Grammy ödüllü piyanist Michel Camilo, İspanyol flamenko virtüözü Tomatito ile birlikte 3 Mayıs Çarşamba akşamı Zorlu PSM’de sahne alacak. Birincisi düzenlenen Zorlu PSM Caz Festivali kapsamında gerçekleşecek konserin öncesinde Michel Camilo ile caz müziği, Latin kültürü, müzik ve kültür ilişkisi gibi konuları kapsayan kısa bir söyleşi gerçekleştirdik.
Dominik Cumhuriyeti vatandaşı olan Michel Camilo, Why Not? adlı ilk solo albümünü 1985 yılında yayımladı. 2003 yılında çıkarttığı Live at the Blue Note albümü ile Grammy kazanan sanatçı, George Benson, Jaco Pastorius, Patato, Randy Brecker, Michael Brecker, Wynton Marsalis, Herbie Hancock gibi birçok önemli müzisyenle çalıştı.
Bu soru biraz tahmin yürütmenizle alakalı. Piyano çalmaya 10 yaşında başlamışsınız ve her zaman müzikle iç içe bir şekilde yaşamışsınız. Çoğu müzisyenin bunun gibi bir hayat öyküsü vardır. Piyanoyu daha geç bir yaşta çalmaya başlasaydınız, müzikle olan ilişkiniz bugünkü gibi olur muydu?
Aslında dokuz yaşında piyano çalışmaya ve çalmaya başladım. Ancak beş yaşımdan beri de akordeon çalıyorum. Yani, kendimi hatırlayabildiğim ilk anlardan bu yana müzik hayatımın ayrılmaz bir parçası oldu. Piyano gibi bir enstrümanı daha geç yaşlarda çalmaya başlarsanız enstrümana yeterince erişebilmek için muhtemelen daha yoğun bir şekilde çalışmanız gerekeceğini düşünüyorum. Fakat geç de olsa bu erişimin kesinlikle mümkün olacağını düşünüyorum.
Hem solo hem düet çalışmalarınız var. Her ikisinin avantaj ve dezavantajları hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Evet, Trio topluluğumun yanında, Big Band orkestraları, senfonik albüm, solo ve düet performanslarım da var. Solo albümlerde çok fazla doğaçlama, armonik ve ritmik keşifler yapıyorum. Ve düet albümlerde ise muhteşem flamenko gitaristi sevgili arkadaşım Tomatito ile etkileşimde bulunmayı ve ona eşlik etmeyi seviyorum. Bence her formatın belirli zorlukları oluyor.
Siz dünya kültürüne hakim bir müzisyensiniz. Kültür ve müzik arasındaki ilişki hakkında ne düşünüyorsunuz?
Müzik ve kültürü; hayatın güzelliğini, hislerini ve duygularını takdir ederken hepimizi bir araya getiren evrensel bir dil olarak görüyorum.
Caz müziğini hayatın ritmini yakalayabilen bir müzik türü olarak görüyorum ve seviyorum. Caz müziğini nasıl tanımlarsınız?
Caz müziği; “anlık kompozisyonlarıyla” doğanın doğaçlamalı yapısına denktir. Her caz müzisyeni doğaçlamayla birlikte kendi yaşam tecrübelerini sanatsal ve yaratıcı bir süreçle izleyiciyle paylaşmaya çalışır.
Müzikte evrenselliği taşımak sizin için önemli mi?
Evet kesinlikle önemli. 30 yılı aşkın bir süredir dünyayı gezdiğim için çok farklı müzik türlerinin etkisinde kaldım ve bu etkilerin müzikal üretimimin bir parçası olmasına izin veriyorum.
Kültürel anlamda Türkiye’yi nasıl görüyorsunuz?
Türkiye'deki geçmiş ziyaretlerimden her birinden harika anılarım var. Büyük konserler, harika izleyiciler ve lezzetli yemekler! Tarihsel olarak, Türkiye'yi antik kültür ve medeniyetin en önemli beşiklerinden biri olarak görüyorum.
Müziğinizde latin ve caz sesleri arasında gezinirken farklı düşünüyor veya farklı hissediyor musunuz?
Pek sayılmaz aslında, çünkü iki nesil boyunca müzisyen ve besteciden oluşan bir aileden geliyorum, stiller arasında çok fazla ayrım yapmayı düşünmedim. Ama benim için her şey müzikle ilgilidir ve ne türde veya nasıl olursa olsun, yüksek kalitede müzik yapmaya her zaman gayret ederim. Zannediyorum, kendi konçertolarımı klasik, caz ve latin türlerini içerecek şekilde bestelememin sebebi de budur.
Caz müziğinin yanı sıra bir soru sormak istiyorum. Çağdaş klasik müzikte kimi dinliyorsunuz?
Shostakovich'in müziği, Prokoffiev, Berio, Mahler, Messiaen, Boulez, Ginastera, VillaLobos, Piazzolla ve diğerleri...
Müzik çevrenizdeki şeyleri nasıl yansıtıyor ve Latin kültürü sizin için ne ifade ediyor?
Müziğim renkler, dokular, kontrastlar ve nüanslarla doludur. Bu çevre ile birebir alakalıdır. Örneğin; doğada olduğu gibi, yeşil rengi salt bir yeşille değil, yeşile ait bütün tonlarıyla hissetmek. Armoni, ritim, sürpriz, melodi gibi dinamiklerin akıllıca kullanımıyla müzikte de aynı şeyin yapılabileceğini söyleyebilirim. Dolayısıyla her şarkının açık olanakları sayesinde dünya çapındaki dinleyici kitlemize benzersiz ve dinleyene özgün ruh hallerini yansıtabileceğini düşünüyorum.
Latin kültürü ise köklerimi ve ailevi değerlerimi temsil eder: "Nereye gideceğimizi bilmek için nereden geldiğimizi asla unutmamalıyız."
Yıllar sonra Zorlu PSM Caz Festivali için Türkiye’ye geliyorsunuz. Nasıl hissediyorsunuz?
Türkiye'ye dönmek çok güzel! Ayrıca, Tomatito ve ben “Spain” üçlemesini tamamlayan son albümümüz Spain Forever’dan yeni bir repertuvar ile dinleyici karşısında olacağız. Zorlu PSM Caz Festivali’nin bir parçası olmaktan dolayı heyecanlıyız ve unutulmaz bir konser olmasını diliyoruz!