Ceren Gündoğdu ile 24 Şubat akşamı Zorlu PSM’nin Lokalize serisi kapsamında % 100 Studio’da gerçekleşen konseri öncesinde son teklisi “Gözyaşı Kadehleri”nden müzik evrenine, gelecek çalışmalarından konsere dair merak ettiklerimizi konuştuk.
Ceren Gündoğdu, müziğin içine doğan, “hayat müzikle başladı benim hikâyemde” diyen, türler arası gezinmeyi seven deneyimli bir müzisyen ve yorumcu. Küçük yaşlarda piyanoyu yol arkadaşı seçen Gündoğdu, bugün hem sözü ve müziği kendine ait şarkılarla hem de hafızalarda yer etmiş türkülere getirdiği yorumlarla dinleyicilerin odağında bir isim.
Yakın zamanda sözü ve müziği size ait “Gözyaşı Kadehleri” parçanızı yayımladınız. Şarkının ortaya çıkış hikâyesini konuşarak başlayalım mı?
“Gözyaşı Kadehleri” yaklaşık bir sene önce, pandemi döneminde yazdığım bir şarkı. Aslında babamın bir sohbet esnasında bana aktardığı bir halk hikâyesi ilham kaynağı oldu bu şarkıya; rivayete göre uzun yıllar öncesinde Elazığ'da yaşayan ve sevdikleri adamları İstanbul'a yollayan kadınlar, geri dönmeyen eşlerini bekler bekler ve bir süre sonra hasreti kabul edip akıttıkları gözyaşlarını bardaklarında saklarlarmış. Her şeyin yerine hızlıca yenisinin konulduğu, sevginin bile fütursuzca tüketildiği bir çağda bu buruk hikâyeyi duymak çok dokunmuştu kalbime. Bir süre sonra da bu şarkı çıktı ortaya...
Çok hüzünlü bir hikâyesi varmış hakikaten, şarkıyı her duyduğumda bunu anımsayacağım. Hikâyelerinin özel olmasıyla birlikte “Gözyaşı Kadehleri” de dahil olmak üzere şarkılarınıza çektiğiniz video kliplere ayrıca önem verdiğinizi düşünüyorum. Kliplerinizin şarkılarınızın hikâyesini yansıtması açısından nasıl bir yol izliyorsunuz? Neredeyse her parçanıza özel bir video klip var.
Bunun fark edilmesi çok kıymetli, teşekkür ederim öncelikle. Benim için video klip çekim süreci şarkının ruhunu yansıtan görsel bir dünya yaratımından oluşuyor. Tabii ki insan çok şey hayal ediyor da elindeki imkânların yettiği ölçüde şekil veriyor o görsel dünyaya. Şarkının dinlenişini, sözlerin takip edilişini zorlaştırmayacak ama müziğin hissiyatını yansıtacak bir hikâye tasarlıyor ve yönetmenle görüşmeden evvel mutlaka bir renk ve doku belirliyorum kafamda. Ve de insan ilişkilerini yönetiyor olmak da klip işinin önemli bir parçası. Sınırsız bütçeli büyük prodüksiyonlardansa, bir 'fikir' etrafında toplanmaktan heyecan duyacak aynı frekanstaki insanları bir araya getirmek sonucu ortaya çıkan işlerin, dinleyiciye daha çok temas ettiğini düşünüyorum ve doğru insanları bir araya getirmek için epey mesai harcıyorum diyebilirim :)
Pandemi dönemi de dahil olmak üzere üretmeye devam edenlerden oldunuz. Çok küçük yaşlardan beri iç içe olduğunuzu bildiğimiz müzik, hayatınızın bir parçası olmaktan öte, hayatınızın başrolünde diye düşünüyorum. Müziğinizle dahil olduğunuz başta tiyatro olmak üzere pek çok başka proje de söz konusu. Yaratım ve üretim süreçleriniz nasıl yürür? Nelere ihtiyaç duyarsınız çalışırken?
