1960-1970lerde Türkiye’nin film endüstrisini yaratan Yeşilçam Sineması ve Hollywood’dan kopya, tekrar yapım film üretimine dair belgesel film; o dönem yapılan filmlerin arka planında çalışanlar, emekçiler, oyuncular, yapımcılar, yönetmenler ve senaristler ile yapılan röportajlar, arşiv görüntüler ve dönem filmlerinden yapılan bir kurgu ile konuya her tarafından değinen bir özet sunuyor nitelikte.
Filmi yapmaya nasıl karar verdiniz? Süreç nasıl gelişti?
80'li yıllarda Batı Almanya’da büyüdüğümden, Yeşilçam filmlerini dönemin video kulüplerinden izledim. Gurbetçilerin Türkiye ile tek teması video ve müzik kasetleriydi. Filmler ailece izlenir, ev ziyaretlerinde paso dönerdi. Filmlerin diyaloglarını ezbere bilirdik. 2005 yılında Türk sineması ve yeniden yapımlar üzerine bir master tezi yazdım, ardından belgeseli çekme fikri geldi. 2008 yılında çekimlere başladık. Ağustos 2014’de Locarno’da prömiyerini yaptık.
Yeşilçam’ı Almanya’dan okumak çok ilginç geldi filmi izlediğimde. Filmde de birçok şeye olduğu gibi bu konuya da sadece değiniliyor. Nedir oradaki detaylı durum, araştırmalarda nelerle karşılaştınız?
Türk sineması 70'lerde krize girdiğinde video teknolojisi binevi yardımına koştu. Birçok yapım şirketi eski filmlerini video şirketlerine sattı. Bu şirketler özellikle Almanya piyasasına film pazarlıyorlardı, çok kârlı bir işti. Elbetteki biraz da gurbetçilerin hasret gidermeleriyle ilgiliydi bu durum ve Alman televizyonunda kendilerine hitap edecek programların da olmamasıyla alakalıydı. Uydu teknolojisi gelip Türk televizyon kanallarını izleme şansı bulduğumuzda video piyasası çöktü. Birçok filmin videoya transfer için Almanya’ya gelen negatifleri orda kalıp Türkiye’ye dönmedi ve çogu imha edildi.
Eminim gördüğümüz, yaptığınız araştırmanın sadece çok küçük bir bölümü. Araştırmalar, röportajlar ya da filmlerden sahneler seçer ve kurgularken karşılaştığınız, başınıza gelmiş ilginç bir durum ya da kişi oldu mu?
Çekim sürecinde bizi şaşırtan ve sevindiren yegane olay sabunlu şaryo oldu. Görüntü yönetmeni Çetin Tunca ve set emekçisi Selahattin Geçgel (lakabı Godzilla Selahattin) bize ahşaptan bir masa, iki ray ve dört sabun parçasından nasıl şaryo ürettiklerini gösterdiler, şaşa kaldık.
Yeşilçam’da kadının pek rolü yok galiba. Röporajlarda çok az kadın var ve çoğu oyuncu. Gerçekten çok da oyunculuk dışında bir rolleri olmamasından mı yoksa denk gelmediği için mi?
Yesilçam’da kadınlarin rolü elbetteki var, oran olarak diğer ticari sektörlerde neyse, Yesilçam’da da o kadar. Bu da filmimize yansıyor elbette ama kadın erkek oranları tamamen tesadüf. Mesela yönetmen Birsen Kaya var filmde. Türk sinemasının Yeşilçam döneminde iki kadın yönetmenlerinden birisi. Diğeri çok erken vefat eden Bilge Olgaç. Toprağı bol olsun. Yönettigi Kaşık Düşmanı filmi harükulade bir toplum taşlamasıdır, çok severim. Birsen Hanım’ın filmde yer alması tamamen tesadüf. Yani illa bir kadın yönetmen olsun demedik.
Sayılarla konuşursak film için yaklaşık kaç filmden sahne kullanıldı, kaç kişiyle röportaj yapıldı?
Film için 100'e yakın röportaj yaptık. Ayrıca 178 filmden alıntı var Motör’de.
Sizin en etkilendiğiniz Yeşilçam filmi hangisidir? Neden?
Tek filme indirgeyemem, farklı sebeplerden dolayı etkilendiğim bir sürü film var. Size bazı yönetmen isimleri ve neden etkilendigimi şöyle söyleyeyim.
