Geçtiğimiz sene Cannes Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü’nü kazanan Juste la fin du monde/ Alt Tarafı Dünyanın Sonu, geçmiş ve gelecek zamanı bir ailenin üzerinden duygusal bağlarla anlatan bir yapım olarak senenin en iyi filmlerinden kabul ediliyor. 1995 yılında AIDS’ten dolayı hayatını kaybeden Fransız oyun yazarı Jean-Luc Lagarce’in aynı isimli oyunundan beyazperdeye uyarlanan film, Xavier Dolan’ın altıncı uzun metrajı olarak karşımıza çıkıyor.
Louis, yemek masasının bir kez daha bahane olduğu aile toplantısını ziyaret etmek üzeredir. Çok da uzak olmayan bir yoldan 12 yıl önce terk ettiği ailesine doğru gider, uçağın süzüldüğü gökyüzünde geçmişinin ve geleceğinin tam ortasında, şimdiki zamanını tadar. Korkarak, tıpkı bıraktığı gibi hatırladığı ailesine gittikçe yaklaşır. Küçük bir çocuk arka yolcu koltuğundan onun gözlerini elleriyle yumar ve Louis konuşur: “Ömrümün sonuna dek, kendi hayatımın efendisi olduğum illüzyonunu göstereceğim… Bakalım nasıl gidecek?’’
Alt Tarafı Dünyanın Sonu, genç yönetmen Xavier Dolan’ın altıncı uzun metraj filmi olarak, artık oturmuş belirli bir film üslubunu koruma görevini sürdürüyor. Yönetmen, önceki filmlerinde toplumsal cinsiyet, özgürlük, baskılanmış duygular, kaçış ve kader temalarının tek bir kanaldan dağıtıldığı üslubuna nazaran bu kez çerçeveye çok daha geniş bakıyor. “Zaman”a odaklanıyor. Biz de yıllar sonra ailesine dönen Louis’in eşliğinde kendimize bakarak, bir geçmiş yolculuğuna çıkıyoruz. Bu geçmiş; nostaljiyi arayan, onun o sıcak duygusundan beslenmek isteyen ancak korkuların şimdiki zamana egemen olduğu bir geçmiş olarak karşılıyor bizi. Zaten hep böyle değil midir? Hangi geçmiş sadece olduğu gibi hatırlanır? Türlü pişmanlıklarımızın, hızlı kaçışlarımızın, keskin kararların hayatlarımızda çizdiği yollar geçmişten bir kurtuluş mudur? Geçmiş gelecekten bir kesit değil midir?
Hep ileriye dönük olmak zorunda olan dünyamıza ve hikayelerimize zıt örnek oluşturacak Dolan’ın son filmi çizgisel bir zaman dizgesi sunmuyor izleyenlere. Örneğin Louis’in geçmişe dönüşü arkadan gözlerini yuman bir çocuk kadar naif olabiliyor, uçak yolculuğunda arka koltukta oturan bu küçük çocuk onun geçmiş tarafından yakalanışının harika bir betimlemesi olarak önümüze sunuluyor. Öte yandan döndüğü ailesinin evinde duvarda asılı duran ve film boyunca çıkardığı seslerle varlığını bize hissettiren bir guguklu saat de bize bir başka zaman dilimini gösteriyor. Burada zaman, hapsolmuş bir kuş olarak Louis’e varlığını daima hatırlatıyor. Öyle ki bu ev ziyareti onun ne geçmişi ne de geleceğidir, şimdisidir. Ve zaten tüm ‘’şimdi’’ler onun dondurulmuş zamanıdır.
Film yüz planların çoğunlukta olduğu sinematografisiyle, neredeyse hiç geniş açı sunmayan kamera yerleştirmeleriyle izleyiciye dikkat etmesi gereken şeyin gergin yüz hatlarının ardındaki gizli hisler olduğunu gösteriyor. Bu anlık ifadeler o kadar kısa bir zaman diliminde gerçekleşiyor ki filmi izlerken bunları yakalamanız için dikkatle o muhteşem oyunculukların yüzlerine odaklanmanız gerekiyor; özellikle Vincent Cassel’ın canlandırdığı Antonie karakterinin sert yüz ifadelerinin ardındaki kısa gülücükleri yakalamak istiyorsanız. Özenle hazırlanan büyük sofralar, yapılan makyajlar, hazırlanılmış konuşmalar ve her şey normalmiş gibi davranmaya çalışan aile üyelerinin olduğu bu toplantının oyunculukların mimikleri dışında gösterecek fazla bir şeyi olmadığını anladığınızda, filmin André Turpin yönetimindeki görüntülerinin ne denli başarılı olduğunu görebiliyorsunuz. Yandan yüze vuran yumuşak ışıkların eşliğindeki göz parıltıları, dudak kıvırmaları, göz kırpmaları, ani gülüşleri seyretmek bambaşka bir film deneyimi sunuyor.
Antoine: Mutsuzsun çünkü böylesi daha kolay. Mutlu olmayı seç o zaman?
Suzanne: Söylemesi kolay.
Kardeşi Antonie ve eşi Catherine’nin çocuklarından birine Louis’nin ismini vermesi, bu geçmiş gelecek bağlantısını daha iyi anlamamızı sağlıyor. Louis, Fransa’da nesilden nesile verilen bir isim olmakla birlikte Fransa krallarının sadece sayılarla değişen isimlerinden biridir. Babadan oğula aktarılan bu isimlerden hareketle hangi Louis geçmiştir, hangisi gelecek zamandadır? Anlamsal açıdan kavrayabilir miyiz? Film buna özellikle dikkat çekiyor ve tekrarlıyor: Hayatlarımızın efendisiyiz, ama ismimize bile karar veremiyoruz, tıpkı dünyaya gelişimize karar veremeyişimiz gibi.
İnsan ilişkilerinin oldukça hassas yanlarını gördüğümüz Xavier Dolan’ın son filmi Alt Tarafı Dünyanın Sonu, karakterleri hakkında çok şey söylememekle birlikte her birinin zayıf yanlarını ortaya çıkararak parçalara ayırıyor. Alt Tarafı Dünyanın Sonu filmini izlerken kendinizi sahnenin tam göbeğindeki bir misafir gibi hissetmeniz muhtemel. Sanki içeride bir yabancı dinliyormuş gibi konuşan filmin karakterlerine özellikle dikkat ederseniz diyalogların ve bakışların tek yönlü olmadığını, her şeyin ardında derin bir özlem ve sevgi hissinin saklandığını göreceksiniz.
‘’Hep ileri gitmek zorunda mıyız? Şimdiki zamanda asılı duramaz mıyız?” Sorularının çaresizce sorulduğu Alt Tarafı Dünyanın Sonu gösterimi birçok sinemada devam ediyor.