Çok haklısınız, müzik hayatı nasıl başladı'dan öte “hayat müzikle başladı” benim hikâyemde. Benim için en basit en sıradan şey bile ilham kaynağı olabilir. İnsanın iç dünyasını anlamaya her daim merak duyan bir çocuktum diyebilirim. Keza kendimi anlamaya, davranışlarım ve duygularım arasındaki nedensellik ilişkisini gözlemlemeye de mesai harcarım. Dolayısıyla iki insan arasında geçen her diyalog benim yaratım sürecime katkıda bulunuyor. Yaşamın içinde var olmak üretmem için yeterli anlayacağınız :) Fakat bir yandan da üretebilmek için yalnız olmaya ihtiyaç duyarım en çok. Kendimle kalmak, kendimi dinlemek, olmazsa olmazım. O yüzden çoğu insanı ürküten yalnızlık benim sığındığım bir liman oluyor zaman zaman.
Bu limanda işler nasıl sonuca varıyor? Üretim sürecinin sonunda “tamam oldu” dediğiniz anda aradığınızı bulduğunuzu yada yapmak istediğinizi yaptığınızı düşündüren ne olur? Bir parçayı ya da albümü hangi noktadan sonra dinleyiciye açarsınız?
Çok hoşuma giden bir laf var: “Bir yazar bir kitabı asla tamamlayamaz da roman, yazarına veda eder bir noktada...” O kadar doğru bir cümle ki bu... Ve söz konusu durum her tür yaratıcı üretim süreci için geçerli bence. Her zaman daha iyisi var ama bir noktada şarkıyla vedalaşman gerektiğini anlıyorsun, o zaman da dinleyiciyle paylaşma anı gelmiş oluyor işte.
Hem sözü ve müziği size ait şarkılarla hem de eski türkü ve şarkı yorumlamalarınızla dinliyoruz sizi. Müzikal üslubunuzu ve tavrınızı nasıl tanımlarsınız?
Müziğin türler üstü bir varlığı olduğuna inanıyorum. Yoğun bir duygu aktarımına aracı olacak melodilerin ve sözlerin peşinde koşuyorum, yeniden yorumlamak için seçtiğim şarkılara karar verirken. Kendi şarkılarımın yazım aşamasında da bu toprakların müziklerinden izler taşıyan yerel tınılarla, güncel ve global müziği buluşturmak gayesindeyim diyebilirim. Türlü rengi, kendi içimde eritip buluşturup bana ait özgün bir renk ortaya çıkarmak isterim... Farklı janrları yorumlamak bu noktada çok öğretici oluyor, tıpkı bir tiyatro metnine özgü bir karakteri canlandırmak için çalışırken kendine dair bilmediğin şeyleri keşfetmek gibi...
Müzikle kurduğunuz bağ, dinleyicinizde karşılığını nasıl buluyor? Gelen yorumlar sizi nasıl etkiler, bugüne kadar gittiğiniz yolda sizi değişikliğe götüren bir yorumla karşılaştınız mı?
Dinleyici yorumlarını sıkça ve özenle takip ediyorum. Ana motivasyon kaynağım o yorumlar ve mesajlar. Çünkü çok gerçek, çok aracısız, bazen de acımasız ve kafa açıcı yorumlar onlar... Ama biri türkü söyleme, türkü söyleyen popçu mu olur diyor diye sadece kendi şarkılarımı söyleyecek değilim elbette. Ya da sen sadece türkü söyle diyenler var diye kendi şarkılarımı yazmaktan vazgeçemem değil mi? Ben, beni ben yapan her kararın ve tecrübemin müzikal zenginliğimi oluşturduğunu düşünüyorum. Halk müziği şefi bir baba, sanat müziği söyleyen bir anne, piyano caz ve müzikal eğitimi alan ben... Çanakta ne varsa kaşığa o geliyor; farklı müzik türlerinin iç içe geçtiği bir ortamda var oluşumu tamamladım ben. Hâliyle müzikal üretimlerimi de tek bir türün altında tanımlamak zor oluyor. Yazdığım şarkıları ezberleyip o şarkıların sözlerinde aşk acısına çare arayan genç kızlar da benim dinleyici kitlemin içerisinde, 50 yaş üstü türkü seven teyzeler amcalar da... Bunu bir zenginlik olarak görüyorum ben, asla tek bir yere ait olmak istemem...
Türler arasında üretmenin yanı sıra farklı isimlerle de çalışmalarınız var. Özgür Çevik ile seslendirdiğiniz “Tutsak” oldukça sevilen çalışmalarınızdan biri olmuştu. Farklı yorumcularla ve müzisyenlerle çalışmak size ve müziğinize nasıl etki ediyor? Gelecek çalışmalarınızda yeniden farklı isimlerle bir araya gelmeyi düşünüyor musunuz?
