2013 yılında piyasaya çıkan Orange Sky single’ı ile uluslararası alanda büyük bir ün kazanan ve hemen arkasından gelen Entity albümü ile Türkiye’de ciddi bir hayran kitlesine sahip olan Belçikalı grup Oscar and the Wolf, geçtiğimiz Cumartesi İstanbul’da dev bir konser verdi. Biz de konser öncesi, aslında Max Colombie’nin solo projesi olan Oscar and the Wolf üzerine Max ile biraz sohbet ettik.
Oscar and the Wolf; karanlık sound’u, kostümleri ve sahne show’larıyla kısa zamanda adından çok söz ettirdi. Biletleri hızla tükenen konserlerle İstanbul’a çok sık gelen grubun kurucusu Max Colombie, bize ilham noktalarından ve müziğinden bahsetti...
Max, bir röportajında “mutlu ya da üzgün” olduğu belli olmayan bir müzik yapmak istiyorum diyorsun. Bu tanımı biraz açabilir misin?
Gündüz mü yoksa gece mi olduğunu bilemediğimiz o alacakaranlık halini seviyorum, bence bu hayatta gözlemlediğimiz en ilginç şeylerden biri. Işık ile karanlık arasındaki dengeyi bulmak sanırım her şarkıda ulaşmak istediğim bir nokta. Şarkının sound’u mutluysa bile sözlerini daha üzgün yapmak ve her zaman dengeyi bulmak istiyorum.
İki yoğun duygu arasındaki dengeyi nasıl buluyorsun peki?
Alacakaranlık bölgesini bulana kadar sürekli deneme yapıyorum.
Sound ve sözleri üretirken nelerden ilham alıyorsun?
En büyük ilham kaynağım sinema ve sanat… Ve aşk tabii ki. Aşk bir sanatçının ilham alabileceği en etkili güç bence. Politik düşünceler de doğal olarak etkili oluyor, fakat benim için asıl ilham kaynağı: Aşk.
Yani şarkılarını bir kişi için mi yazıyorsun?
Hayır, şarkılarda aşkı sorguluyorum; ne olduğunu, nasıl oluştuğunu, bir içgüdü mü yoksa sosyal bir davranış mı olduğunu sorguluyorum. Ama bu soruların cevaplarını daha bilmiyorum ve muhtemelen hiç bilemeyeceğim.
Müziğinizin bir adı var mı?
Ben “Dark Disney” demeyi seviyorum.
En sevdiğin Oscar and the Wolf şarkısı nedir?
Under the Skin.
Ben sizi ilk kez Princes ile tanıdım. Sanırım en sevdiğim şarkınız aynı zamanda. Peki sence Princes’ten The Game’e kadar müziğinizde neler değişti?
Pek çok şey değişti, çünkü ben artık aynı insan değilim. Her geçen yıl farklı hikayelerle, farklı insanlarla karşılaşıyorum. Müziğin de bununla beraber sürekli değişmesinin doğal bir süreç olduğunu düşünüyorum. Bu tabii ki Princes’in kaybolması anlamına gelmiyor, o zaten orada duruyor. Dolayısıyla yola devam etmenin daha iyi olacağını düşünüyorum.
Black filmi için Amy Winehouse’un Back to Black cover’ını yaptınız. Şarkı bence orjinali kadar etkileyici. Peki bu şarkı nasıl ortaya çıktı? Neden Back to Black?
Yönetmen bir arkadaşım bir film yaptı ve ben de bu şarkıyı daha karanlık bir hale getirmeyi ve söylemeyi gerçekten istiyordum. Ona sordum ve o da tabii ki yapalım dedi. Kendisi şimdi Hollywood’da çok ünlü bir yönetmen. Adil El Arbi aslında bir anda çok ünlü oldu, çünkü film gerçekten çok başarılıydı.
Sıklıkla Türkiye’ye geliyorsunuz, ben sizi ilk kez geçen yaz Babylon Soundgarden’da izledim ve herkes şarkılarınıza eşlik ediyordu. Yabancı bir ülkede bu kadar tanınıp seviliyor olmak nasıl bir his?
Harika bir his, çünkü buradaki insanlar gerçekten çok enerji dolu. Dans etmeyi çok seviyorlar ve çok açıklar, bu çok güzel bir şey. Türkiye’deki seyirciyi pek çok Avrupa şehrindeki seyirciden daha çok seviyorum.
En çok hangi ülkelerde sahne almayı seviyorsun?
İspanya’daki insanları çok seviyorum. Hollanda’daki seyirci de çok heyecanlı oluyor.
Türkiye’de bu kadar ilgi gördüğünüz için şaşırıyor musun?
Evet aslında çok şaşırdım, çünkü bilmiyordum. En başta albüm listelerde çok yukarılara çıktı, albümün listelere nasıl girdiğini bilmediğim için şaşırdım. İlk geldiğimizde de çok küçük bir yerde sahne aldık ve herkes bu kadar küçük bir yerde çıktığımız için çok sinirliydi. Herkes mekâna e-mailler atarak tepki vermiş, bu harika bir his.
Joaquim adlı şarkıda arabesk tınılar mevcut, peki arabesk dinliyor musun?
Hayır, aslında dinlemiyorum. İlk başta benzediğini bile düşünmemiştim, sound bir anda bu şekilde oldu.
Kimleri dinliyorsun peki?
Çok müzik dinlediğim söylenemez. Dinlediğimdeyse çoğunlukla en popüler şeyleri dinliyorum. Lana Del Rey ve Rihanna mesela. Çünkü çok eğlenceli ve dinlemesi çok kolay bir müzik türü. Hatta bazen Taylor Swift bile dinliyorum!
Türkiye’den bildiğin müzisyenler var mı?
Hadise Belçikalı olduğu için onu tanıyorum. Katıldığı bir televizyon programında izlemiştim ama sanırım şu an Türkiye’de yaşıyor.
Sahnede spritüal bir yolculuk yapıyor gibi görünüyorsun, çıplak ayakla şarkı söylemen, dans edişin… Peki bir konser günü sen olsak, tüm gün boyunca neler yaşarız?
Buraya biraz erken gelmem gerekti ama genellikle bir saat öncesinde konser alanına gelmeyi tercih ediyorum. Makyajımı yapıp sahne kostümümü giyiyorum. Bir shot tekila içiyorum. Sonra da sahneye çıkıyorum ve partiliyorum. Ertesi gün de sesim korkunç oluyor.
Kostümlerin ve takıların gerçekten çok ilginç... Hikayeleri var mı?
Teşekkür ederim, parmağımdaki yüzüklerden biri aslında bir dolar banknotu... Diğerleri ise çoğunlukla hayranlardan gelen hediyeler. Takılarımın bazılarını da Fas, Marakeş’ten aldım. Çünkü gerçekten çok etkileyici takılar yapıyorlar. Tabii Belçika’dan aldıklarım da var. Ama genelde hayranlardan gelen kıyafet ve takıları kullanıyorum, insanların bana verdiği şeyleri giymeyi ve takmayı seviyorum. Bu bir çeşit övgü ve takdir gibi geliyor bana.
Gelecekte nasıl projelerle karşımıza çıkacaksın?
Bu sıralar vaktimin tamamını stüdyoda geçiriyorum. Vokalleri kaydediyorum. Vokaller bittikten sonra da yeni şarkılar için çalışmaya başlayacağım, yani önümüzdeki yaz çok fazla işim var.