdeki samimiyet, heyecan, keşifçi ruhuyla, bize küçükken hepimizin okumuş olduğu Jules Verne'in kitabının sayfalarında bulduğumuz hayal gücünü ve ileri görüşlülüğü hissettirdi. Koleksiyonculuğun tutku, merak, sebat, zaman ve disiplin olmadan yapılamayacağının belki de en güzel kanıtıydı bu röportaj.
Denizi çok sevdiğinizi sizi yakından tanıyanlar biliyor. Denizin hem üstünde olmaktan zevk alıyorsunuz hem de altındaki dünyayı merak ediyorsunuz. Ne zaman başladı bu tutku?
Çocukluk yaşlarımda başladı, dün gibi hatırlıyorum; henüz dokuz yakuz hena yazları gittiğimiz Büyükada'daki merkez eczaneden babamın verdiği harçlıkları biriktirerek bir çift palet ve sualtı gözlüğü almıştım. O tarihlerde kendimi Anadolu Kulübü'nden suya bıraktıktan sonra bir daha geri dönüşüm olmadı. Bu benim için ayrı bir dünyayı keşfetmek gibi oldu. Palet ve gözlüğü almamın sebebi şuydu; daha 6-7 yaşımdayken şişme botumla tek başıma balık tutmaya giderdim ve "Bu balık nerden geliyor?", "Hangi ortamlarda yaşıyor?" diye merak ederdim. Bu duyguları yaşadıktan sonra çok sabırla bekledim. Bir nefesle suyun altında kalabileceğiniz zaman kısıtlı, daha fazla kalabilmek için başka imkânlar gerekiyor. Aletli dalış eğitimi almak için yaşım çok küçük olduğu için senelerce bekledim.
Çok disiplinli bir dalgıç olarak hemen hemen her dalışınızı kaydediyorsunuz sanırım. Deniz altını keşfetmeye bugüne kadar tahmini kaç saat ayırdınız?
Madem ki soruyorsunuz; şöyle bir hesap yapabiliriz. (Telefonuna bakıyor) 2000 kayıtlı dalışım var, bir dalışın ortalama süresini 40 dakika alırsak, 80 bin dakika yapar suyun altında, saatlere bölersek 1333 saat çıkıyor. Böyle bir yaşantı da tabii devam ediyor, dalmanın bir yaş sınırı da yok. Bizim babamız, Jack Cousteau 85 yaşında hâlâ dalıyordu, rahmetli. Dalış için fit olmaya gerek var mı? Evet belki, hazırlık sürecinde ağırlık taşınıyor ama suyun altına girdiğiniz andan itibaren yer çekimi yok, astronot gibisiniz ve dalışın en güzel taraflarından birisi de mavi kristal bir topun içinde yüzüyorsunuz.
Çok zengin bir sualtı koleksiyonuna sahipsiniz, koleksiyonerlikle ilgili sorulara geçmeden önce, okuyucularımızın bu konuda bilgi sahibi olması için bize biraz insanoğlunun denizaltı ile olan serüveninden bahseder misiniz? O büyülü mavinin içindeki yerimize ulaşmak ne gibi teknolojik gelişmeler ve keşiflerle mümkün oldu?
Dalış ve sualtı Gılgamış zamanından beri var, insanlar çok farklı yöntemlerle dalıyorlardı. Yanlarına bir domuz veya herhangi bir hayvanın midesine hava doldurup alıyorlardı, borularla satıhtan nefes almaya çalışıyorlardı. Bunların hiçbirisi teknolojik açıdan bu göreceğiniz mevcut koleksiyonunun malzemelerinin başlangıcı olan 1820'lerde icat edilen ve bakırdan üretilen başlık icadına kadar tam başarılı olmadı, bu uğurda çok kişi hayatını kaybetti. Sualtı başlığı tulumbadan gelen satıhtan hava ile beslenir ve dalgıç suyun altında bağlı olduğu hava hortumundan dolayı ancak belli ve kısıtlı bir mesafe gidebilirdi ve bu teknolojiyle 1945-50’lere, Cousteau'nun scuba icadına kadar dalındı. Bizim bugün kullandığımız malzemeler ise scuba dediğimiz, (self contained under-water breathing apparatus) ile yapılıyor, bu şekilde bağımsız dalış teknolojisine geçiliyor. Standart forma dediğimiz başlıkta her zaman satıhtan beslenmek gerekiyor, bu malzemeler bugün koleksiyon dışı kullanılmıyor. Ancak bazı ülkelerin deniz kuvvetlerinde, bizim deniz kuvvetlerimiz dahil, dalgıç birimlerinin eğitimlerinde ve olayın geçmişte ne kadar külfetli olduğunu göstermek için kullanılıyor.