Her müzisyenin üretim sürecini ele alış biçimi çok kendine özgü, çok biricik o yüzden bir başkasıyla ortak bir çalışma içerisine girmek benim için çok öğretici ve besleyici bir süreç oluyor. Bir o kadar da eğlenceli! Özgür'le yeni bir şarkı daha kaydetmek istiyoruz ve Cihan'la (Mürtezaoğlu) da bir şarkı yapmak çok istiyorum. Global sahneden de Janie ile akustik bir performans kaydetmeyi çok isterdim mesela...
“Gözyaşı Kadehleri”nden sonra iki yeni yorumun kayıtlarını bitirdiğinizi ve yayımlanmasına az kaldığını duyurdunuz sosyal medya hesabınızda. Hem bu parçalardan hem de gelecek planlarınızda neler olduğundan bahseder misiniz? Eminim paylaşamayacağınız sürprizler söz konusu ama ufak haberler de olsa duymak isteriz?
Şu an üç şarkı var üzerine çalıştığım; “Kapı”, “Telafisi Yok” ve “Perde”. Sırasıyla Cihan Mürtezaoğlu, Ateş Berker ve Mert Demir'le çalışıyoruz bu şarkıların prodüksiyonları için. “Kapı”, nisan başı yayımlanacak. Akustik bir versiyonu da olacak şarkının ve bu versiyonunun düzenlemesi de bana ait olacak. Üç şarkı için de çok heyecanlıyım. Bu sene içinde eski ve yeni bestelerimden oluşan bir akustik EP yayımlamayı da planlıyorum. Bir yandan da YouTube kanalıma yeni türküler gelmeye devam edecek. İlki martın ilk cuması kanalda olur hatta... Ve ayrıca ne mutlu ki Damdaki Kemancı Müzikali yeniden başlıyor Zorlu PSM'de! Çok özledim müzikal sahnesini, onun için de ayrıca sabırsızlanıyorum. Üretmek yaşadığını hissetmeye eş. Önümüzdeki ayları ve bu üretimleri paylaşmayı iple çekiyorum.
Şu sıralar konser takviminiz oldukça yoğun bir seneden fazla bir süre dinleyicilerinizle bir araya geldiğiniz konserlerden uzak kaldınız. Yeniden sahnede canlı çalmak ve söylemek nasıl hissettiriyor?
Tek kelimeyle ha-ri-ka! Çok uzun yıllar boyunca pek çok farklı proje vesilesiyle sahnedeydim ama şimdi kendi şarkılarımı söylemek için, kendi hikâyelerimi anlatmak için sahnede olmak yepyeni bir duygu, yepyeni bir heyecan. İlk albümümün çıkışı 2020 Mart'ına yani kapanmanın başlangıcına denk gelmişti. O heyecan, o heves kursağımda kalmıştı tabiri caizse. Neredeyse iki senedir bu zamanları bekliyorum diyebilirim. Buluşmak, tek bir dinleyicim ile buluşmak bile çok kıymetli benim için.
https://www.youtube.com/watch?v=n2sMQxPnqNk
Son olarak en yakın konser tarihiniz olan, 24 Şubat akşamı Zorlu PSM’nin Lokalize serisi kapsamında %100 Studio’da dinleyicilerinizle buluşacaksınız. Her konser benzersiz anlar toplamı oluyor ancak yine de konser hazırlığınızı, gelecekleri nelerin beklediğini konuşarak bitirelim mi?
Bu konser üç senedir yazdığım, yayımladığım ve yeniden yorumladığım şarkıların neredeyse tamamını bir araya getirecek bir konser. Yaklaşık bir aydır ışığından dekoruna, piyanomun duracağı noktadan, müziğimi destekleyeceğimiz görsel içeriklere, repertuardan, şarkı aranjelerine ve konuklarıma kadar her şey için çok büyük bir özenle hazırlandık. Üç senenin emeğini göreceğimiz duyacağımız bir konser bizi bekliyor. Konser kültürü dinleme kültüründen eğlence aktivitesine evrilmiş gibi gözüküyor olsa da hâlâ müziği kendi duygularıyla yüzleşmek, belki sevinmek, coşmak ve belki de ağlamak, yani her tür duyguyu en yoğun şekilde deneyimlemek için bir aracı olarak gören bir dinleyici kitle de var biliyorum ve ben 24 Şubat akşamı o kitle ile buluşacağım için çok şanslı hissediyorum.