Müzisyen, şair, eğitmen, aktivist, TED Global üyesi… Iyeoka Okoawo, Say Yes albümündeki Simply Falling şarkısı ile adını tüm dünyaya duyurdu ve Iyeoka Say Yes olarak anılmaya başladığından beri “Kalbini dinlemeye evet” diyerek herkese ilham vermeye devam ediyor.
Müzik kariyerine The Rock by Funk Tribe grubu ile başlayan Iyeoka Okoawo, şiirlerini besteleyerek oluşturduğu ilk solo albümü olan Black and Blues’u ise 2004 yılında yayımladı. Ses tonu Nina Simone, Amy Winehouse, Sade gibi isimlere benzetilen Iyeoka Say Yes, ülkemizi sık sık ziyaret eden sanatçılar arasında. Bu gelişinde İstanbul, Antalya ve Çanakkale’yi ziyaret eden Iyeoka Okoawo ile söyleştik.
Eczacı, şair, aktivist, şarkıcı olarak tanınıyorsunuz. Eczacılık yaparken müzik yapmaya Funk Tribe grubu The Rock'ı kurarak başladığınızı biliyoruz. Bu dönemden biraz bahsedebilir misiniz? Karar aşamanızda neler etkili oldu ve bu süreç nasıl başladı?
Eczacılıkla uğraşırken, dengeli bir hayat elde edebilmek için sağlık eğitimimi ve müzik geçmişimi bütüncül bir şekilde birleştirmek istedim. Kendini ifade etmeyi destekleyecek work-shoplar verecek şair gruplarını organize etmek için zaman ayırdım. Müzik ve şiir yaratmak benim için fiziksel, zihinsel ve ruhani sağlığımı en iyi seviyede tutmam için gerekli bir araca dönüştü. Benim gibi, kariyerleri ve müziğe olan tutkuları arasında benzer bir denge yakalamayı amaçlayan çok disiplinli sanatçılarla buluştum. Bu grup The Rock By Funk Tribe (RBTF)’a dönüştü.
TEDGlobal Session’daki performansınıza, “Sizi hipnotize etmeye geldim” diyerek başlıyorsunuz ve ben sesinizin ve müziğinizin gerçekten de hipnotize edici bir tınısı olduğunu düşünüyorum. Müzisyenlik kariyerinize başlamadan önce de şiir yazıyor muydunuz? Şiirlerinizi müzikle betimleme ihtiyacı duyarak mı müzik yapmaya başladınız?
Ben önce şiirleri yazarım, daha sonra melodilileri oluştururum ve şarkının amacına ve ruhuna en uygun akortları seçerim.
Doğaçlama melodi üretimi sık başvurduğunuz yöntemlerden biri diye biliyorum. Üretiminize katkıda bulunan etmenler neler?
Klasik müzik üzerine eğitim aldım ve 13 yaşında keman çalmaya başladım. Amerika’daki Boston Latin Lisesi’ne gidiyorken bir orkestrayla çalmayı öğrendim. Bu deneyimler, benim doğaçlama melodi üretmemde ve karmaşık iş birliklerine katkıda bulunmamda yardımcı oldu. Yoga tekniklerinden gelen kutsal hareketler, Afrika, Latin dansları ve meditasyon, bunların hepsi benim bir sanatçı olarak üretimime katkıda bulunan şeyler.
Geleneksel ritimlerle caz, blues ve funk türlerini birleştirdiğiniz farklı bir tarza sahipsiniz. Bu konuda birçok müzisyenden farkı bir noktada konumlandığınızı söyleyebiliriz. Pop veya son dönemde iyice yükselişe geçen elektronik müzik türlerini, kendi müziğiniz karşısında nasıl bir yere konumlandırırsınız? Bu tarz müzikleri dinliyor musunuz?
Ben bütün müzik türlerini dinlemekten keyif alıyorum. Günümüz popüler müziğine hâkim olan unutulmuş bir ritim gücü var. Pop ve elektronik müziğe karşı büyük çekimi keşfetme eylemine değer veriyorum.
Amy Winehouse, Nina Simone gibi isimlere benzetiliyorsunuz. Açıkçası Simply Falling şarkınızı dinlediğimde bana da Amy Winehouse’u anımsattı. Eminim ki siz de bu tarz benzetmelerle karşılaşmışsınızdır. Bu durumdan rahatsızlık duyduğunuz oluyor mu?
Nina ve Amy’yle karşılaştırılmak benim için bir iltifattır. Hepimizde caz müziği güç, dürüstlük ve tutkuyla birleştirme yeteneği var.
Dikkatimi çeken bir diğer nokta ise aktivist oluşunuz. İnsanları pozitif yönde etkilediğinizi ve ilham verdiğinizi görüyoruz. Dünya düzeninde değişmesini istediğiniz durumların, mutsuz insanların kendilerine inanarak mutlu olabilecekleriyle sınırlı olmadığını düşünüyorum. Bu noktada siz kendi aktivistliğinizi nasıl tanımlarsınız?
Her gün dünyaya ne sunmayı istediğim gerçeğini keşfediyorum. Mesajımı çok kültürlü seyircilere ulaşması için sadeleştiriyorum. Müzik, ruhumun ihtiyaçlarını karşılamaya eğilimli. Mutluluğa erişimimi garantilemek için kendime iyi bakmak benim bir sorumluluğum. Kendi iç dünyama odaklanmak her zaman kolay değil. Gittiğim her yerde motivasyon ve harmoni dolu bir atmosfer oluşturmak için zaman harcıyorum.
2010 yılında çıkardığınız Say Yes albümünden sonra adınız “Iyeoka Say Yes” olarak anılmaya başlandı. Bu albüm ve sonrasında tam olarak neye evet diyoruz?
Kalbini dinlemeye evet.
Son dönemlerde çoğu müzisyen Türkiye’ye gelmeyi kabul etmiyor veya yalnızca İstanbul’da konser vermeyi tercih ediyor. Sizse bugüne kadar Türkiye’nin birçok şehrinde konser verdiniz. Türkiye ile ilgili düşünceleriniz neler?
İnanıyorum ki hepimizin aşk şarkılarına karşı ortak bir tutkusu var. Hepimiz ruhumuza iyi gelen müziği tam da nasıl kutlamamız gerektiğini biliyoruz.
Ayrıca İstanbul ile ilgili bir şarkı yazdığınızı biliyoruz. Buradaki dinleyici kitlenizi nasıl bulduğunuzdan bahsedebilir misiniz?
İstanbul’daki seyircide takdir ettiğimiz mükemmel bir coşku ve açıklık var. Buradaki hayranlarla olan ilişkimiz, bulduğum her fırsatta tekrar gelmek istememe neden oluyor.
Tanıdığınız veya dinlediğiniz Türk müzisyenler var mı?
Evet ve duyduğum kadarıyla, beğeniyorum da. Türkiye’deki müzik camiasından sektörün başında gelen sanatçılara yönelik daha fazla teşhir umut ediyorum.
Son olarak gelecek projeleriniz neler? İleride bizi nasıl bir Iyeoka bekliyor?
Haziran 2019’da Türkiye’de turnemize devam ederken Lotus Vine adlı yeni bir parça kaydettik. İstanbul’da ilk kez yeni müzik üretmek için bir kayıt aldık ve deneyimimiz harikaydı. Yeni single’ımız yakında geliyor. Yeni şarkılarımızı, Lotus Vine da dâhil, #iyeokatour2019’da konserlerimizde canlı olarak dinleyebilirsiniz.