Beykoz'da Kurtarma ve Sualtı Komutanlığı'ndaki dalış kulesinde, birinci derece dalgıçlar bröve almak için eğitim için önce bu malzemelerle dalıyorlar, sonra scuba'ya geçiyorlar.
Hangi ülke bu teknolojinin öncüsü olmuş?
Ada olmaları sebebiyle İngilizler keşifçi sıfatlarıyla ve sömürgeleriyle en büyük deniz kuvvetlerine sahiptiler. Büyük imparatorluk "Great Britain and the Commonwealth" dediğimiz sömürgeler dahil denizler onlar için çok önemliydi. British fleet dünyanın halen en büyük donanmalarındandır ve ilk başlık 1823'de ünlü İngiliz Dean tarafından üretilmiştir. İngilizler'in bugünkü koleksiyonerler içinde çok önemli bir yerleri var; en kaliteli, en çeşitli tarihi dalış malzemeleri üretmiş ülkedir.
Dalgıç başlıklarının itfaiye için kullanılan duman başlığından türediğini okudum.
Evet, 1823 yılında İngiliz mucit, Charles Anthony Deane'nin itfaiye erlerinin yangın alanlarına rahat girebilmeleri için icat ettiği "duman başlığı", sualtında da kullanılmaya başlandı. Dalgıcın başına oturan başlık ağırlıklarla sabitleniyor ve içine yüzeyden hava basılıyordu, Deane kardeşler 1828 yılında bu başlığa bir de elbise ekleyerek "dalış giysisi" adıyla pazarlamaya başladılar.
Sualtı başlıkların çoğu bakırdan, bunun bir sebebi var mı?
Malzemenin bakırdan olmasının başlıca sebepleri var; hafif bir malzeme, üretim safhasında şekillendirilmesi kolay, devamlı tuzlu suyla irtibatta olduğu için korozyona karşı korunması var ve bakımı çok basit.
Sualtı objeleri ile ilgili koleksiyonculuğa ne zaman başladınız? Koleksiyoner olmanıza etken neydi sizce?
Dalmayan bir insanan bu tip bir koleksiyon oluşturmasının olasılığı yok; sualtını, tarihçeyi bilmeniz gerekiyor. Benim sualtına olan ilgim “Benden öncekiler nasıl dalıyorlardı?”, “Nasıl gemi çıkartıyorlardı?”, “Nasıl sünger avlıyorlardı?” gibi sorulara duyduğum ilgiden geldi, yoksa ben modern teçhizatla dalıyorum. 1989 senesinde Fransa'nın güneyinde bir sualtı sempozyumuna katıldım. Girişte gördüğüm tarihi sualtı malzemelerinden parlak bir başlık beni o an büyüledi, 100 sene geri gittim. Çıkışta da baktım üstünde küçük bir etiket var ve bu ürün, adını dün gibi hatırladığım, "Christophe Facon" tarafından kiralanmıştır diyor, hemen numarasını not ettim. Havaalanında aldığım sualtı dergisinin arkasında seri ilanlarda adamın ismi yine karşıma çıktı. İstanbul'a döndüm, kaynıyor içim, heyecana kapılınca konsantre oluyorum ben, hemen adamı aradım ve ilgilendiğimi söyledim. Kendisinde bu tür çok malzeme olduğunu söyleyerek beni bunları görmeye davet etti. İ/3ye gün içinde gittim. Başlayış o başlayış. İlk aldığım başlık o teşhir edilen başlık, benim için çok değerli; o benim ilk aşkım! Amerikan Deniz Kuvvetleri'nde kullanılan Mark 5 başlığı.