Aykut Düz beni güldürdüğü için.
Yılmaz Duru hep şaşırttığı için.
Erdoğan Tokatlı Son Kuşlar için.
Daha önce Arabesk ile ilgili bir film yaptınız sanırım. Şimdi Yeşilçam sineması ve ‘re-make’ durumu üzerine Motör’ü izliyoruz. Gelecekte de bir ‘Türkiye’de sex filmleri’ dönemine ilişkin bir şey gelir mi acaba? Motör’ü izlerken seks filmlerinin çıktığı dönem, politik durum ve aslında muhafazakar hükümet halleri düşündürdü...
Seks filmlerinin çok çarpıcı bir yani yok aslında, üzerine film yapmayı düşünmüyorum, çünkü bütün dünyada olan bir seks furyasının uzantısıydı. Bizde Memduh Ün’ün Kadınım filmi ile başladı furya, sonra İtalyan seks komedisi yıldızı Lando Buzzanca’ya benzediğinden, Sermet Serdengeçti ile yerli versiyonlarını çekmeye başladılar ve aldı başını gitti. Gittikçe daha sert oldu filmler. 1980’de ise bitti. Bitmesini hep 80 darbesine bağlarlar. Bu doğru değil. Seks filmleri darbeden birkaç ay önce Istanbul’un ahlakçı bir polis müdürünün insiyatifi üzerine toplatıldı.
Muhafazakar hükümetlerin seks filmlerini tolere etmeleri, gençlerin apolitize kalmalarını istemeleri ile alakalı. Yürüyüşe katılacağına seks filminde boşalsın hesabı. Melodramlarla ilgili de benzer şey söylenebilir. Belgeselde Fikret Hakan’in dediği gibi: “Millet bol bol ağlasın ve rahatlasın.”
Seks filmlerinin ilginç bir yanı da Mehmet Güler gibi yapımcı/yönetmenlerin montaj odalarında buldukları atılmış film parçalarından filmler üretmeleri. Başka seks filmi olmayan filmlere ait olan bu parçaların dublajını yaptırıp araya seks sahneleri yerleştirip büyük gişe yapan filmler üretmişler.
O zaman yapılan filmler ile ilgili konuştuğunuz yönetmenlerden biri ‘ben film çekmedim’ diyor. O dönem filmlerinin asıl yapmak istediği şey olmadığından bahsediyor. Diğer taraftan 1000leri 2000leri salonlara dolduran bir sinema sektöründen bahsediliyor. Tamamen Hollywood’dan devşirme, kopya filmler ama salonlar doluyor. Bugün sinemanın geldiği noktada kapalı gişe oynayan, çoğu zaman ‘sulu zırtlak komedi’, ‘bel altı espri’, ‘basit’ denilen filmlere bakınca bir benzerlik, tanıdık bir durum görüyor musunuz? Bugün salonları dolduran film nasıl bir film sizce?
Ticari sinema her dönemde hem iyi hem kötü ürünler verebiliyor, elbetteki benzerlikler vardır ama film üretimi ile ilgili mekanizmalar çok farklı. Eskiden sinema çok ucuz bir kitle ulaşım aracıydı. Filmler çok hızlı değişirdi ve iki film birden izlenirdi. Sinemaya ailece gidilirdi ve ortamlar gürültülüydü. İnsanlar filmlere tepki verir, birbirleriyle konuşur, çocuklar gezinir oynarlardı. Sinemaya gitmek sosyalleşmek demekti ve milyonlara ulaşırdı filmler.
Günümüzün sinema filmleri büyük gişe yapsalar bile Yeşilçam filmlerinin ulaştığı kadar insana ulaşamıyorlar, küçük salonlarda orta sınıfın izlediği filmler bunlar, çünkü sinema artik pahalı bir şey. Büyük kitlelere ulaşan ucuz kitle aracı ise televizyon, onunla beraber dizilerdir ve Yeşilçam’ın uzantısı dizi sektörüdür. Dizi sektörünün çarpık yapısı, üretim koşulları, sansür, basit hikayeler, yerlileştirmeler Yeşilçam’dan tanıdık.
Son olarak filmi izlerken Emek sahnesi, Emek Bizim eylemleri geldiğinde gözlerimin dolduğunu söylemem lazım. Ne diyorsunuz, Emek elimizden çoktan gitti mi yoksa bizim olacak, bizim kalacak mı?
Maalesef gitti, isteseler de geri getiremezler.