Herkese ilk gördüğü parçayı almak nasip olmuyor.
Doğru söylüyorsunuz! Sonra bir başlık, bir çift ayakkabı derken başladı işte. En önemlisi zaman ayırdım, dünyadaki diğer koleksiyonerlerin kimler olduğunu öğrendim ve ciddi olarak bilimsel bir şekilde araştırmaya başladım. Çünkü teknik bir malzemeyle karşı karşıyasınız, bunun sahteleri var, hakikaten ayırt etmek çok zor. Şimdi artık beni bilirkişi olarak çağırmaya başladılar.
Bize biraz koleksiyonunuzun niteliğinden bahseder misiniz?
Koleksiyonda yaklaşık 300 nesne var, bunların 75 küsürü dalış başlığı, koleksiyonun tam sıfatı "tarihi dalgıç malzemeleri koleksiyonu". Eskiden dalan bir dalgıcın kullandığı tüm teçhizat var; tulumba, başlık, ayakkabı, fener, bıçak, kemer, ağırlık, pusula, saat, sualtında kesim yapmak için kullanılan aletler, vanalar, bir sürü alet ve edavat.
Seçim kriterleriniz ne? Bunları nasıl klasifiye ediyorsunuz? Klasifiye diye bir kelime var mı, ben araştırdım bulamadım.
Birkaç ana kural var, malzemenin authentic olması, nispeten iyi durumda olması, hasarlı olmaması, su geçirmezliğinin olması, ama eğer çok eski bir nesne bulursam bu kadar detaycı olamıyorum tabii. Benim koleksiyonumdaki en eski başlık 1870. 1830'dan bir başlık bulursam su geçirmezliğine bakmam. Bir dalgıç başlığı iki bölümden oluşur; başlık ve göğüslük kısmı, bunlar bir sıkıştırma mekanizması ile birbirine geçer. Dalgıç giyinir, en son ön cam açık vaziyette başlık takılır, tam suya girmeden önce ön lumboz kapatılır. İngilizler başlığın alt ve üst bölümüne bir seri üretim numarası koyarlar. İngilizlerin en büyük üreticisi Siebe Gorman belki 20 bin başlık üretmiştir ve her birinin başlık ve göğüslük kısımlarına aynı olan bir seri numarası vermiştir. Fakat mesela bir gemiden dalan birkaç dalgıç dalıştan sonra malzemeler yıkanırken alt ve üst bölümler karışabiliyordu. Koleksiyoner olarak alt ve üst numaraların tutması çok değerli, buna da bakarım.
Hangi dalgıcın giydiği ona ayrı bir değer kazandırıyor mu? O bilgiye sahip misiniz?
Başlığın tarihçesini biliyorsanız, onu kullanan dalgıcın tarihçesini biliyorsanız, sizin için olan değeri açısından önemlidir. Fransa'nın Marsilya limanındaki havuzlarda gemi tamir ve bakımlarında dalan en son standart üniformalı bir dalgıcın başlık ve ayakkabısını satın aldım. 72 yaşında emekli olan bu dalgıcın tarihçesini biliyorum, aldığım başlık Joseph Scauda diye çok az üretilen bir marka, ayakkabılar o kadar yıpranmış ki, sadece pirinç kısımları kalmış.
Sizin için önemli olmasının dışında, tarihçesinin bilinmesi pazar değerini de arttırmıyor mu?
Evet arttırıyor, burada dikkat edilmesi gereken şey tarihçenin doğruluğu, bu da o kişi hayattaysa yapabiliyorsunuz.
Peki, sertifika alıyor musunuz?
Hayır sertifika yok.
Bize ilginç bir hikayenizi, anınızı anlatır mısınız? Bu objeler içinde sizin için manevi değeri farklı olan var mı?
1995'te Bozburun'da bir dalgıç başlığı var diye duyum alır almaz arabaya atladım, o zaman oralara yol yok, toprak bir yol var, heyelan oldu, bir gün bekledik. Bozburun eskiden Türk süngerciliğinin merkeziydi, Osmanlı tarihinde bütün adalarda; Kalimnos, Simi gibi süngercilik yapılıyordu. Muhtara gidip sordum, sualtı başlığından haberi yok tabii, baktım ki derdimi anlatamayacağım, "Burda oturan hayatta olan en yaşlı süngerci kim?" diye sordum. Muhtar, "Ha, o Selim Usta dedi! " Gittim buldum Selim Usta'yı, tekerlekli sandalyede karşımıza çıkan 80 yaşlarındaki bu adam büyük bir tarih; eski bir dalgıcın defalarca daldıktan sonra sakat kaldığını gösteren bir ibret. Selim Usta, 65 yaşlarında bırakmak zorunda kalıncaya kadar tüm hayatını dalarak geçirmiş. Sonunda başlık bölümünü ahırda buldum, ters çevrilmiş, at ordan su içiyor. Alt tarafı, yani göğüslük de kümesten çıktı, içinde yumurtalar vardı. Ben bu başlığı istiyorum diyince, adam beni kovdu. Aile yadigarı, verilmez diye. Ben ayrıldım, ama gözüm arkada kaldı tabii, kafaya taktım, muhtarı devreye sokarak işin peşini bırakmadım, koleksiyoner olduğumu, ticari amaçlı olmadığımı anlattım. Bu olaydan iki-üç ay sonra, bir yaz günü kapı çaldı, kapıya patates çuvalının içinde başlık geldi. Kendiliğinden göndermiş. Takdiri ben sonradan oraya giderek yaptım.
Başlığın arkasındaki hikaye önemli, burda 75 tane başlık varsa, bunların 10 tanesinin hikayesi var.
Deniz Kuvvetleri'nden emekli bir dalgıç astsubay Moda'da "Dalgıç" diye bir lokanta açmış, ben de onun bir sınıf arkadaşıyla restorana gittim. Restoranın iç kısmında bir vitrine deniz ağlarının arasında bir başlığın üst tarafını koymuş, altı yok. Çıkarken ben o üstü almaya karar verdim, beraber gittiğimiz arkadaşıma söyledim, mümkün değil vermez onu sana dedi. Bu olaydan birkaç gün sonra Kemeraltı caddesine sualtı malzemeleri almaya gittim, orada rahmetli Tuğrul Ogan'ın dükkanı vardır, bir baktım içerde vitrinde yan olarak aynı lokantada gördüğüm başlığın üst tarafının renklerinde göğüslük bölümü duruyor. "Tuğrul, bana bunu ver Allahını seversen" dedim. "Al ya, zaten burda ne yapacağım" dedi. Kaptım altlığı, gittim karşıya lokantaya. Astsubay'a , "şayet bu altlık bunun üstüne uyuyorsa başlık benimdir" dedim. Astsubay, "sen onu nerden buldun" dedi? "Bu bende vardı "dedim. "Yok" dedi, "Sen onun altını bana vereceksin, ben bunu tamamlayacağım". "Vermeyeceğim" dedim, "Artı koleksiyoner benim, sen değilsin ki, ben sana başka bir tane bulurum" dedim. 3,5 saat sonra elimde başlık çıktım lokantadan. Bire bir oturdu.
O da bir keşif gibi bir şey, onun altını bulabilmek.
Aynen öyle.
Bugün de hâlâ üretiliyor bu başlıklar değil mi?
Bu malzemeler bugün üretiliyor ama, "commemorative" yani özel günleri anmak için, mesela kuruluşunun 100. yılını kutlamak üzere, bir dalgıç şirketi özel koleksiyoner değeri olan ama modern üretim 10 tane başlık yapabilir. Bu gibi istisnai durumlar dışında bu başlıklar artık üretilmiyor. En son 1950 senesinde üretildiler. Bugün kullanılmakta olan profesyonel ve “saturation diving” dediğimiz durumlarda, petrol kuyularına dalan ve günler boyu sualtında kalan adamlar bu teknolojinin, bu sistemin modern ve fiber, kevlar ile üretilen malzemelerini kullanarak dalıyorlar.
Mesala antika bir deniz başlığının piyasa değeri nedir?
Christies Maritime Antique Auction'ları var, üç ayda bir yapılır, az üretilen İngiliz Heinke marka bir başlığın açılış fiyatı 3 bin 500 sterlin idi, açık artırmada 35 bin sterline kadar çıktı. Çok az üretilmiş bir başlık çok para ediyor, bazı başlıkları ise E-bay de 8-10 bin dolara bulabilirsiniz.
Dalmanın en zor kısmı bana hep hazırlık kısmı olarak gözükmüştür. Bu malzemeleri kullanarak bir dalışa hazırlık yapmak ne kadar zaman alırdı? Günümüzde ne kadar zaman alıyor?
Eskiden bir dalgıcı giydirmek için iki kişiye ihtiyaç vardı ve hazırlık iki-üç saat sürerdi, bugün 10 dakikada suyun altına inmek için hazır olmak mümkün.
O günkü teknoloji ile bugünkü arasındaki farklardan bahsettik. Teknoloji, tehlike unsurunu büyük ölçüde azaltmış olmalı, değil mi?
Güzel bir soru. Dalgıcın maruz kaldığı en büyük tehlike vurgun, bu fizik kurallarına bağlı. Vurgun o gün de vardı, bugün de var. Emniyet açısından tabii modern malzemeler ve malzeme bakımı bugün daha iyi ama yine de dalgıç vurgun yemedikçe malzemeden dolayı olan sorun az rastlanan bir tehlike.
Suyun altında kalma süresi arttı mı?
Eskiden satıhtaki tulumbalardan hava aldıkları için daha uzun kalabiliyorlardı, şimdi ise sağlıklı dalış yapmak, fiziki limitleri zorlamamak için tüpünüzdeki hava miktarına göre zamanlar kısalabiliyor.
Arkadaşlarınız arasından bu konuda koleksiyon yapan veya merakı olan kişiler var mı?
Birçok koleksiyoner arkadaşım var, ama tarihi dalgıç malzemeleri koleksiyonu yapan yok. Üye olduğum bir Collection Club'da, 300 üyemiz var, onların çok farklı koleksiyonlara sahip. Ediz Hun'un kaktüs koleksiyonu var, İzzet Günay'ın bağcık tığ koleksiyonu var, bir başka arkadaşın doğal malzemelerle üretilmiş Afrika maskeleri koleksiyonu gibi çok enteresan koleksiyonlar var. Deniz eskisi (lumboz, çapa ,pusula, fener) ile tarihi dalgıç malzemeleri koleksiyonunu da birbirinden ayırmak lazım. Deniz eskisi koleksiyonu yapan kişiler de var.
Yurt içinde ve yurt dışında tarihi dalgıç malzemeleri koleksiyonuna yer veren müzeler hangileri?
Özellikle Amerika ve İngiltere'de var, Florida'da ve İngiltere'de iki müze, Fransa'da çok enteresandır nehir kıyısında bir müze var ve Barselona, St.Petersburg'da deniz müzelerinin içinde bölümler var, nitekim Rahmi Koç Müzesi'nin içinde de böyle bir bölüm var.
İstanbuldaki Deniz Müzesi'nde böyle bir bölüm var mı?
Yok ve şu anda mevcut Deniz Müzesi komutanı ile yeni müzede sualtı ile ilgili bir bölüm nasıl oluşturulabilir diye istişare halindeyiz. Beşiktaş'ta yer alan, 2009'da benim de koleksiyonumun sergilendiği tarihi bina şu anda restore ediliyor, yeni müze açıldı ama burada sualtı bölümü yok.
Siz böyle bir oluşum içinde, müzeye koleksiyonunuzu ödünç vermeyi veya bağışlamayı düşünür müsünüz?
Rahmi Koç Müzesi ilk açıldığında, sualtı bölümü oluşana kadar, altı-yedi başlığı iki yıl boyunca ödünç verdim.
Peki Bodrum'daki müzeler?
Bodrum'da iki müze var, birincisi herkesin bildiği Kaledeki Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi ama orada bir tek başlık yok, ikincisi belediyenin oluşturduğu Bodrum Deniz Müzesi'nde ise eski dalgıç ve süngerci teknelerinin maketleri ile başlıklı sünger avcılarının fotoğrafları var, orada malzeme yok.
Bana zamanında teklif geldi, ama koleksiyon oraya gitmek için çok büyük ve bu müzelerin ziyaretçi sayısı ne yazık ki az, bu koleksiyonun ana şehirlerden birinde olması lazım. İstanbul, İzmir, Antalya gibi..
En son ne zaman bir eser kattınız koleksiyonunuza?
Maalesef bir-iki sene oldu. Çünkü malzeme azaldı, bulduklarım da zaten bende var.
Aynı zamanda denizi korumak adına sosyal sorumluluk alanında da etkinsiniz. Bu alanda yaptığınız aktivitelerden bahseder misiniz? Türkiye'de, bireylere ve kurumlara sizce ne gibi görevler düşüyor?
Maalesef Türkiye'de bizim çevre bilincimiz çok zayıf, denizlere gelince daha da zayıf. İnsanlarımızda kalıplaşmış bir kültür var, kullanmadığı eşyaları görmemek için denize atıyorlar. Büyük bir buzdolabı var, at denize gitsin. Ben her dalışımda, ordaki doğaya ait olmayan ne bulursam çıkarıyorum; çöp, pet şişe, ayakkabı, havlu, pil, mutfak eşyaları, tencereler, bulduklarım şeyleri sayıyorum size aklınıza ne gelirse sualtında var. Özellikle kıyı şeritimizde, lokanta ve gece kılüplerinin olduğu yerlerde yarım ton malzeme çıkardım. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müze'sinden bahsettik, arkeolojik kazılara katıldığımızda görüyoruz, Gelidonya burnundan çıkan cam bardaklar, kandiller 3 bin sene korunmuşsa, maalesef bu atılanlar da korunacak. Atılan bir pilin 30 sene tahribatı var.
Milas'daki Deniz Çiftlikleri de denizimizi kirleten, doğamızın dengesini bozan büyük tehlikelerden biri. Kazanılan rant ile denize, doğaya, turizme verilen zararı karşılaştıracak olursanız, var olmalarının hiç bir akla, ilme ve ekonomiye yatan tarafı olmadığını görürsünüz.
Bunun yanı sıra, Deniz Temiz Derneği ile etkinliklere katılıyorum; gençlerimize daha bilinçli, daha çevreci olmaları için yol gösteriyoruz.
Yeni nesilden bu alanda koleksiyonerlik yapmak isteyen olur mu sizce? Yaptıkları bir sporun tarihçesini merak edip bu konuda bilgilerini derinleştirmek isteyen gençlere, kişilere bu konuda kendilerini nasıl geliştirmelerini, ne gibi kitaplar okumalarını önerirsiniz?
Koleksiyoner doğulur, olunmaz. Küçükken misket koleksiyonum vardı, sonra yengeç ayağı, daha sonra bütün gençler gibi pul, sonraları tespih koleksiyonum oldu. Koleksiyonculuk araştırma ruhu, merak, disiplin gerektirir. Kitap okumakla olmaz! Anne ve babaların koleksiyonerlik ruhunu çocuklarına aşılamaları gerekir, şayet onlar değilse koleksiyoner bir arkadaşlarından bunu isteyebilirler.